Yavuz BAHADIROĞLU

Yavuz BAHADIROĞLU

Aşkın 'vav' hali

“Hat, kıvrak harflerin sessiz raksıdır!..” dedim ya dünkü yazımda; kimi kısrak başı gibi uzanır kenardan, kimi kartal gibi dikilir azametle, kimi zinde bir dinginlik içinde sarılır diğerine, kimi isyankâr bir hamle ile en umulmadık yerden fışkırır.

Öylesine şaşırtıcı ve etkileyici bir bütünlük ki, Hattat Hafız Osman Efendi’nin, çizdiği “vav”ı ters çevirerek, Sinan’ın Süleymaniye’sine kubbe yapabilirsiniz.

Her “vav”ın bir hikâyesi var...

¥

Meşhur hattatlarımızdan Hafız Osman Efendi (1642-1698), bir gün Beşiktaş’tan Üsküdar’a dolmuş yapan bir kayığa binmişti...

Kayık Üsküdar iskelesine yaklaşınca, müşteriler paralarını çıkarıp vermeye başladılar. Fakat Hafız Osman Efendi’nin üstünde tek kuruş yoktu. Bir zaman ceplerini karıştırıp durdu. Sandalcı küçümseyerek onu izliyordu: “Paran yok mu?..” diye sordu.

Düştüğü bu acınası durumdan bir an önce kurtulmak isteyen hattatın aklına bir fikir geldi:

“Param yok” dedi, “Ama ben tanınmış bir hattatım. Sana bir ‘vav’ yazıversem, sen de onu yol ücreti olarak kabul etsen olmaz mı?”

Sandalcı acıdı koca hattatın haline, daha fazla ezilip büzülmesini içi götürmedi: “Hadi yaz” deyiverdi. Hafız Osman Efendi, çıkardı kâğıdı-kalemi, özenle bir “vav” çizdi sandalcıya:

“İstersen evinin duvarına asarsın, istersen gidip bedestende satarsın. Hadi bana eyvallah!”

Sandalcı bir zaman sonra döndü Kayıkçılar Kıraathanesi’ne. Başından geçenleri bir bir anlattı meslekdaşlarına. Ardından çıkarıp yolcusunun çizdiği “vav”ı gösterdi: “Aha da bu!”

Anlatılanlara kenardan kulak misafiri olan iyi giyimli birinin, sandalcının elindeki “vav”ı görmesiyle yerinden fırlaması bir oldu: “Hafız Osman vav’ı!..” diye mırıldanarak âdeta sandalcının üstüne atıldı: “Bana satar mısın?”

İyi giyimli adamın heyecanına bir anlam veremeyen sandalcı, neredeyse bir kayık fiyatına “vav”ı sattı... İştahı da kabardı tabii. Her gün kayığının başına geçip bağırmaya başladı:

“Bir vav’a Üsküdar!.. Bir vav’a Üsküdar!”

Nihayet denk geldi, bir gün Hafız Osman Efendi yine aynı sandala bindi. Ama bu kez parası vardı. Yol parasını çıkarıp vermek üzereyken, “vav”ın tadını almış olan sandalcı mani oldu: “Aman Hocam, para istemez. Bir vav yazıverin yeter!”

Hafız Osman Efendi gülümsedi:

“O vav her zaman yazılmaz evlât!”

Her “vav” da para etmez...

Eğer arkasında Hafız Osman yoksa...

Rahmetli Mehmed Âkif de öyle demiyor mu?:

“Yıkmak, insanlara yapmak gibi kıymet mi verir?”

Onu en çolpa herifler de emîn ol, becerir.”

“Sâde sen gösteriver “İşte budur kubbe!” diye,

İki ırgatla iner şimdi Süleymaniyye...”

“Ama gel kaldıralım dendi mi, heyhât o zaman,

Bir Süleyman daha lâzım yeniden, bir de Sinân!..”

Bugün karşımızda, onların inşa ettiğini onarmakla övünen (Süleymaniye’nin tamirden sonraki açılışında Başbakan’ın konuşmasını hatırlayın) bir Türkiye var...

Ne Süleyman’ımız kalmış, ne de Sinan’ımız...

İşte bu yüzden Cumhuriyet Türkiyesi’nin bir cami mimarisi oluşmadı...

Bir Hafız Osman, bir Hamid Aytaç daha yetişmedi.

Hadi şimdi gelin “vav” deyip geçin bakalım... “Hat” deyip geçin, sanat deyip geçin!

Bence dostlar, “vav” deyip geçmeyin, “hat” deyip geçmeyin, “sanat” deyip geçmeyin.

“Sanat”ın “vav” hali ile “vav”ın “aşk” halini çözmeye çalışın!

Akit
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum