Afife ARTIK
Annem-1 ‘Bağlayan Şefkat’
Bir insana çok şefkat ederseniz onunla bağlanırsınız. Her şeyiyle alakadar olur ve hissettiklerini bile hissedebilirsiniz.
Annemin de bana olan aşırı şefkati onun benim her şeyimden haberdar olmasına vesile oluyordu şimdi daha iyi anlıyorum. Yanında olmasam bile benden haberdar idi. İşte birkaç misali:
Bir kış günü idi. Eskişehir’in soğukları fazlasıyla kendini hissettiriyordu ve ben Eskişehir’de dersanede idim. Annem ise Ankara’da. Kaloriferler arızalanmıştı ve ciddi soğuk idi. İşte tam bu anda annem aradı ve “oralar çok soğuktur eve gel” dedi bana. Belli ki ben üşümüştüm annem ise bundan müteessir olmuştu.
Yine Eskişehir’de iken koşturmacalarımızın yoğunluğundan (söylemesi ayıp olmasın) fırsat bulup da banyo yapamamıştım. Her halde belki on beş güne yakın olmuştu. Yine annem aradı ve bana “sen orada banyonu yapamıyorsundur eve gel banyonu yap” demesin mi….
Bir keresinde de Eskişehir’den Ankara Kızılcahamam’a kısa bir kamp programı için geliyorduk. Az bir zaman kalıp yine arabayla geri döneceğimiz için annemlere haber vermemiştim. Ankara il sınırından girdiğimiz anda bir telefon aldım. Annem telefonda “Ankara’dasın biliyorum, eve gel” diyordu.
Bunları annemin kerametlerini anlatmak için değil şefkatin nasıl bir bağ olduğunu ve insanlar arasında ne denli sıkı bir irtibat sebebi olduğunu ifade etmek için anlattım.
Demek ki şefkat, şefkat eden ile edilen arasında bir bağ kuruyor. Kalbî ve zihnî bir bağ.
Eğer o bana şefkat etiği gibi ben de ona şefkat etsem ben de belki her halinden haberdar olabilirdim. Genelde “ana yüreği, annelik sezgileri” olarak ifade edilen durum şefkatin açtığı bu kanallardır belki de.
Peygamber Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam’ın bütün ümmetinin sıkıntılarından haberdar olması ve Bediüzzaman’ın medyayı takip etmemekle beraber bütün âlem-i İslam’dan haberdar oluşu bu şefkat kanalının varlığına en zirve delillerdir belki de.
Hafız Ali ve Hasan Feyzi’nin Üstadımız bedeline berzah âlemine gidişlerine ne demeli. Yüksek bir hamiyet ve hararetli bir şefkatin tezahürü değil midir?
Anneciğim de sık sık “sana kurban olayım inşallah” der idi de ben de ona “ikimiz de Allah’a kurban olalım anacığım, neden bana kurban olasın” der idim.
Kurban deyince hatırıma geldi. Annemi kefenlemeden evvel ellerine kınalar yakmışlar. “o kadar güzeldi ki” diyor yıkanmasına refakat eden teyzemin kızı… “ben o kadar güzel bir renk görmedim, o kınalar öyle bir renk aldı ki ellerinde çok yakıştı” diyor.
Şefkatin aşka olan üstünlüğü malumdur. Annemin de şefkati, şefkat ettiğini paylaşamayan bir şefkat değildi. Üstadımızdan ve mücerred kalıp evlenmeyişinden, çocukları olmamasından ne zaman bahsetsek annem “senin gibi çok manevi evlatları var onun, işte sizler onun evladı sayılırsınız” derdi. Ben o şerefe nail olduğumu diyemem ama annemin kendi evladını başkasına manevi evlat olarak kabul edişi elbette taktire şayan. Anneler evlatlarını paylaşamazlar çoğu zaman. Ne kadar mübarek bir zât da olsa birinin manevi evladı olarak kendi evladını görmek yüksek bir hamiyet eseri.
Risale-i Nur’un mesleğindeki “müfritane irtibat” da her halde şefkati gerektirir. Kişi ancak şefkat ettiği insan ile müfritane bir irtibat içinde olabilir. Ondan haberdar olabilir ve onun hissiyatı ile yaşayabilir. Bu sadece zahiren görüşmek ve haberleşmek demek değildir. Sıkıntısını kendi ruhunda hissetmek, müteessir olduklarından kendi de müteessir olmak, hatta o gidecek iken “aman senin yerine ben gideyim berzaha” demektir belki.
Üstadımız bir mektubunda “Hulusi’nin bir gailesi var diye hissediyorum” demiştir. Çok mektublarında da bazı talebeleri sormuş ve ne halde olduklarını merak etmiştir. Eğer bir talebenin ehemmiyetli bir sıkıntısı olsa ondan haberdar olmuştur. Bazen kimin ne sıkıntısı olduğunu açıkça bilmiş bazen de “kimde bir dert var acaba” diye soruşturmuştur. Ruhunda hissettiği sıkıntının sebebini araştırmıştır.
Abdurrahman’ın vefatını o anda haber alamamış ama aynı onun vefat zamanında çok elemli bir ruh haleti içine girmiştir.
Bir tek talebenin sıkıntısı bile onu müteessir ettiği gibi, âlem-i İslamiyetin ve âlem-i insaniyetin başına gelenler de şefkat ciheti ile onu çok ciddi müteessir etmiştir. Asrında yaşayan ve kıyamete dek gelecek olan bütün insanlarla bu şefkat kanalları ile bir cihette bağlanmıştır.
Elbette şefkat ile bağlanmak sadece teessürün paylaşılma sebebi değildir. Dördüncü Şua’da izah edildiği gibi insan, şefkat ettiği zâtların lezzetleri ile de lezzetlenir, saadetlenir.
İmanımız olduğu için biz de bütün ehl-i tevhidin, en başta da Peygamberlerin mazhar olduğu nimetler ile saadetleniriz. Âdem Aleyhisselam’ın tevbesinin kabulünden tutun da Nuh Aleyhisselam’ın tufandan selametle kurtarılması, Yusuf Aleyhisselam’ın kuyudan çıkarılması, Yunus Aleyhisselam’ın balığın karnından selamete çıkması, Yakub AleyhisselamIn Yusuf’a kavuşması, İsa Aleyhisselam’ın semavata çıkarılışı, Muhammed Aleyhissalatü Vesselam’ın perdesiz huzura kabulü (mirac-ı ekber) gibi bütün peygamberlerin, bütün nimete mazhar kılınmışların saadet ve lezzetleri ile lezzetleniriz.
Rabbimiz de bize her gün kırk defa Fatiha Suresinde “kendisine nimet verilenlerin yoluna bizi hidayetinle isal eyle” dememizi emrediyor. Demek bütün o nimet verilenler ile alakadarız. Peki ne kadar alakadarız?
İşte şefkatimiz inbisat ettiği kadar… yettiği ve yetişebildiği kadar…
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.