Ali BAYRAMOĞLU
Askerler, siyasetçiler ve Kürtler
Önce ilke…
Asker Zafer Bayramı mesajı vesilesiyle olsa da konuştu ve Kürt açılımıyla ilgili kurumsal tutumunu ilan etti.
Konuşmalı mıydı?
Elbette hayır…
Demokrasilerde askerin konuşmasının yeri, şekli ve sınırları sivil otoriteye bağlılık ilkesi etrafında düzenlenir. Bu ilkeyi aşan ve bozan haller, "güçlü ordu-güçlü devlet gibi" otoriter düzen kokulu söylemler ordunun siyasi otoriteden bağımsız, hatta onun üstünde bir denetim ve karar kurumu olmasına işaret ederler.
Bu ise askeri vesayet sisteminin açık bir göstergesidir.
Askerin konuşmasının ardından CHP ve MHP askerin bu tutumunu öven çıkışlar yaptılar. CHP Grup Başkanvekili Kemal Anadol, "Asker (…) iyi bir vurgulama yapmıştır" derken, MHP Grup Başkanvekili Mehmet Şandır, "Bu, (açıklama) Kürt açılımı projesinin sahiplerine de cevaptır. Dolayısıyla bu açılım bitmiştir" sözleriyle karşıladı, Başbuğ imzalı asker açıklamasını...
Peki doğal bir durum mudur?
Hiçbir şekilde değildir.
Demokrasilerde siyasi partiler, katılsalar dahi askerin görüşleri üzerinden siyaset yapmazlar, askeri iktidar mücadelesinde güç unsuru olarak kullanmazlar, sivil alanı askeri kurum karşısında ortalaşa korurlar…
Sivil alanın korunması sivil değerlerin filizlenmesinin olmazsa olmaz koşuludur ve demokrasiyi merkez alan siyasi partilerin etik varoluş biçimidir.
Gelelim bu gelişmelerin siyasi durum ve güç ilişkileri açısından anlamına…
Son yıllarda sivil demokrasinin tesisi için kavga veriliyor ve Türkiye bu yolda hızla ilerliyor. Ama ülke henüz üzerindeki vesayet gölgesinin atabilmiş, asker siyasi rolünden arınabilmiş, siyasi partiler demokrasinin temel ilke ve değerlerlerini benimseyebilmiş değil.
Böyle olunca askerin tutumu da muhalif partilerin "militarist popülizm"i de şaşırtıcı olmuyor.
Belki daha ötesi…
Görmek gerekir ki, bir yanıyla bu tür girişimler, dirençler yaşadığımız değişim sürecinin bir unsuru ve kanıtıdır…
Dün söyledik, uzak açıdan bakılınca resim daha net:
Türkiye ciddi bir değişim hamlesi başlatmıştır, Kürt açılımı bunun en önemli kanıt ve aşamalarından birisidir. Kaldı ki bu açılım da bizzat bir süreçtir, geri çevrilemeyecek ya da kalıcı etkileri olacak özgürlükçü bir tartışma ve beklenti iklimini beslemektedir.
Yakın açı ise daha bulanıktır ve yanıltıcı:
Zira bu açı, ilgili tüm aktörlerin hem bu süreci etkilemek için hem siyasi varlıkları korumak için yaptığı hamlelerden oluşuyor.
Bu hamlelerin önemsiz olduğunu ima etmiyoruz.
Ama şunu da görüyoruz:
Genel çerçeveyi ya da "istikameti bu hamleler değil, tersine hamleleri yerleşik değişim süreci belirlemekte"dir.
Siyaset bu çerçevede şekillenmektedir.
Siyasi güç ilişkileri öyle bir biçim alabilir ki, bu, Kürt açılımını aksatabilir, hatta durdurabilir. Ancak meşruiyetini ve gücünü toplumsal zeminden olan bu açılımın ruhu ve dinamikleri kısa süre sonra Türk siyasetine daha etkili bir şekilde geri döner.
Bu, dün böyle oldu yarın da böyle olacaktır.
Şimdi bu koşullar ve çerçevede şu soruya yanıt arayalım:
Kim ne yapmaya çalışıyor?
MHP bizce "samimi"dir, daha doğrusu "sahici"dir. Ancak bu sahicilik dünü, akıl dışını ve şiddeti değer kılan faşizan ve bölücü bir milliyetçiliği temsil etmektedir.
CHP durumu "vahim" ve "kötücül"dür. Bu siyasi parti varoluşunu çözümsüzlük politikalarına, kan , korku ve şiddete, krizleri rant haline çevirmeye endekslemiştir.
DTP, süreci tersten etkilemeye, çıtayı yükseltmeye çalışmaktadır. Çözümün ayrıcalıklı tarafı olma politikası izlemektedir.
Askere gelince… Ordu son açıklamayla siyasi varlığını hatırlatmakla ve ileriye yönelik imalarda bulunmakla birlikte, daha çok kendi içi ve dışında biriken "beklenti gazı"nı almıştır.
Durum bundan ibarettir…
Yeni Şafak
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.