Bebek-katil, Ahsen-esfel

I. Kıymetimizin farkında mıyız?
 
Bir kitap okumaya çalışıyorum son zamanlarda. ‘Modern’ insanın kendi ‘özgürlüğüyle’ bir türlü halledemediği, eşyanın, kainatın, yaşamın, ölümün vs.’nin mahiyeti gibi derin meselelerine dair, bu kitapta dile getirilen izahları ve çözümleri gördükçe; hayret ve hayranlığım daha da artıyor hem esere, hem de Müellifine... 
 
Ancak, kitabı kapatıp da cemiyete girince ve ‘ister istemez’ ahval-i aleme bakınca; içimi dolduran o sevinç, zedeleniyor resmen.
Örneğin, çizgiden çıkan raiyyetini ‘kafese’ alabilmek için çalışan bir “Ocağın” çevirdiği iddia edilen dolaplar; bir grubun, ‘kökü dışarıda dehşetli komite’ tanımlamasını üzerine alırcasına giriştiği faaliyetler ve bunların savunucuları...
En son da, bu memlekette mabetlere dahi ilişerek, milletin başına bir ‘balyoz’ indirmeyi planlayabilecek bazı muktedirlerin bulundukları iddiası...
 
İşte bu gibi ‘insan’ manzaraları karşısında, “Ahsen-i Takvîm” geliyor aklıma.
Hani Cenâb-ı Hakk’ın, Kitab-ı Mübîn’inde, insanın yaratılmış olduğu halin tarifi için, "Biz insanı Ahsen-i takvîm'de yarattık" (Tin Sûresi-95/4) ayet-i kerimesinde ifade buyurduğu iki kelime...
Aklıma geliyor Ahsen-i Takvîm bu gibi durumlarda...
Çünkü bir yüzleşme söz konusu oluyor böyle anlarda. Tıpkı Raşel Dink’in, bir bebekten bir katil doğuran o karanlığa feryadına hak verdiğim andaki gibi; aslında bebek masumiyetiyle Ahsen-i Takvîm’de doğmuş olan insan ırkının sahip olduğu, ‘alçalabilme kapasitesiyle ve alçalabilme sınırıyla’, -daha doğrusu, sınırsızlığıyla- bir kez daha yüzleştiğimi hissediyorum böylesi durumlarda.
Ve çünkü insanın ne türden cürümlerin ve ne fena fiillerin failliğini yapmaya can attığına şahit oldukça, aynı insanın ‘Ahsen-i Takvîmliğine’ nasıl da eften-püften meselelerle kıymakta olduğunu düşünüyorum ister istemez. Ve insanlığımdan dolayı bu potansiyelimden çok ürküyorum, Rabb’ime sığınmaya çalışıyorum... 
 
İnsanın giriştiği bu türden süflî işler, hüzne sevk ediyor ister istemez bizleri.
Zira okumakta olduğum o kitabın ismi Asa-yı Musa... Ve bu eser, bir parçası olduğu Külliyatın geneli gibi; ‘Ahsen-i Takvîm’de yaratılmanın, ne denli hadde hesaba gelemeyecek kıymette bir İlahî lütuf olduğunu insana ders veren bahislerle dolu.
En başta, hiçlik ve hiç yaratılmış bulunmamak ya da adem; hiçbir hayır yönü bulunmayan, ‘sırf şer’ olan “şerr-i mahz” olarak tanımlanıyor Asa-yı Musa’da. (1)  Ve aslında hiçbir zaman var olamayabilir, var olma gibi bir hayra asla ulaşamayabilirdik de; var olmak ne kadar güzel bir ihsan o halde, dedirtiyor insana!...
 
İşte bu eser, yaratılışla birlikte; vücut bulmanın, yani ‘mevcut’ olabilmenin ya da varlık alemine adım atabilmenin bu önemini: Esma-i İlahiyenin en cem'iyetli âyinesi cismaniyettedir. Ve hilkat-ı kâinattaki makasıd-ı İlahiyenin en zengini ve faal merkezi cismaniyettedir. Ve ihsanat-ı Rabbaniyenin en çok çeşitleri ve rengârenkleri cismaniyettedir.” (2) şeklindeki sözleriyle ders vermekte.
Yani yok iken, ‘şerr-i mahz’ olan hiçlikteyken ve kainatta ‘mevcut’ dahi değilken; tamamen kendi irademiz dışında bu varlık alemine adım atıyoruz. Cismaniyyet gibi,Esma-i İlahiyenin en cem'iyetli” bir âyinesi olma nimetiyle karşılaşıyoruz...
Daha da önemlisi, devamında bundan çok daha büyük bir rütbeyle de müşerref kılınıyorum: Hayat sahibi bir ‘mevcut’ olarak yaratılıyorum... Öyle ya, varlık alemine gönderilip de, bir taş cismaniyyetine de layık görülebilirdim.
 
Bu rütbe o kadar önemli ki, aslında gözümdeki, kalbimdeki, aklımdaki ve sair yeteneklerimdeki nice perdelerden ve düşüncesizliğimden dolayı hayat rütbesinin ne denli büyük bir kıymete sahip olduğunu bilemesem de; Asa-yı Musa, hayat sahibi kılınmanın ne demek olduğunu da özetle şöyle izah ediyor bize: kâinatta en kıymetdar şey hayattır ve kâinatın mevcudatı hayata müsahhardır (3)
Yani hayat sahibi kılınmış olanlar, sadece vücut dairesinde yaratılmış olan mevcudatın âmiri ve kullanıcısı durumundalar aynı zamanda da. Hayatdar kılınma lütfunun yanında, hayat sahibi olamayan varlıklara hükmetme nimeti de veriliyor yani bana... Hepsi emrimde. Toprak ekemezsin diyemiyor; demir, yoğuramazsın demiyor örneğin. Nimet üzere nimet...
 
Ancak Asa-yı Musa Müellifi, konumumuzu izaha devam ediyor: zîhayatın en kıymetdarı zîruhtur”...(4)
İşte elde etmiş bulunmakta hiçbir gayretimizin, hiçbir müdahelemizin –haşa- bulunmadığı; ve sırasıyla ‘hiç olmaktan kurtulmak’, ‘var edilmek’, ‘vücut sahibi kılınmak’ ve de ‘hayatdar-canlı olmak’ gibi nimetlerin hepsinden bile kıymetli bir nimet: “Bir ruha sahip olmak”...
Oysa mevcut ve hem de canlı olarak yaratılmam takdir edildiğinde, bu takdir, bir karınca ya da bir ağaç olmam şeklinde de tecelli edebilirdi. Ama ruh sahibi bir canlı mertebesine de takdir kılındım. Bu ne devlet!...
Ancak Ahsen-i Takvîm’e nâil kılınmış olabilmem için; ademden kurtularak vücut sahibi olmam; dahası, hayatdar olmam ve devamında da ruh sahibi olmam dahi yetmiyor. Şuur gibi, tarifinden, -konusu olmasına rağmen- felsefenin dahi aciz kaldığı bazı üstün özelliklerin daha, bana verilmiş olmaları gerekiyordu. Ki, tam da öyle oldu. İşte Asa-yı Musa’da bu: zîruhun en kıymetdarı zîşuurdur (5) şeklinde ifade edilmekte.
 
İşte böylesine çeşit çeşit hilkat mertebelerinden geçirilip, hak etmediğim halde (çünkü hak edecek bir çabam, bir dahlim, bir iradem olmadı ve olamazdı da haşa, tam bir yoklukta ve bir hiçtim bir zamanlar); lütuf ve takdir-i İlahî ile, şu kâinat ağacının en son ve en cem'iyetli meyvesi” (6) bulunan insan olarak ve daha da önemlisi Ahsen-i Takvîm’de yaratıldım.
 
O halde bu muhteşem mertebeme dünyalık için, elimde asla durmayacak şeyler için kıymam neyin nesi oluyor acaba?
 
Üstelik bir bebekten bir katil çıkarmayı da geçelim; Ahsen-i Takvîm’den Esfel-i Sâfilîne, aşağıların aşağısı en alçak bir derekeye düşebilme zavallılığına ne diyeceğiz? Buna neyi mazeret kılabilir insan?.. 
 
Oysa ne yüce bir makam, ne yüksek bir değer verilmiş bize... Üstelik bizlere bu değerimizi muhafaza ile daha da yücelebilme kabiliyeti de sunulmasına ve bizden beklenen de bu olmasına rağmen; ne yazık ki çoğumuz, hem de fâni olduğu kesin konumlar ve çıkarlar uğruna yazık ediyoruz Ahsen-i Takvîmliğimize...  
 
Yani bu rütbemize, ‘yazık edilen değerler’ sıralamasında zirveye oynayacak derecede yazık ediyoruz hem de!...
 
Söylemek bana düşmez belki ama, Asa-yı Musa, parçası olduğu bütün gibi, bir şaheser!
Haberiniz olsun...
(Devam edecek)
 
Kaynakça:
1- Asa-yı Musa, Envâr Neşr., İst., 2007, s.47
2- a.g.e., s.45
3- a.g.e., s.114
4- aynı yer.
5- aynı yer.
6- a.g.e., s.36

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum