Ayet’ül Kübra, yolcu ve yolculuk teması

Bediüzzaman klasik dini tefsir perspektifinden ayrı düşünen ve yazandır. Edebiyatın yol ve yolcu, yolculuk teması vardır. Bu konuda çok şey yazılmıştır, romanlar telif edilmiştir. Bediüzzaman’ın eserlerinde yolculuk teması bir doktora tezi olacak kadar büyük bir konudur. Çünkü “insan bir yolcudur, sabavetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre” diye devam eden sözü gereği insanın dünyadaki yolculuğunu ahirette karar kılan bir yolculuğa benzetir.

Fakat Bediüzzaman, yolculuk temasını sadece ahirette son bulan bir tema olarak değil, anlatım unsurunu yüklenen bir narrasyon aracı olarak da kullanmıştır. Birçok eseri bir yoldan insan hayatına, özellikle uhrevi hayatına bakmak tarzında biçimlenmiştir. Mesela ikinci söz bir seyahattir. “Bir vakit iki adam, hem keyif, hem ticaret için seyahat ederler…” Eser bir seyahat temasıdır. Üçüncü sözde uzak bir yere gitmek için emir alan iki kişi vardır, mesele yolculuktur. “Bir vakit iki asker uzak bir şehire gitmek için emir alıyorlar.” Yeni bahis yolculuktur.

Namaz bahsi olan Dördüncü sözde bir yolculuk buna bağlı olarak bilet ve yol üzerine kurulmuştur. “Bir zaman bir büyük hakim iki hizmetkarını her birisine yirmidört altın verip iki ay uzaklıkta has ve güzel bir çiftliğine ikamet için gönderir. Ve onlara emreder ki şu para ile yol ve bilet masrafı yapınız. Hem oradaki meskeninize lazım bazı şeyleri mübayaa ediniz. Bir günlük mesafede bir istasyon vardır. Hem araba, hem gemi, hem şimendifer, hem tayyare bulunur, sermayeye göre binilir.” Aynı sözde seyahat “kabre, haşre ebede gidecek beşer yoluculuğudur.”

Sekizinci söz yine yolculuktur. “Eski zamanda iki kardeş uzun bir seyahate beraber gidiyorlar. O iki yol başında ciddi bir adamı gördüler. Ondan sordular, ‘hangi yol iyidir?’ O dahi onlara dedi ki ‘sağ yolda kanun ve nizama tebaiyet mecburiyeti vardır. Fakat o külfet içinde bir emniyet ve saadet vardır. Sol yolda ise serbestiyet ve hürriyet vardır. Fakat o serbestiyet içinde bir tehlike ve şekavet vardır.”

Dokuzuncu söz ise derinliğine bakılırsa günün beş vaktine, mevsimlere, küre-i arzın ömrüne, insanın ve evrenin kozmik ömrüne, ahiret yolculuğuna kadar uzanan çok değişik bir yolculuk şeklidir. Zaman içinde ubudiyetin yolculuğudur. Bir günde namaz beş duraklı, gece namazı da dahil olursa altı duraklı bir zaman seyline göre biçimlenen seyahattir. İnsan o duraklarda farklı ruh hallerinde görünür, günden empati ile bir mevsime dört mevsime ve insanlık tarihine, varlıkların mekan ve zaman akışına, kabre, arşa, miraca uzanan tarifi nadir bir seyahattir, yolculuktur.

Onuncu söz 33 duraklı ahirete endeksli bir tefekküri yolculuktur. Eser bir gidişle başlar; “Bir zaman iki adam cennet gibi güzel bir memlekete –şu dünyaya işarettir- giderler.” İbni Sina ve İslam üleması da haşri gidilmesi zor bir yol olarak anlatırlar, ama Bediüzzaman o dar yolu insanlık tarihine bir cadde-i Kübra olarak açmıştır. Her gün o yolda gitmeyi öğrenen insanlar ebedi yolculuğa giderler. Biz de kolunu kanadını kırmadan tahta kundağa bineriz bir gün.

