Mustafa ORAL
Aşk ve Ağaç
İnsan tek şeyi sever. Aşk çok boyutludur ve derin düşündürür insanı. İnsan aşkta ayrıntıya karşı duyarlıdır. Sığlıkta sınırsız.
Aşk.
Aşk varlığın ağaçla konuşmasıdır. Aşk çağlarca büyüyen bir ağacın terkisinde yüzyıllarca uyuyan bir varlıktır...
Aşk bu seslerle uyandığında gözüne ilk önce ilişen bir meyveydi. Ruh ve ten çekmesi.
Sonra...
Sonra elma aşkı.
Elma nargilesi ile afyonlanmak Emirdağ’da.
Düşü deşti, gerçeğin kuyusunu eşeledi. Elma gerçeğin kuyusuna yönelip, üstündeki çiğ tanelerini havaya sürterek yürüdü. Aşk onu izleyemedi. Ruhunun uzun ellerini bedenin iki tarafına doğru çözülmüş ip gibi bıraktı. Sevgilisinin eline elini uzattı. Elmayı havada kaparak küçük bir oynaşmadan sonra yuttu. Hayat makamı düşük bir meyvenin yaşamı, ikinci bir canlının canına katıldı.
Elma bitki iken, insan oldu. Havva, Havva iken, Adem oldu. Hava elmadan sızan bir su oldu.
Adem ve Havva‘nın bağ bıçaklarıyla yarılınca elma...
Elma içe doğru kıvrılan kuyunun yosunlu taşlarına çarpa çarpa dibe düştü. Aşk elmanın zarif cismini büründü. Elma yüzü güzelleştirir, kadın erkeğin yüzünü güldürür, dedi.
Aşk her şeyi onun perdeli gözüyle gördü. Kırbada gözünün suyuyla ıslanmış elma suyu vardı. Derin derin sustu. Arzuladığı her nesneyi, elmayla bağlantısını kurarak sevdi bir zaman.Nereden bakılsa bir zahitlik yada zamanın bir başka boyutunda dervişlik.
Her şeyi olduğu gibi kabul etmeye çalıştı. Biraz isteksiz de olsa teslim oldu.
Bir dinginlik, bir yorgunluk...
Geçmiş zaman...
Yosunlarda rastladığı fotoğraflar öyle söylüyordu.
Fotoğraflar, yosunlar ve kabuklar...
Aşk fotoğraflara bakarken kabuk değiştiriyor, yepyeni bir insan oluyordu. Birbirini tetikleyen hisler, çağrışımlar, tedailer...
Şimdi aşk elmadan küflü olarak - ki çiğ kan ve küf tutar.- yaprağa doldu. Rüzgar yaprağa elek tuttu. Aşkı eledi, eledi... Aşk kendini, kendinde eledi, eledi...
Yaprak bütün aşıkların haritası oldu.Yusuf, Mecnun, Ferhat çizgi çizgi göverdi. Yusuf deniz misali engin ve derin bir kuyu gibi göründü. Mecnun uçsuz bucaksız bir çöl. Ferhat kahverengi çizgilerle bir dağdı sanki. Aşk bir yığın sonbahar.
Aşk yaprakta meyveyi, yerini aradı, bulamadı. Bulduğunu sandı, bir yeri işaretledi: X.
Yaprak güneşin azalarını taşıyan bu yönelişlere dayanamadı, arı rengini yitirdi, süzülüp, sızdı kaldı. Allah seni ıslah etsin Hölderlin, yaprağın ateşe mukavemet edemediğini niçin anlatmadın bize, dedi.
Yaprak bilinmezliklerin kuyusuna düştü. Bu meyvenin yazından, yaprağın güzüne hicretti.
Aşkın aşkınlığının, sığ akla sığmadığı çoğaltılmış anlar...
Yine suskunluklar, heyulalar, saf insan hayalleri, artık hayata yeniden başlayışlar...
Yeni tespitler, yeniden değer üretmeler, çıkarımlarda bulunmalar: Artık ben bir daha...
Ağaç çıplak; kış uykusuna yattı. Dallar zayıflamış parmaklar gibi gökte kümelendi. Havada bin bir hal ile eşyayı selamlaya selamlaya ilerledi. Elma düşmüş, yaprak kırışmış, aşk buruşmuş, gerçek ortaya çıkmıştı.
Aşk yörünge oldu...
Aşk yörüngesini kaybetti; elma bahçelerinde yapayalnız kaldı. Bu bir tufandı. Bütün gerçeklerden soyunup, dallar gibi bütün ağırlıklarını döktü. Dökülen varlıklar sayısınca ses duyuldu.
Aşk zaten çoğul bir sesti ve her şey bir şekilde bunun öznesi oldu. Dalları karlar bürüdü, yürekleri katrandan ateşler. Gökyüzünün karını dallar, arını kalbler taşıdı bir zaman. Kar arı yıkadı.
Ah bunalım, ah kaos ve ey kutsal: Aşk.
