Anayasal vatandaşlık getirilmeli
Yeni Eğitimciler Derneği Başkanı Hasan Tanrıverdi demokratik açılımı Risale Haber’e değerlendirdi
Röportaj: Nurettin Huyut-Risale Haber
Yeni Eğitimciler Derneği Başkanı Hasan Tanrıverdi:
“Demokratik Açılım süreci”nin başlama şekli zamanlaması ve oluş biçimi ile ilgili neler söylemek istersiniz?
Demokratik açılım süreci çok geç kalmış bir olay. Belki bundan otuz kırk sene evvel gerçekleştirilmesi gereken bir hadiseydi. Ama çeşitli sebepler, darbeler, demokrasi dışı iktidarlar, statükoyu koruyan yapılanmalar bunu bu zamana getirdi. Şu andan itibaren çok da değil ama olumlu bir havaya girdi. İnşallah ümit verici bir konsensüs oluşmuş gibi... MHP, CHP dışında bir konsensüs var gibi...
Yani tüm halk ve medya kuruluşları bu açılımları destekliyor...
Evet. Yani genelde aydın kesim, okur yazarlar, sanatkarlar, dernekler, sivil toplum kuruluşları açılımı destekliyorlar. Yani başka çaresi de yok Türkiye'nin...
Peki hükümetin çalışmaları, özellikle Başbakan'ın son zamanlarda yaptığı konuşmalara bakacak olursak açılımın gidişatını tatmin edici buluyor musunuz? Geldiğimiz nokta ümit veriyor mu?
Hükümet, bu işi başlatırken, bir hata yaptı. “Kürt açılımı” diyerek daralttı. Direk demokratik açılım olarak girselerdi daha faydalı olurdu.
Hükumet’in şu yönünü çok beğeniyorum. İki siyasi parti dışında bütün siyasi partilerle, yüzde bir oy almış partilerle görüşmesi. Hatta sivil toplum kuruluşları, hatta şehit ailelerine kadar, bu işin bütün mağdurlarına kadar görüşmesini takdirle karşılıyorum. Ben şahsen ümit varım... Şayet bunun sonunda geri adım atılmazsa, engellenmezse, güzel şeyler çıkacağı kanaatindeyim.
Bu açılımın sonunda somut olarak ne bekliyorsunuz? Yani sonuçta neler olursa sizi memnun eder?
Bu açılım sadece Kürt vatandaşlarımız için değil. Türkiye'de birçok etnik gurup var. Kürt vatandaşlar, Laz vatandaşlar, Çerkezler, Boşnaklar... Şimdi aklıma geldiği kadar sayıyorum. Beşte üçü Türk, beşte ikisi Bediüzzaman'ın ifadesine göre, Türkleşmiş unsurlar... Şu an Amerika'nın elliye yakın eyaleti var. Bu eyaletlerin her birinde farklı milletlerden insanlar yaşıyor. Mesela adam Hindistanlı... Soruyorsunuz nerelisin? “Amerikalıyım” diye cevap veriyor. “Amerikanım” demiyor. Sonra Almanya'da bir sürü insan yaşıyor, Alman vatandaşı... Pasaportu var, kimliği var... Nerelisin? diye soruyorsunuz. “Ben Alman vatandaşıyım. Ama Türk'üm, ama Mısırlıyım, ama Tunusluyum.” diyor. Irkını belirtiyor ama vatandaşı olduğu yeri söylüyor illa ki.
Türkiye'nin yapısı da öyledir aslında… Bir çok insan, bir çok etnik gurup var. Bunların hepsi Türkiye vatandaşı...
Yani Anayasal vatandaşlığı mı destekliyorsunuz?
Gayet tabii. Biz istesek de istemesek de, anayasal vatandaşlık bir gerçek.
Anayasadaki “Herkes Türk'tür” ibaresinin kaldırılması taraftarısınız öyleyse...
“Herkes Türkiye vatandaşıdır” ibaresi olsa daha güzel olur bence. Irkı ne olursa olsun, Türkiye vatandaşıdır herkes. Ben Belçika'ya gittim. Ülkenin güneyi Fransızca konuşuyor, kuzeyi Almanca konuşuyor. Çoğu Fransız ve Alman... Ama Belçika vatandaşı herkes. Yani modern dünya bu konuları böyle çözmüş. Sen oradaki herkese, “Almansın, Belçikalısın, Norveçlisin” desen, aynı sıkıntı oralarda da oluşur. Çünkü kimse cibilliyetini inkar edemez, etmez zaten...
Peki ana dilde eğitim konusunda neler düşünüyorsunuz?
Ana dil, bir defa fıtri bir şey... Her insanın bir ana dili var. Yıllardan beri ana dilini kullanmış, hatta bu gibi insanlar diğer bölgelerde de var. Karadeniz'de de var. Trakya'daki seksen yaşına girmiş insanlar Türkçe bilmezler. Rumca konuşurlar. Sanki ana dilleri Rumcaymış gibi bir halleri var. Ama kendileri Rum değil, dil ve kültür o şekilde devam ediyor. Onun ana dili odur.
Şimdi Güneydoğu'da ve Doğu'da Kürt vatandaşımız var. Bunların ana dilleri var. Halk türkülerine girmiş, ağıtlarına, atasözlerine, yaşantısına girmiş... Şimdi bu insanların ana dillerini kullanmaları, geliştirmeleri ve konuşmaları haktır. “Bu dili kullanamazsınız” demek hakkına siz sahip değilsiniz. Ama eğitim konusu ayrı bir olaydır. Geçmiş senelerde üç beş yıl önce dediler nasıl Almanca, Fransızca, İngilizce Kursları var, aynen onun gibi Kürtçe kursları açılsın. Ve açıldı da, aynen devam ediyor...
Mardin Artuklu Üniversitesinin Kürtçe dili ve Edebiyatı diye bir bölüm açma teşebbüsü var. Bu gibi bölümler vasıtasıyla ana dilinin kullanılması, o dilin yaşatılması uygun. Ama okullarda farklı ana dilin kullanılması, o Avrupa'da yok. Mesela Almanya'nın güneyinde ”Bayeriş” konuşuyorlar ama okullarda resmi dil Almanca. Yani ikisini birbirine katmıyorlar. Ama belki de önümüzdeki uzun yıllar boyunca yapı ona müsait olursa seçmeli dil olarak kullanılabilir. Şu an benim düşüncem kurslar açılmalı, televizyon hususunda resmi kanal var ama özel kanallar da olmalı, radyo kanalları olmalı, üniversitelerde bölümler açılmalı... Dil ve kültür korunmalı.
Ana dilde eğitime gelince onun için bir şey diyemiyorum. Şu an için bunu biraz erken buluyorum. Belki Türkiye'nin biraz daha zamana ihtiyacı var. Çünkü bu durum açılıma darbe vurmak isteyenlere fırsat verebilir. Bir de Kürtçenin dil yapısı, Kürtçenin kültürel yapısı, Kürtçenin eğitim hacmi, dil hacmi böyle ana dilde eğitim projesine yeterli gelir mi onu da bir sorgulamak lazım.
Şu an bu saydıklarınız Türkiye'nin büyük bir sorunu bu konularda muhatap olarak kimi almak gerekiyor sizce? Mesela DTP başkanına gel masaya otur deniyor ama o İmralı'yı işaret ediyor...
DTP'nin tek derdi açılımdan ziyade İmralı'daki terörist başını kurtarmak bana göre... Birinci amaçları bu... Belki demokratik açılım DTP'nin de hoşuna gitmeyebilir. Çünkü onun beslendiği bir kaynak var. Güneydoğudaki vatandaşlarımızın mağduriyetinden, ezilmişliğinden, istifade ederek bir yerlere gelmeye çalışıyor. Siz bu mağduriyetleri ortadan kaldırdığınız zaman, onun besleneceği kaynakları da ortadan kaldırmış oluyorsunuz.
Mesela bizim Karadeniz bölgesinde geçmişte kan davaları vardı. Birbirine düşmanlık, hasımlık vardı. İnsanlar birbirlerini öldürüyorlardı. Şimdi o davalar sona erdi. Nasıl oldu bu? Eğitimle sona erdi, işle sona erdi, sosyal gelişmeyle sona erdi. Belki millet kendi başına açılım yaptı oralarda. Şimdi sokaklarda birbirini vuran, birbirine kurşun atan o gençler, öğretmen oldu, avukat oldu, hakim oldu, bankacı oldu, memur oldu, esnaf oldu... İşte aynen öyle de Güneydoğu geliştirildiği zaman, eğitim ve ekonomi alanlarında açılım sağlandığı zaman, iş, aş verildiği zaman o insanlar daha neden devletine karşı gelsin ki? Niye terörist örgütlenmelerine katılsın ki?
Siz bu sorunun çözümünü sadece ekonomik boyutta mı düşünüyorsunuz?
Hayır. Hayır… ekonomik, demokrasi ve eğitim üçü bir arada... Şimdi ben açılımdan şunu anlıyorum; hak ve adalet... İnsanlara hak ve adalet vereceksiniz. İş vereceksiniz, aş vereceksiniz... Açılım bu demek… Yoksa kuru kuru verilen vaatler değil...
Geçen hafta ben bir olay yaşadım. Bir kız çocuğu Ankara Üniversitesi İlahiyat fakültesini kazanmış. Beraberce Ankara Üniversitesine gittik. Kayıt yapacağız. Kapıdan girer girmez, kapıdaki güvenlik görevlisi sert bir şekilde: “Başınızı açın” dedi. Baktım ki bir köşeye başörtülü kızlar çekilmişler, sanki koyun sürüsü kurttan kaçar ya o şekilde sıkışmışlar bir araya gelmişler. Öylece bekliyorlar.
Sonra baktım biraz toleranslı davrandılar ve bir şekilde içeri aldılar. Çok enteresan; kimisi çantasından peruğunu çıkarıyor, sadece kafası üzerinde tutuyor. Başörtüsü görünüyor tamamen, fakat peruk da var kafada. Mantarın tepesi gibi yani... Kimisi de başına şapka koydu. Başörtüsünün üstüne şapka takarak girdi. Kimisi kapüşonunu geçirdi kafasına falan... Şimdi baktım: “ya biz hangi devirde yaşıyoruz?” dedim kendi kendime.
Demokratik açılım diyoruz, bu açılıma sadece Kürt vatandaşlarımızın ihtiyacı yok ki... Bu açılıma bütün insanların ihtiyacı var. Çünkü bu rezalet... Düşünün bir Avrupa televizyonu gelip bu görüntüleri çekse, bir komedi filmi olarak yayınlar. Ve flaş haber yapar, zaten yapıyorlar. Onun için ben açılım konusunda bütün vatandaşların eşit olduğunu düşünüyorum.
Açılımın muhatabı PKK yapılmak isteniyor. DTP ona uğraşıyor, İmralı ona uğraşıyor. Sanki Kürtlerin temsilcisiymiş gibi: “Beni muhatap al” diyor... Ama on iki, on üç milyon kadar Kürt vatandaşımızın olduğu söyleniyor. Kesinlikle bu insanların yüzde biri veya yüzde ikisi ancak terör örgütünün temsilci olmasını isteyebilir. Diğer vatandaşlar açılımın muhatabıdır. Oradaki sivil toplum kuruluşları, oradaki yerel yönetimler, oradaki iş adamlarıdır...
Yıllardır o bölgede askerlerimiz şehit oluyor. Müthiş bir çatışma var. Demek ki o bölge de bir PKK sorunu var. Bu sorunun bitmesi ve bu insanların dağdan indirilmesi lazım ki, bu acı durumlar meydana gelmesin. Sizce bu bahsettiğiniz haklar verilirse terör biter mi? PKK dağdan iner mi?
Devletin şunu düşünmesi gerekir. Bu terör örgütüne katılan insanların yüzde yetmişi, sekseni kandırılarak dağa çıkarılmış insanlar. Kandırılmış gençler... Bir televizyon programında seyrettim.
Adana'da tarlada çalışan bir kız çocuğu, bir tane kot pantolon almak istiyor. Babası kot pantolon almak istediği için kızını feci şekilde dövüyor. Bundan istifade etmek isteyen bir başka kadın ona: “Ben sana kot pantolon alacağım. Sen benimle gel” diyor. Bir kot pantolon için dağa çıkıp terörist olan kız çocuğu var... Bir kot pantolon için... Şimdi eğer bu çocukların işi ve aşı olsa dağa çıkarlar mı? Çıkmazlar... Dağdaki örgüt bünyesi altında çalışan gençlerin, çoğu genç zaten... bunların çoğu bence kandırılmış insanlardır. Bir şekilde bunların karşılıklı mutabakatla affedilip, bir şekilde hayata kazandırılmaları lazımdır. Fakat örgütü yönetenlerin, elebaşı olanların böyle bir affa uğramaları bence çok yanlış olur...
Bir bataklık düşünelim. Bataklık ne yapar sivrisinek üretir. Siz bataklığı kurutmayıp da, sivrisinekleri öldürerek bu işi kapatamazsınız. Yani dağdaki insanları öldürmekle bu iş bitmez. İnsan öldürmekle terörizm bitmez. Kaynağı kurutmanız lazım. Kaynağı kuruttuktan sonra. Ama ben zannetmiyorum bu örgüt bir başka şekilde gene devam eder. Başka isimler altında bu tip örgütler her zaman olur. Her devlette bunlar vardır mutlaka...
Hükümet demokratikleşmeyi sağlayabilecek mi? İçişleri Bakanı, “Köy isimlerinin değiştirilmesini şu an için düşünmüyoruz” dedi. Yani bu kadar basit bir şeyi bile düşünmüyoruz diye yanıtladı. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bence birinci adım olarak köy isimlerinin değiştirilmesi lazım. İşe oradan başlamak lazım. Birinci adım olarak... Eğer düşünülmüyorsa, o zaman işin başlangıcında eksiklik var demektir. Mesela Trabzon'da “İskefiye” denen bir ilçe vardı. Bu kelime Rumcadan geldiği için ilçenin adını değiştirdiler. Geçmişte Rumlar kullanmışlar. İlçenin adını Çarşıbaşı yaptılar. Ama Trabzon insanının yüzde doksanı hala o ilçeye İskefiye diyor. Yani sen değiştirdin diye değişmiyor. Olmuyor.
Orada bir köy vardı eski adı “Glida”. Yeni ismi Güldağ... Ama yeniletildi diye insanlar bunu kullanmıyor. Yani eğer böyle bir demeç verilmişse, bu açılımın içinde köy isimlerinin, ilçe isimlerinin geri iadesi düşünülmüyorsa, çok büyük bir eksiklik demektir. İşe yanlış başlamışlar demek ki... Böyle olsa açılım ölü doğar... Şu anda yol haritası da belli değil...
Muhalefet liderlerinin tutumlarını nasıl buluyorsunuz?
Bu meselelerin bu hale gelmesinde muhalefetin büyük payı var. Zaten CHP kurmuş bu statükoyu. “Cumhuriyeti biz kurduk diyor” ya hani... Bu Cumhuriyeti kurmuş ama, Cumhuriyetin yanında statükoyu da oturtmuş. Bediüzzaman Hazretleri, “ırkçılarla, halkçılar beraber” diyor. Bakıyorsun bu olayda da, ırkçılarla, halkçılar beraber... Allah aşkına, onların birbirinden farkları yok gibi sanki. Yani ikisi de aynı kuyuya taş atıyor. Muhalefet ben oyumu nasıl muhafaza edebilirim diye düşünüyor. İktidara gelmek gibi bir dertleri yok. Tek amaç bu statükoyu muhafaza etmek... Bu resmi ideolojiyi muhafaza etmek... Açılım falan filan onların ilgi alanı dahilinde değil... CHP'nin geçmişte yayınladığı bir rapor var, Baykal Genel Sekreterken... Şimdi CHP o raporun neresinde? Mesela TUSİAD'ın da yayınladığı bir rapor var geçmişte. “Kürt sorunu” diye... Şimdi TUSİAD o raporun gerisinde. Kendi yayınladıkları rapora sahip çıkmıyorlar. Peki bu raporları neden yaptınız? Demek ki başka amaçları vardı...
Hükümet de galiba net olarak ortaya bir şey koymuyor. Mesela Baykal geçenlerde: “Biz neyi konuşacağız?” dedi. Muhalefet de haklı olarak soruyor belki de... Acaba hükümete açık çek mi veriyor? Ne yaptığınızı belirleyin gibi...
O öyle masumca değil. Hükumet bir konu belirleyecek ki, CHP hükumeti oradan vursun. Onun için öyle söylüyor. Ama Hükumetin bu konuda samimi olduğu kanaati bende var. Çünkü şu anda başka çaresi yok. Sarılacağı başka bir dal kalmadı. Bu konuyu mutlaka halletmesi lazım hükumetin. Avrupa Birliği sürecinde geç kaldılar. İki üç yıl zaman kaybettiler. Belki AK Parti'nin kapatılma aşaması buna mani oldu denebilir ama bu hükumetin elinde iki çare var. Bir: Demokratik açılım, İki: Avrupa Birliği...
2010 yılında müzakere bitecek deniyordu...
Peki bitiyor mu şimdi? Bu gidişle bitmez ki... Romanya, Bulgaristan, Macaristan gibi ülkeleri ele alalım. Ben buraları gördüm. Öyle o kadar da ahım şahım yerler değil. Türkiye'nin şu anki alt yapısının çok gerisinde kalmış ülkeler bunlar. Ama bu ülkeler İktidarıyla, muhalefetiyle birlik olmuşlar, anayasalarını değiştirmişler, Avrupa Birliğine girmişler. Biz onlardan Kırk elli yıl önce müracaat etmişiz. Hala iki adım ileri, bir adım geri devam ediyoruz...
CHP bu statükoyu korumaya çalışıyor. MHP zaten vatandaşla çok alakası, diyaloğu olmayan bir parti. Mesela siz hiç Bahçelinin güldüğünü gördünüz mü? Yani vatandaş, ister Türk olsun, ister Laz olsun, ister Kürt olsun... Bu ülkenin vatandaşı “ Devlet baba” şefkati ister. Gördüğü zaman onu kucaklasın, ona gülsün ister...
Bütün bunların yanında diğer bir tarafta din konusu tartışılıyor. Yani din bu sorunları çözer diyen bir kesim var. Sizce din bu konunun neresinde, din kardeşliğinin ne gibi etkisi olabilir?
Bediüzzaman’ın bir sözü var, “Dil, din, vatan birse, millet birdir.” diyor. Dil bir ise, din bir ise gene millet birdir diyor. Osmanlı Devletini bir düşünün. Osmanlı Devleti otuz altı ırkı ve en az altı yedi tane farklı dini, mezhebi, altı yüz sene bir arada tutmuş. Nasıl tutmuş bunu Osmanlı? Bunu din kardeşliğiyle bir arada tutmuş. Din kardeşliğinin yanında farklı dinlere demokratik insan haklarını da vermiş. İkisini beraber götürmüş.
Hatta öyle devletler var ki Osmanlı'ya: “Gel beni al, ben sana tabi olayım.” demiş. Çünkü sen bize özgürlük, adalet, hürriyet getiriyorsun demişler. Ve Osmanlı altı yüz yıl bu insanları bir arada tutmuş. Geçenlerde bir anket vardı. “Bizi bir arada tutan faktörler nelerdir?” diye bir soru soruluyor. Yüzde yirmi beş: “Din” diyor. Yüzde yirmi beş küsur “Ortak coğrafya” diyor. Yüzde yirmi beşi: “Kültürümüz” diyor. Bunların tamamı zaten yüzde seksene ulaşıyor. Hepsi Dinden kaynaklanan şeyler yani. İnsan dinini seviyorsa, coğrafyasını sever. Coğrafyasında yaşayan insanları sever. Zaten bu insanlar birbirinin içine girmiş, kardeş olmuş, kardeşlikten öte kanka olmuş. Benim şimdi gelinim Kürt, yeğenimin hanımı Kürt... Şimdi kanka olmuşlar yani bunun daha ötesine berisine takmaya lüzum yok.
Demokratik açılım, İslam kardeşliği, birlik ve beraberlik demek... Görüldü ki laiklik bu insanları bir arada tutmuyor. Resmi ideolojiler bu insanları bir arada tutamıyor. Bu insanları ne bir arada tutacak? Din birliği, din kardeşliği tutacak, ortak coğrafya tutacak, milli ve manevi değerler tutacak. Ramazan ayı gelince doğusu, batısı, güneyi, kuzeyi kalmıyor... Her yerde hep beraber aynı anda teravih namazları kılınıyor. Oruçlar tutuluyor. Bayram gelince de yine aynı şekilde insanlar kardeşçe kucaklaşıyor, bayramlaşıyor, aynı sevinci paylaşıyor... Demek ki biz tek bir milletiz... Ayrı gayrı yok...