Abdulkadir MENEK
Anayasa tartışmaları (2)
12 Eylül 2010 referandumundan elbette CHP başta olmak üzere Cumhuriyet ve Aydınlık gazetelerinin çevresi büyük rahatsızlık duymuş ve bu büyük reformu, ‘’sayısal gücü ele geçirme operasyonu’’ olarak değerlendirmişlerdir. Elbette, kendi zaviyelerinden bakıldığı zaman belki haklı olabilirler. Çünkü hiçbir zaman milletin nezdinde teveccühe mazhar olmayan ve milletin teveccühü ile sayısal çoğunluğu elde edemeyen bu çevreler, Ankara’da üstlendikleri bürokratik zeminlerde sayısal çoğunluğu ellerinde bulunduruyor ve adeta hükümet ortağı gibi saltanatlarını devam ettiriyorlardı.
Bunun sonucu olarak da, milletin iradesi ile iktidara gelen siyasi kadrolar, yıllarca çok büyük sıkıntılar çektiler. Menderes ve Demirel hükümetleri için de hep söylenen bir söz vardı: ‘’Bunlar iktidar oldular, fakat muktedir olamadılar.’’ Bu söz büyük oranda bir hakikati ifade ediyordu.
Devletin derin katmanlarında ipleri ellerinde bulunduran güçler, zaman zaman kamuoyunda hissedilecek ölçüde ortamı geriyorlar ve bazı icraatların önüne geçiyorlardı. Bunu başaramadıkları zaman da, Ankara’da görev yapan bürokratlar kanalıyla, bu karar ve kanunları iptal etmenin yolunu bir şekilde buluyorlardı. Veyahut da, çok sıkışırlarsa da yönetime el koyuyorlardı.
Bunlar Türkiye’de hep rutin olarak yaşanan durumlardı. Burada bazı dış güçlerin aktif olarak rol oynadığı da sır değildir. 12 Eylül ve 12 Mart Müdahalelerinin içinde CİA’nin aktif olarak rol oynadığı, daha sonraki dönemlerde yetkili bazı kişiler tarafından da defalarca ifade edildi.
Özal, bu cendereden çıkmak için bazı adımların atılması gerektiğini her vesile ile ifade ediyordu. Özal döneminde de bilindiği gibi çok sayıda Anayasa maddesi değişti. Yeni bir Anayasa yapılması gerektiğini defalarca söyleyen Özal, Cumhurbaşkanlığından istifa edip yeni bir parti kurarak siyasete girme ve reform niteliğinde bazı önemli değişiklikleri yapmak için gayret göstermek isteğini yakınları ile çoğu kez paylaşmıştı. Fakat ömrü vefa etmedi. Şimdi, kamuoyuna yansıyan zehirlenme iddialarının, resmi olarak açıklanması için meraklı bir bekleyiş devam ediyor.
Fakat dindar ve muhafazakâr çevrelerin, 12 Eylül 2010 tarihinde ki Anayasa değişikliği paketini, ‘’sayısal çoğunluğu ele geçirme gayreti’’ olarak ifade etmeleri ve böyle bir gerekçenin arkasına sığınarak büyük bir reform niteliğindeki bu değişikliklere karşı çıkmalarının hiçbir anlamı yoktur ve asla kabul edilemez. Mademki milletin teveccühü hep sağ iktidarlara olmuştur. Bu asil millet CHP zihniyetini de kendi ile hür iradesi ile iktidara getiremeyecektir. Böyle bir muhalefet olsa olsa bir parti taassubu ve çok dehşetli ve vahim bir tarafgirlikten kaynaklanabilir. Bunun başka türlü bir izahı olamaz.
Çünkü şahıslar ve partiler geçicidir. Ak Parti ve Recep Tayyip Erdoğan bugün var ve yarın yok. Bundan önce olduğu gibi Türkiye’de siyaset çok dinamiktir ve kendi içinde çok kısa sürede değişim ve dönüşüm geçirme kabiliyetine sahiptir. Yakın tarihte bunun çok canlı örneklerini hep beraber yaşadık. O zaman dindar ve muhafazakâr bir şahsın kendi hür iradesi ile böyle bir kaygının içinde bulunması ve demokratik yapıyı güçlendiren böyle önemli değişikliklere karşı çıkması mümkün değildir. Fakat başka fikir ve düşüncelerle enfekte olmuş bir zihniyet için, elbette bir şey söylemek durumunda değiliz.
Kaldı ki, 12 Eylül 2010 Referandumu ile yapılan değişiklikler bu önemli Anayasal kurumlar, siyasi etkilerden en az etkilenecek şekilde yeniden yapılandırılmış ve kendi üyelerinin hukuk zeminlerinde yapacakları seçimler sonucu yönetimlerini ve kurullarını daha hür bir ortamda belirlemelerinin yolu açılmıştır. Bunun en canlı misali de HSYK üyelerinin seçiminde yapılan düzenlemedir. Bu seçimlerde hâkim ve savcılara hem aday olma ve hem de oy kullanma hakkı verilmiş ve kendi kurullarını bu seçimlerin sonunda kendileri belirlemişlerdir. Buna karşı çıkmanın demokratik bir anlamı yoktur ve olamaz.
Yine bu referandumun sonunda Yüksek Askeri Şura kararı ile ordudan atılan, açlığa ve sefalete mahkûm edilen subaylar için de özlük haklarına kavuşmanın yolu açılmış ve bu karar da uygulanmıştır. İnşallah bu düzenlemelerin sonucunda bazı subayların sırf dindar oldukları için, hiçbir suçları olmadığı halde ordu ile ilişiklerinin kesilmesi uygulamaları da son bulmuştur. Bu kadar hayırlı ve güzel gelişmeler ve hizmetler ancak alkışlanır ve buna sebep olanlara dua edilir.
Biz bu konu ile ilgili olarak 12 Eylül 2010 referandumu öncesinde çok sayıda makale yazmış ve bu konudaki görüşlerimizi detaylı olarak ifade etmiştik. Bu makaleler Risale Haber arşivlerinde mevcuttur ve dileyen okuyucularımız yeniden gözden geçirebilirler.
Yapılan bunca müspet ve hayırlı gelişmeye rağmen, bütünüyle yepyeni ve tam demokratik bir Anayasa yapmanın zarureti asla ortadan kalkmamıştır. Türkiye Cumhuriyeti, 89 yıllık tarihine rağmen, hep olağanüstü dönemlerde yapılan Anayasalar ile idare edilmiştir. Bugüne kadar tek başına dört parti iktidara gelmiş ve bu partiler zaman zaman yüzde ellinin üzerinde oy alarak seçimleri kazanmışlardır.
Olağanüstü dönemlerde yapılan Anayasalardan hep şikâyet edilmiş, fakat yeni bir Anayasa yapmak için ciddi bir irade ortaya konulmamıştı. Ak Parti bu önemli konuyu zaman zaman gündeme getirir ve daha sonraları da her ne hikmetse yeniden geri plana almaya devam etmektedir. Hatta hatırlanacağı üzere Anayasa Prof. Ergun Özbudun başkanlığında bir komisyon kurulmuş ve bir Anayasa taslağı hazırlanmıştı. Uzun süre yapılan tartışmaların ardından, konu gündemden düşürülmüştü.
(Devam edecek)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.