Hüseyin YILMAZ

Hüseyin YILMAZ

Aziz bir hâtıra: Ziya Nur Aksun...

Ziya Nur ismiyle ilk karşılaştığımda henüz lise birde idim. Bediüzzaman Said-i Nursî’nin Tarihçe-i Hayat’inda “Bediüzzaman Kimdir?” başlığıyla yer alan yarım sayfadan biraz fazla, usâre gibi zengin makalenin altında yer alıyordu bu isim. Daha Hukuk Fakültesinde talebe iken kaleme aldığı bu satırların Tarihçe-i Hayat’ta yer bulma mazhariyeti zihnime nakşolunmuştu...

Yıllar yılı Ziya Nur ismi, zihin dünyamda ummandaki küçücük bir ada gibi, o makale ile yaşadı. Hakkında başka bir şey ne duydum, ne de öğrenebildim... Yıllar sonra İstanbul’da kulağıma çalınan bilgi; yaşadığı, fakat geçirdiği felç sebebiyle konuşamadığı şeklinde olunca Ziya Nur Bey ile karşılaşma, tanıma bahtiyarlığına vâsıl olma ümidlerimi kaybettim. Yapabildiğim tek şey, hizmetleri hakkında daha derli toplu bilgilere ulaşmak oldu.

Perşembe akşamları Timaş Yayınları’nın kitablarla çevrili teşhir salonunda uzunca bir masa etrafında gönüllüleri ESKADER’in (Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği) tertiplediği toplantıların bir araya getirdiğini işitince dost ve kardeşim Mehmed Nuri Yardım’ın dâvetini sevinçle karşılayıp gittim. İştirak ettiğim ilk toplantıda tanıyanları, dost ve mesai arkadaşları Mustafa Nezihi Polat’ı anlatıyorlardı. Toplantının âkabinde haftaya toplantının Ziya Nur Bey’in hizmetlerinin hâtırasına olacağı, kendisinin de iştirak edeceği ifâde edildiğinde ruh dünyamın derin bir dehlizinde yıllardır hareketsiz yaşayan kuş kanat çırpmaya başladı. Perşembe gününü iple çekmeye başladım.

Nihayet çoğu zaman yakınlarımda bir yerlerde durup Hızır gibi yetişen kadim dostum Abdurrahman Iraz’ı da alarak toplantıya gittik. Biraz gecekmiştik... Muhabbet ve gönül ehli bir önceki toplantıya göre daha kalabalıktı...

Ziya Nur Bey, seksen yaşında, 1976’dan beri düçar olduğu hastalığın da yıpratıcılığı ile tam bir pir-i fâni. Yanında hayat ve ömrünü abisine vakfetmiş, fedâkârlığın mücessem timsali gibi kız kardeşi Belma Hanım oturuyor... İçimde kabaran ağlama dalgalarını bastırmaya muvaffak olma gayreti hayli zamanımı aldı. Zirâ karşımda Hukuk Fakültesi talebesi, Üstad’ın iltifatına mazhar olmuş ateş parçası Ziyâ Nur değil; kaderî hikmetin dilini susturduğu, elini kelepçelediği, sadece gözleri ve görmediğim ezelî bir kaynaktan akseden bir şafak ışıltısının aydınlattığı yüzüyle hayattan haber veren, insanlık nev’inin çok ender rastlanılan medar-ı iftiharlarından bir târih duruyordu.

Ziya Nur Bey, 1930’da hayata teşrif etmiş, 1976’da ise bir kaza neticesinde felce boyun eğmiş. Bugün en kabiliyetli ve zekî insanlar için up uzun bir ömürde bile tırmanılması güç zirvelere ulaştığında henüz 46 yaşındadır. Ne mi yapmış? Osmanlı’nın mematından hemen önceki devrin diyeceğim, ancak bu kayıd haksızlık olacak, düzeltiyorum: Osmanlı münevverlerinin en dikkate şayanlarının ilk sıralarında yer alan Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi Efendi’nin eşsiz eseri “Tarih-i İslâm”ı  çok küçük müdâhalelerle sadeleştirip(!) kitabın hacmine yakın şerh ve ilâvelerle zenginleştirmiş.

Verdiği emek bir kenera, Şehbenderzâde’ye gösterdiği teveccüh yalnız başına bile her türlü takdirin üzerinde. Zirâ Filibeli, Devlet-i Aliyye’nin hercümerc yıllarında yaşamış kutub yıldızı mesabesinde bir münevverdir. Sesinin daha çok duyulmamış olması devrin muktezâsıdır. Ademe mahkûm edilen Osmanlı’nın bu gür sesli isminin kapatıldığı derin dehlizden avazının bize kadar ulaşmasına tavassut eden Ziya Nur Bey’in bu hizmeti bile, yalnız başına her türlü takdir ve hayranlığın üstündedir.

Sonra kırk altı yıllık ömrüne Osmanlı Tarihi adlı altı ciltlik bir şaheser kazandırmış. Ziya Nur Bey’in “Bilge Tarihçi” diye şöhret bulması boşuna değil, iltifat da sayılmaz; hakikatın ta kendisi.

Kendisini çok yakından tanıyan, dostum ve kıymetini takdirde cidden acze düştüğüm Dursun Gürlek Beyefendi’nin veciz konuşması esnasında, “Karşımda âdeta Cevdet Paşa duruyor gibi hissediyorum!” dediğinde Ziya Nur Bey’in mahcubiyet ve mahviyetle yüzüne yayılan mütebessim ifâdeyi kelimelerle tasvir kabiliyetine sahib değilim. Dursun Bey’in müsamahasına sığınarak, Cevdet Paşa’ya da bir rahmet duasıyla ifâde etmeye mecburum ki, Ziya Nur Bey’in derinlik ve kesafeti Paşa’da yoktur; onun gibi çalakalem de değildir. Bu fark, değişen şartlar kadar, Ziya Nur Bey’in üzerinde daha fazla tezâhür etmiş İlâhî nimetlerin fazlalığından da kaynaklanıyor.

Küçücük makalesinde Said-i Nursi ile ilgili çarpıcı tesbitlerinin başında yer aldığına hükmettiğim;

“Bediüzzaman, Şark ve Garb arasındaki azîm müfârakatın, şahsiyet mefhumunun daralma ve genişlemesinden neş’et ettiğini gören ve asrın maymun taklitçiliğine varan şahsiyetsizliği önünde şahsiyet mefhumunun Ilâhî yüksekliğini gönüllerin mihrak noktasında sembolleştirmeye tevessül eden âlimdir.” hakikatini  ifâde eden bu büyük şahsiyetin sair hizmetlerini hülâsa etmeye makalenin imkânları müsait değil. Ötüken’in ticarî risk taşıyan bu kıymetli eserleri neşretmesini takdirle karşıladığımı da söylemek isterim. Hararetle tavsiyem, bu eserlerin alınıp okunması ve Ziya Nur Bey için duaya vesile yapılmasıdır.

Ziya Nur Bey, başka bir memlekette yaşasaydı adına çoktan üniversiteler açılmış olurdu. Heyhat ki, ismini bile bilmiyoruz..  Üstâd’ın iltifatına mazhar olmuş bu mümtaz insana sıhhat, şifâ, âfiyet ve hayırlı bir ömür diliyor, Belma Hanımın fedâkârlığı karşısında hürmetle eğiliyorum...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum