Himmet UÇ
Bedir ve Uhud güncellemesi
Bedir ve Uhud, İslamın iki büyük savaşı. Bütün tarih boyunca savaşanların ruh hali ile zafer ve aksi durumlara örnek olacak iki prototip vaka. Sahne dünya sahnesidir, aktörler ve oyuncular değişebilir.
Bedir’e çıkarken Hazreti Peygamber (asm) ashabı ile istişare etti, hedef Şam’dan gelen Kureyş kervanı mı olsun, yoksa Kureyş ordusu mu? Ashabın bir kısmı savaş hazırlığı ile çıkmadıklarından kervanı istediler. Peygamberimiz (asm) ordu ile karşılaşıp hücum eden düşman kuvvetini kırmak istiyordu. Yüzünde burukluk hasıl oldu. Durumu anlayan Sad b. Ubade, Miktad, Said Bin Muaz (ra) gibi zatlar sonuna kadar fedakarlığa hazır olduklarını bildiren cesaret verici güzel sözler söylediler.
Hz. Muhammed (asm) Müslümanların karşısına geçip saflarını düzeltti. Kureyşin sayısal üstünlüğü yanında adamlarının zayıflığını görünce karargahına döndü. Ebubekir (ra) yanındaydı. O günün akıbetinden büyük bir korku duyuyordu. Bugün Müslümanların galip gelmemesi ile meydana gelebilecek gelişmelerden yana büyük bir endişe içindeydi. Hz. Muhammed (asm) kıbleye döndü ve bütün benliği ile Rabbine yöneldi. O’ndan kendisine vadettiği zaferi istedi. Kendisine nasib etmesi için yakarıyordu. Sürekli tövbe ediyor ve acı acı yakarıyordu. “Allah’ım işte Kureyş bütün kendini beğenmişliğini kuşanarak elçini yalanlamaya gelmiş. Allah’ım bana vadettiğin zaferi ver, Allah’ım eğer bugün şu topluluğu helak edecek olursan, yeryüzünde sana kulluk sunan kimse kalmaz.”
Durmadan Rabbine yakarıyordu. Ellerini kıbleye doğru uzatmış yakarıyordu. Öyle ki omuzlarından hırkası yere düşüverdi. Bu sırada Ebubekir (ra) bir yandan yere düşen hırkasını omuzlarının üstüne koyuyordu. Biryandan da onu teselli ediyordu. “Ey Allah’ın peygamberi Rabbine yakardığın elverir, hiç şüphesiz Rabbin sana vadettiğini yerine getirerektir.” Fakat Hz. Muhammed (asm), yardım dileyişini, yakarışını artırdı. Böyle bir konumda Müslümanların yeterli bir donanma sahip olmadıkları bu süreçte durmadan yalvarıyordu. Nihayet bir ara uyukladı ve uykusunda Rabbinin yardımını gördü. Birden parlayan bir yüzle uyandı. Halkın yanına çıktı ve onları savaşa teşvik ederek şunları söyledi. ”Muhammed’in hayatını elinde tutan Allah’a yemin ederim ki bugün kim sabrederek karşılığını Allah’tan umarak arkasını düşmanına dönmeden vuruşarak öldürülürse mutlaka Allah onu cennete koyacaktır.”
Düşman üç misli askeri ve savaş hazırlığı ile zorlu idi. Efendimiz (asm) “Allah’ım zafer vadini gerçekleştir, bu cemaat helak olursa artık yeryüzünde sana ibadet eden kimse kalmayacak“ diye dua etti. Allah teyidini lutfetti.
İki taraf savaşa başlayınca Hz. Peygamber (asm) “bir avuç çakıl alıp yüzleri kurusun“ diye düşman tarafına attı. Her müşriğin gözüne bir avuç çakıl girmiş gibi gözleri ile meşgul olmaya başladılar. Orduları bozulmaya başladı. Savaştan sonra “şöyle kestim, böyle vurdum” diye övünen Müslümanları irşad için bu hatırlatma yapıldı. “Siz savaşta onları kendi kuvvetinizle öldürmediniz. Lakin Allah öldürdü. Ey Resulüm attığın vakit sen atmadın, lakin Allah attı ve bunu Allah müminleri güzel bir imtihana tabi tutmak için yaptı. Şüphesiz ki Allah hakkıyla işitir ve bilir.” (Enfal 17) “Gerçekten sizler birkaç biçare iken Bedir‘de Allah size yardım etmişti.” (Ali imran 3)
Bedir, Medine’nin güneybatısında Kızıldeniz sahiline 20 km uzaklıkta, Mekke Suriye yolu üzerinde bir köydür. Hicri 2 yıl Ramazan ayında vuku bulan savaş Müslümanların zaferiyle sonuçlanmıştı. ”O vakit sen müminlere “Rabbinizin indirdiği üç bin melek ile size imdad göndermesi yetmez mi?” diyordun.” (Ali imran 124) Allah yine müminlere iki şart ile yardım sözü verir. “Evet eğer sabreder ve itaatsizlikten sakınırsanız, düşmanlarınız da hemen üstünüze geliverirlerse, Rabbiniz formalı tam beş bin melek göndererek size yardım edecektir.” (Ali imran 125)
Allah imdadı kendi canibinden izah eder. “Allah bu imdadı sırf size müjde olsun ve kalpleriniz bununla müsterih olsun diye yaptı. Nusret ve zafer ancak (mutlak galip, tam hüküm ve hikmet sahibi Aziz ve Hakim olan Allah tarafından gelir.” (Ali imran 126)
Allah, Bedir’de tevhid davasında bir avuç ve Allah’ın desteği olmasa güçsüz insanı niyetlerindeki samimiyet ve davranışlarındaki ciddiyet gereği zafere erdirdi. Cemaatler de bir zamanlar, samimi, menfaatten azade, ilayı kelimetullah için koşturan makam, mansıp, para düşünmeyen, gerçekten fedakar insanlarla Allah davasını ileri getirdiler, nesiller onların telkinleri ile şaşkınlıktan kurtuldu.
(H. 3/M. 625) Uhud savaşı. Hicret'in üçüncü yılında Uhud dağı civarında müşriklerle yapılan savaş. Bedirden sonra Kureyş’in kin ve intikam duyguları artmıştı. Bedir'de yakınlarını kaybeden Utbe‘nin kızı Hind "…Muhammed'le savaş yapmadıkça koku sürünmek bana haram olsun. Sevdiklerimin intikamının alındığını gözümle görmedikçe bana sevinmek yok!" diyordu. Ebu Süfyan'ın yürüttüğü kervanın malları Daru'n-nedve'de topluca durmaktaydı. Müşriklerin ileri gelenleri, herkese katılma payını verdikten sonra geri kalan kâr ile güçlü bir ordu hazırlanmasına karar verdiler. Bedir'de yakınları ölenler karalar giyinmiş vaziyette kabileler arasında dolaşıyor, şairler mersiyeler söyleyerek Arapları savaşâ teşvik ediyorlardı.
Putperest Kureyşliler 3000 kişilik bir askerî kuvvet hazırladılar. Bu kuvvette 700 zırhlı, 200 atlı süvari, 3000 deve vardı. Aralarında, başta Ebu Süfyan'ın karısı Hind olduğu halde 14 kadın daha vardı. Bedir'de babasını ve yakınlarını kaybetmiş olan Hind'in kalbini iğrenç bir intikam duygusu bürümüştü. Amcası Abbas (r.a) Hz. Muhammed’i (asm) çok severdi. Bu sebeple bir mektup yazarak Kureyş'in savaş hazırlıklarını yeğenine bildirdi. Peygamberimiz (asm) amcasından gelen mektubu okuttu ve mektupta bildirilen haberi gizli tutarak keşifçiler gönderdi. Haberler amcasının bildirdiklerine uyuyordu. Düşman büyük bir ordu hazırlamış ve Medine'ye doğru ilerliyordu.
Bunun üzerine Resulullah (asm) bir savaş meclisi kurarak meseleyi etraflı olarak ashabıyla görüştü. Resulullah (asm) düşmanı şehrin dışında karşılamayıp şehri içerden savunmak istiyordu. Fakat özellikle gençler düşmanla meydan savaşı yapmak taraftarıydılar.
Resulullah (asm) ashabın isteklerine uyarak düşmanı karşılamak üzere zırhını giydi. Abdullah b. Ubey b. Selül şehrin içinde kalınarak savunma yapılmasını bahane ederek 300 kişilik kuvvetini geri çekti. Gayesi savaşmak değildi. Böylece Müslüman ordusunun mevcudu 1000'den 700'e düşmüştü.
Düşman, karargahını Uhud dağının Medine'ye bakan eteklerinde kurmuştu. Resulullah (asm) 700 Müslümanla Cumartesi sabahı Uhud a geldi. Arkasını dağa vererek düşmana saf tuttu. Kureyş’in düşüncesi Müslümanları mağlup ettikten sonra şehri yağmalamaktı.
Resulullah (asm) Bedir'de olduğu gibi bu savaşta da İslâm ordusunu savaş düzenine göre yerli yerine yerleştirdi. Düşmanın sızabileceği, kuşatma yapabileceği geçit ve gedikleri de okçularla korudu ve özellikle ordunun sol tarafındaki dağın vadisini beklemek üzere Abdullah b. Cübeyr kumandasında elli okçu bıraktı. "Düşman yense de, yenilse de kesinlikle yerlerinizden ayrılmayınız" diye tembihte bulundu.
11 Şevval 3 (27 Mart 625) Cumartesi günü savaş teke tek vuruşmalarla başladı. Hz. Ali, Hz. Hamza ve öteki savaşçılar düşmanlarını öldürdüler. Resulullah (asm) almış olduğu askeri tedbirler ve uygulamış olduğu planlar sayesinde ilk safhada Müslümanlar galip geldiler.
Resulullah’ın (asm) amcası Hz. Hamza kükremiş bir arslan gibi düşmana kılıç sallayarak ilerliyor, düşmanları öldürüyordu. Düşmanlar da olanca gayretleriyle savaştıkları halde hezimetten kurtulamadılar. Tef çalarak askerlere moral veren düşman kadınları bile korku içinde dağ yamacına tırmanmaya, kaçmaya başladılar. Bununla beraber henüz kesin netice alınmamıştı; düşmanın hızlı bir şekilde takibi ve dönmeyeceği bir noktaya kadar kovalanması gerekiyordu. Halbuki bu inceliği ve harp usulünün bu yönünü bir an unutarak gaflete düsen ve dünyalığa meyleden Müslümanlar savaşı bırakıp ganimet toplamaya başladılar. Ordunun gerisindeki vadiyi bekleyen elli okçu da kumandanlarının ısrarına karşın Resulullah’ın (asm) kesin emrini unutarak "Kardeşlerimiz üstün geldi, biz niye bekleyelim" diyerek yerlerini terkettiler, ganimet toplamaya giriştiler.
Bu sırada böyle bir anı gözetlemekte olan 200 kişilik düşman süvari birliği komutanı Halid b. Velid az sayıdaki İslâm okçusunun kaldığı geçidi rahatça ele geçirerek orduyu arkasından vurmaya başladı. Bunu gören müşrikler geri döndü saldırdılar. Böylece Müslümanlar iki ateş arasında kaldılar, üstünlüğü sağlamışken dünyalık derdine düşmeleri ve Peygamber'in emrini çiğnemeleri yüzünden zor durumlara düştüler. Bu safhada Hz. Hamza (r.a) Ebu Süfyan'ın karısı Hind'in kölesi Vahşi tarafından mızrakla vurularak şehid edildi. Resulullah’ın (asm) Hicretten evvel Medine'ye tayin ettiği ilk öğretmen Mus'ab b. Umeyr (r.a) de bu esnada şehid düşenler arasındaydı. Mus'ab (r.a) sima itibariyle Resulullah'a benzediğinden şehit düştüğünde, onu şehit eden kimse Resulullah’ı (asm) öldürdüğünü haykırıyordu. Bu durum Müslümanların daha da dağılmasına sebep oldu. Ancak kısa zaman sonra Resulullah’ın (asm) sağ olduğu anlaşıldı.
Uhud dağının hemen eteklerinde bulunan Resulullah’ın (asm) çevresi büyük çarpışmalara sahne oldu. Müslümanlar onun etrafında dönüyorlar, gerektiğinde kollarını, bacaklarını, kalkan yerine kullanıyorlardı. Hz. Talha bu yolda kolunu kaybetmişti. Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a)'a ise Resulullah ok veriyor ve "Anam babam fedâ olsun, at yâ Sa'd" diyor; oklarının isabet etmesi için Allah'a dua ediyordu. Müşrikler Resulullah’ı (asm) öldürmek için hücum ettikçe Müslümanlar onun çevresinde giderek çoğalmışlar ve çetin bir savunma hattı kurmuşlardı. Düşman bu hattı yaramayacağını anlayınca geriye çekilmek durumunda kaldı ve böylece savaş üçüncü safhada denk bir duruma geldi.
Ebu Süfyan eşi dağa, Resulullah da (asm) Uhud'a doğru tırmandı ve bugün hâlâ ziyaret edilen mağarada dinlendi. Resulullah’ın (asm) dişi kırılmış, yanağı yarılmıştı. Kızı Fatma onu tedavi etti. Ebu Süfyan ile Hz. Ömer'in karşılıklı konuşması da bu esnada cereyan etmişti.
Müşrikler bu savaşta o kadar vahşiyane şeyler yapmışlardı ki, belki tarihte benzerine az rastlanırdı. Müslümanlar 70 şehit vermişlerdi. Düşmanlar özellikle de müşrik kadınlar şehit Müslümanların burunlarını ve kulaklarını kesiyorlardı. Ebu Süfyan'ın karısı Hind ve öteki bazı müşrik kadınları Müslüman şehitlerin organlarından yaptıklari gerdanlıkları boyunlarına takmışlardı. Hind, Hz. Hamza'nın ciğerini çıkartarak çiğnemek iğrençliğini gösterebilmişti.
Ebu Süfyan bir süre sonra geri dönerek Medine'ye saldırmak istiyordu. Esasen böyle bir durumu, Resulullah (asm) tahmin etmiş, 70 şehit ve yaralıya rağmen savaşın hemen ertesi Pazar günü düşmanı takibe karar vermişti. Resulullah (asm) 70 kişilik süvari birliği ile 8 km. kadar müşrikleri takip etti. Sonra konaklayarak üç gün bekledi. Geceleri ateş yaktırarak düşmana savaştan yılmadıkları mesajını veriyordu. Müslüman olmadığı halde Müslümanların dostlarından olan Huzaa kabilesinden Mabed-i Huzâî, Resulullah’ı gördükten sonra Ebu Süfyan'a giderek onun arkadaşlarıyla birlikte savaş için geldiklerini söylemiş, Ebû Süfyan da yeni bir vuruşmayı göze alamayarak Mekke'ye gitmiş ve Medine'ye saldırmaktan vazgeçmişti. Böylece Müslümanlar, bu savaşta birinci safhada üstünlük sağlamışlar, gaflet ve dikkatsizlik neticesinde ikinci safhada ilahî bir imtihana uğratılarak mağlubiyet acısı kendilerine tattırılmış fakat üçüncü safhada durum denkleşmişken Resulullah (s.a.s)'in cesaretle takibi neticesinde düşman korkutulmuş ve üstünlük tekrar Müslümanlara geçmişti.
SAVAŞTAN BAZI İLGİNÇ TABLOLAR
Enes b. Mâlik diyor ki: Amcam Enes b. Nadr'i Uhud meydanında öldürülmüş olarak bulduk; üzerinde 80 kadar yarası vardı. Müşrikler işkence yapmış olduklarından, kimse onu tanıyamadı, yalnız kız kardeşi parmaklarından tanıdı. Biz şu ayetin amcam ve benzeri hakkında inmiş olduğunu sanıyoruz: “Müminlerden bir çok kimseler Allah'a vermiş oldukları sözlerini yerine getirdiler." (el-Ahzâb, 33/23)
Hz. Hamza'nın kız kardeşi, Müslümanların bozguna uğradığı haberini alınca Medine'den savaş alanına gelmişti. Bunu farkeden Resulullah (s.a.s) Hz. Zübeyr'e, Hamza'nın cesedinin parçalanmış vaziyette ona gösterilmemesini tenbih etmişti. Bunu hisseden Safiyye, "Kardeşimin şehid olduğunu biliyorum. Allah yolunda böyle fedakarlıklar her zaman gerekir" demiş ve parça parça edilmiş kardeşinin cesedini görünce de, “Hepimiz Allah'ın mülküyüz ve O'na döneceğiz" demek suretiyle büyük bir teslimiyet örneği gösterebilmiştir.
Ensar'dan bir kadın da savaşta babasını, kardeşini ve kocasını kaybetmişti. Bunları haber aldıkça hep Hz. Muhammed (s.a.s)'in sağ olup olmadığını soruyordu. Onun sağ olduğunu öğrenince; "Sen sağ olduktan sonra her felâket hiç gelir!" demişti.
İslâm şehitleri ikişer ikişer toprağa verildiler. Tablo göz yaşartıcı idi. Hz. Hamza (r.a) kaftanı ile toprağa veriliyordu. Hz.Peygamber'in (asm) hicretten önce Medinelilere İslâmı öğretmesi için tayin ettiği ilk öğretmen Mus'ab b. Umeyr (r.a) toprağa verilirken üzerindeki elbise kısa gelmişti. Göğüs tarafına örtülünce alt kısmı, alt kısmına örtülünce de göğüs kısmı açıkta kalıyordu. Resulullah (s.a.s) örtünün alt kısmına örtülmesini üst kısmına da izhir denilen kokulu otlardan konulmasını emir buyurmuştu.
Resulullah (asm) uhud şehitleri hakkında şöyle buyurmuştur: "Uhud harbinde kardeşleriniz şehit olunca Allah Teâlâ onların ruhlarını bir takım yeşil kuşların içlerine koymuştur. Bunlar Cennet ırmaklarına gelirler, içerler ve Cennet meyvelerinden yerler. Sonra bu kuşlar, arşın gölgesinde asılı bulunan altın kandillere konup tünerler. Şehid ruhları artık böyle mesut bir hayata erişince; bizim cennetteki bu halimizi dünyadaki kardeşlerimize kim bildirir ki, onlar da bilsinler de cihattan çekinmesinler demişlerdi" (Tecrîd,186 vd; 0bn Sa'd, II; 148).
Müslümanlar Uhud’da kısmi bir hezimet yaşarlar, Allah izah eder. ”Hal böyle iken düşmanlarınızın başına iki mislini getirdiğiniz bir bela sizin başınıza gelince “Bu nereden geldi mi? diyorsunuz. De ki “Bu felaket sizin yüzünüzdendir, muhakkak ki Allah herşeye kadirdir.” (Ali imran 165)
Uhud’da Müslümanlar yetmiş şehid verdiler, oysa Bedir de müşrikler yetmiş ölü yetmiş esir vermişlerdi. Böylece onların kaybı Müslümanların iki misli olmuştu.
“İki ordunun karşılaştığı gün başınıza gelen musibet Allah’ın izniyle olmuştu. Bu da onun müminleri ayırd etmesi, münafıklık yapanları da meydana çıkarması içindi. O münafıklara gelin Allah yolunda savaşın veya hiç olmazsa düşmanınızın size ve ailelerinize saldırmasını önleyin“ denildiğinde “Biz savaş olacağını bilseydik size katılırdık“ dediler. Doğrusu o gün onlar imandan ziyade küfre yakın idiler. Onlar ağızlarıyla kalplerinde olmayan şeyleri söylüyorlardı. Ama Allah onların gizlediklerini pek iyi bilir.” (Ali imran 166/167)
Kureyş ordusunun saldırısı sebebiyle Uhud savaşı öncesinde Hazreti Peygamber (asm) ashabı ile istişare etti. Şahsi görüşü şehir dışına çıkmaksızın savunma yapmaktı. İbn-i Übeyy de bu görüşte idi. Gençler meydan savaşı isteyip ağır basınca Hz. Peygamber de ordusunu gönülsüz olarak çıkardı. Onun bu halini ve şahsi fikrini bahane ederek İbn-i Übey üç yüz kadar adamı ile ayrılıp Medine’ye döndüler. Müslümanlar yedi yüz kişi olarak Medine’ye savunmada yalnız kaldılar. Antlaşma gereği savaşa katılması gereken Yahudiler de, cumartesine rastlamasını bahane ederek katılmadılar.
İbn-i Übey grubuna “ahdiniz gereği gelin Medine’yi beraberce savunalım“ denilince onlar “savaş olacağını sanmıyoruz. Bugün savaşacağımızı bilseydik biz de sizinle savaşırdık” diyerek çekip gittiler.
“Onlar o münafıklardır ki kendileri savaşa çıkmayıp evde oturmaları yetmiyor gibi, bir de kalkıp savaşta şehit olan arkadaşları hakkında “sözümüze kulak verselerdi böyle öldürülmezlerdi” derler. De ki eğer iddianızda tutarlı iseniz haydi elinizden geliyorsa kendinizi ölümün elinden kurtarın bakalım.” (Ali imran 168)
Allah öldürülenler hakkında buyuruyor. “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü zannetme, bilakis onlar hayatta olup, Rablerinin katında yaşarlar, rızıklanırlar. Allah’ın lütfundan ihsan ettiği nimetlere kavuşmaktan dolayı sevinç içindedirler. Arkadaşlarından henüz kendilerine kavuşmayan müstakbel şehitlere “kendilerine hiçbir korku olmayacağına ve üzüntü hissetmeyeceklerine dair de müjde vermek isterler.” (Ali imran 169/170)
Hz. Peygamber (asm) Uhud şehitlerinin ruhlarının yeşil kuşların içinde cennette aldıkları zevkleri nakleder ve sonunda “keşke Allah’ın bize neler verdiğini kardeşlerimiz bilse de cihattan çekilmeselerdi demelerine karşılık Cenabı Allah’ın “sizden taraf ben onlara bunu tebliğ ederim” buyurup bu ayeti gönderdiğini bildirir.
Uhud savaşında ise Müslümanların dağınıklığı dikkati çeker, savaşın taktiği konusu da başka bir kararsızlıktır. Ordudan ayrılan üç yüz kişi de bir nifak davranışıdır. Savaş sırasında da Peygamberimizin (asm) “yerlerinizi terk etmeyin“ ikazına menfaat ve ganimet niyetiyle uyulmamış ve arkasından 70 sahabe şehit olmuştur. Bu yüzden Allah suçu sahabelere yükler. Cemaatler de Bedir ruhundan uzaklaşınca makam, mansıp, mevki elde etmek için entirikalar, naehil insanların müşterek hareket eden cemaat blokunun içinde işin ruhundan uzak tutumları ile bu günkü dağınıklık ve perişanlık ortaya çıktı. Peygamberin bu asırdaki mücadelesinin metodolojisini veren Bediüzzaman‘ın talebeleri de bu işten nasibini aldılar, kırıldılar döküldüler, zamanında tavır koymama yüzünden. Ben hem Diyarbakır ve hem de Isparta da bu ruh çözülmelerini yaşadım, sonuç ortada.
Bedir ve Uhud iki prototip, tarih boyunca bütün mücadelelerin örnek alacağı iki büyük sahne. Yoksa tarihin sayfalarında kalmış değil, hala günceldir, güncel olarak kalacaktır. Çanakkale’deki başarıyı gören Akif bu güncelliği anlatır, o tarihe yansıyan durumunu anlatır. “Bedrin arslanları ancak bu kadar şanlı idi” der. Çünkü Çanakkale’de de Allah her türlü imkandan mahrum Osmanlı Türk ordusuna yardım etmiştir. Yoksa zafer mümkün mü? Eğer Çanakkale’de kaybetseydik, büyük bir küfür dalgası sel felaketi Osmanlı da dahil bütün İslam dünyasını işgal edecekti.
Uhud savaşından sonra Kureyş ordusu Mekke’ye doğru bir miktar yol aldıktan sonra, Müslümanları yerle bir etme fırsatı ellerine geçmişken neden yapmadıklarına esef edip harp konseyi topladılar.
Fakat sonuçta Medine’ye hücum kuvvetini kendilerinde bulamayıp Mekke’ye doğru devam ettiler. O sırada Hazreti Peygamber de (asm) bir saldırı ihtimalini düşünerek Uhud’un ertesi günü “Kureyş’i kovalayalım” emrini verdi. Müminler bitkin, durum kritik olmasına rağmen çağrıya uydular ve Medine’den 15 kilometre uzakta olan Hamrüt ül Esede kadar gidip düşmana göründüler. Üç gün orada kaldılar. Kureyş hücuma cesaret edemedi. Müslümanlar da bir nevi rövanş olarak maneviyatlarını kazandılar. Ayrılırken Ebu Süfyan “gelecek sene Bedir panayırında karşılaşalım” dedi.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.