Öldürülen tanrılara eklemlenerek kuyulara atılan eşyalardan sonra yine, yeniden İbrahimvari aşklar...
Kar dalların kabuklarını örttü. Aşk karlar attı dalların üzerine. Aşk avcılık ve toplayıcılık dönemindeydi.
Aşkla ilgili ilkelerin ilkelliği.
Acı çekmekten ruhi bir haz alan haliyle aşk, dallara saldırdı. Karlarla birlikte dallar yere abandı. Yine derin yorgunluklar; başkalaşımın, dönüşümün beşiğinde uzun uykular.
Mustafa uykularda duruldu. Sahi Mustafa duru ve berrak değil miydi? Aşk onu durultmamış mıydı Barla’nın kalbinin kınındaki o derin uykularda?
Mustafa uyandı. Üstündeki çulu attı.
Aşk göğüsleri yeni tomurcuklanmış kadınların göz izleri gibi ağaçta tomurcuk açtı. Tomurcuğun, eşyanın en yoğun hali olduğunu fark etti. Sabrına hakim olamadı. Hızla giden trenin vagonunun penceresinden elini uzatarak çiçekler koparmak isteyen haylaz çocuklar gibi parmaklarını göğe uzattı.
Ellerini dikenler yırttı, yüzünü sıyırdı.
Kandan bir harita onun yüzünde belirginleşti.
Kan...
Rüzgar, kanı bağ bıçağının ucuyla kazıyıp, ağacın üzerine at gibi itti. Kan lif lif elmanın üzerinden dallara, oradan yapraklara, sonra tomurcuklara doğru sızdı. Gövdeye doğru sessizleşerek azaldı.
Kutsanan idoller kırıldı, tanrılar azaldı. Ruh bir cezir yaşadı met zamanı. İçin örslerinde kan kırıntıları ve iç savaşlardan kalma silah sesleri vardı.
Ağacın gövdesi elin bileği, parmaklar dallar, tırnaklar yapraklar...
Mustafa eşya yürüyüşünde böceğin ağaca isrası gibi yol düzdü bir zaman. Böcek her parmağı işaret kulesi bilek sandı.
Aşk yürüyüşünde tanrılarını azıttırdı.
Akşam eşyanın dal ve budaklarından, kendi beden kulübeciğine, varlığının gövdesine indi.
Gülsuyu gibi kan sızdı ağacın bedeninden. Acı ılgın toprakla selamlaştı.
Toprak zaten yeniçerisini beklemekteydi. Kanını içti toprak yeniçerileri taşıyan atların. İçilen kanla gerdek kutlandı.
Toprak kainatın kalbi, kan insanın bengisi, sonsuzluk suyu oldu.
Kökler toprağı yedi, toprak kanı içti. Ağaç ve toprak yarelerini döktü.
Böcek bezgin, ağzında bir çekirdekle toprağın yüzüne, eşyanın düzlemine indi.
Başını kaldırdı Mustafa. Ağacın üzerindeki binlerce meyveyi, milyonlarca yaprağı fark etti. Kendini keşmekeşlikten kurtaran bir hayat buldu.
Bütün çoğullar tekilleşti; ikilemler kalktı; idoller kırıldı; ikonlar parçalandı. Bütün tanrılar yok edildi. Böylece varlığın çekirdeğinden her şey çırılçıplak gözlendi.
Birden nal sesleri duyulmaya başladı. Az sonra Barla’nınatı ortaya çıktı. Mustafa titredi. Ne yapacağını bilemedi. Gözlerini kapattı. Uyumak istedi.
“Bre Aşık, bre aşık”, dedi Barla.
Gittikçe derinleşen sesiyle devam etti:
İnsan çekirdek ve meyve. Çekirdek insanın öz suyundan hamile kalanda dünyaya getirecek meyveyi.
Gökyüzünde yıldızları say her gece, ne zaman bir tane eksik çıkarsa, işte aradığın odur.
Aşk yukarıdan aşağıyadır, elde edilmez, verilir, kazanılmaz. Aşkla donatılır insan. İlk meyveyi yiyen de, yukarıda yedi meyveyi. Ve aşk onların içine öylece zerk edildi.
Aşk ruhtan başladı. Çünkü ruhlar dünyasından geliyor. Çekirdeği tekrar tekrar ıslat. Ruhun kuyusunda kuluçkaya yatır. Yatır ki kalb toprağının feracelerine dal budak salsın.
Her bir çiçek, her bir meyve hafızaya binler vücut resmi bırakarak gider. Ve binler aşk izi bırakarak, düşer kalp toprağının döşüne. Düştükçe binler çiçek olarak göverir.
Mustafa bir yakaza yaşadı sanki. Uyku ile uyanıklık arasındaki bir halle mırıldandı:
İnsan aslında tek şeyi sever; derinlemesine artırır sevdiklerini ve kendini bir ağaç gibi..
Ey Barla…
Ey katran ağacı...
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.