Risaleler öyle teknik tematik üslub içinde yazılmışlar ki hiç boş yer yok, gereksiz şey yok. Edebiyat ve sanatın bütün unsurlarını kendinde toplayan bir incelikle yazılmışlar. Bu yüzden Şamlı ona der ki Barla’da “Üstadım ne yapıyoruz, biz yazıp biz okuyoruz”. Bediüzzaman “yaz Şamlı yaz, birgün gelecek bunları bütün dünyaya okutacağım” der. Evet o gün gelmiştir. Dün bir adama rastladım bana tanıttılar. Kim bu adam, “Abi bu Arjantin vakfı” dediler. Arjantin, Isparta…

yolculuk_bediuzzaman.jpg

Yolculuğun geçeceği mekan dünyadır, o dünyaya gelen yolcu adamdır. Hava boşluğu onu çağırır; “dünyaya gelen o yolcu adama ve misafire cevv-i sema denilen  ve mahşer-i acaib olan feza, gürültü ile konuşarak  bağırıyor. ‘Bana bak merakla aradığını ve seni buraya göndereni benimle bilebilir ve bulabilirsin” der.
Mütefekkir yolcu sürekli bakar; “sonra o yolcu cevvdeki rüzgara bakar görür ki…” Daha sonra yolcu yağmura bakar, şimşeğe bakar, sonra gözünü çeker aklına bakar. “Hem o meraklı yolcu kendi aklına der…” Rüzgarı ve havayı merak eder, sırlarına aşina olmaya çalışır. Yağmura  bakar, ra’dı dinler, çünkü o meraklı yolcudur. Perspektifine giren her şeyi öğrenmek için sorgular. Mütefekkir yolcudur. Müslüman bu dünyada mütefekkir yolcudur. Mütefekkir düşüncede belli bir mesafe almış olan kişidir, her düşünen mütefekkir değildir. Günlük, gündelik işleri düşünen insanlar vardır ama mütefekkir farklı bir insandır.

Bediüzzaman anlatırken aynı zamanda insanlığa mütefekkir insan olmayı da teklif eder. Denizler, nehirler onun yol güzergahındadır. Coğrafyaya tarizen nasıl coğrafya dersi anlatılacağına dair örnek metinler verir. O böyle devam ederken yine coğrafyanın mekanlarından olan dağlar ve sahralar onu çağırır. Bunları böyle anlatırken coğrafyacılara da “böyle anlatılır coğrafya” der ve Medresetüz Zehra’nın hocalarına da “coğrafya kitabı yazarsanız böyle yazın” demek ister.

“Sonra dağlar ve sahralar seyahat-ı fikriyede bulunan o yolcuyu çağırıyorlar. Sahifelerimizi de oku diyorlar…” Dağda ve sahrada fikriyle gezerken, yani dağcılar gibi değil fikri ile gezen dağcı, her cümle dünya kadar ironi ve eleştiriler ile dolu. Bediüzzaman eleştirirken uygun uygulamayı gösterir, anlayan kendine ders çıkarır, yoksa eleştirip örnek vermemek gibi değil, solcular gibi.  Dağda ve sahrada gezerken ağaçlar ve nebatların kapısını çalar yolcu, onu içeriye çağırırlar. Dünya yolcusudur bilgisi arttıkça sürekli zevki ve şevki artar. Bilgiyi zorla kabul eden, bir makamı elde etmek için bilgiyi yük kabul eden anlayışa karşı o bilgiyi zevki ve şevki artıran olarak görür. Mütefekkir yolcuyu peygamberler içeri çağırırlar. Geçmiş zamanın menzilinde duran sayısız peygamberlere bakar ve düşünür. Çünkü onlar meşahir-i insaniyenin en yüksekleri ve namdarlarıdırlar.

Bediüzzaman burada ilme ve ilim ehline bir alternatif yol gösterir. İlim ile iman arasındaki bağları kurar. Coğrafyanın meselelerini iman ile yorumlar ve imana hizmet eden bir coğrafya anlatır. İlim ile imanı birleştirir. Bu Risale-i Nur’un önemli meselelerinden ve uygulamalarından biridir. Böylece Bediüzzaman hem dine hem ilme yol gösterir, der ki “ilim ile iman bir babanın iki oğlu.” Kainatı belli bir coğrafyaya göre icad eden ve her coğrafi nesneye, olaya görevler yükleyen İlah, onlar ile iman arasında nasıl bağ kurmasın? İşte burada Bediüzzaman ilim ile imanı bu küskün hatta asırlardır küstürülmüş iki kardeşi barıştırır. Helal olsun değil mi? Sadece bir tevhid risalesi değil insanlık ve bilim tarihinin, din ve tevhid tarihinin kavgalı meselelerini ihtilaflarını da çözer ve uygun yollar ve uygulamalar gösterir.

Mütefekkir yolcu medreseden gelirken tekke ve zaviyelere uğrar, bilimin uğramadığı bu yerlerin insana katkıları yok mu? Tekke ve zaviyeleri yerine kahve, meyhane ve  kafeleri koyup büyük ilerlemeler kaydeden modernistler! Evine Allah’ı zikredip ruhani huzur ile giden ve başını yastığa koyduğunda alemleri dolaşan insanların yerine “seni göremiyoruz, gündüz işte gece kahvedesin” diyen çocuklara dayak atıp yatağa leş gibi uzanan babalar geçmiş. Mutsuz evler, dağınık yuvalar, modernizm silindiri altında kaybolmuş hanümanlar, tütmeyen titrek bacalar, mutsuz analar, serseri babalar...  Rejim bu melanetlerle mukaddes  olmaz o da bir gün güm diye… Tekke ve zaviyelerin temeli üzerine bin yıl bu topraklar durdu. Bin yıl onlar sayesinde ayakta durdu. Meyhanelerin üzerinde duran ne olabilir? Çıkan sallana sallana eve gider, baba devlet de onunla birlikte sallanır. Her sallandıkca rejim sorunları başlar.
“Ecdadını sanma asırlarca uyudu/O zaman nerde bulacaktın bu yurdu” diyor Akif.
Orhan Veli de, “Rakı şişesinde balık olsam” diyor. İkisi de şair!

Yolcu adam melaikeden ders alır, akıl ve kalpte seyahat eder. Meraklı olduğu için “acaba alem-i gayp ne diyor” der, oraya kulak verir. Vahiyler, ilhamlar ve tanrısal konuşmalar üzerinde fikir yürütür. Asr-ı saadette aklıyla beraber seyahat eden dünya misafiridir ve hayat yolcusudur. Yolcu harika iki vasfa sahiptir; “yorulmaz ve tok olmaz yolcudur.” Sonra bu dünyada hayatın gayesi ve hayatın hayatı iman olduğunu bilen bu yorulmaz ve tok olmaz yolcu Kur’an-ı Muciz’ül Beyan üzerinde düşünür. Peygamberden, Kur’an’dan tevhid ve iman dersi alır. Meraklı ve müştak yolcu adamdır, hem yorulmaz, hem tok olmaz, hem meraklı, hem müştak. Bütün bilimin, sanatın aradığı insan tipi dinin de aradığı insan tipi. Meraklı, müştak, yorulmaz, tok olmaz... Bu dört özelliği kendinde toplayan ne olmaz ki?

Dünya yolcusu ikinci bölümde de üç menzilde dolaşır ve on iki hakikat üzerinde düşünür. Bunlar Hakikat-ı tevhidiye, hakikat-ı muazzama ve hakikat-ı kudsiye. Ayet’ül Kübra bir büyük ayet tefsiri. Baştan sonra otuz üç durak, bir tevhid okyanusu, bir marifet okyanusu. Elimden tut Allah’ım!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum