Üstad annemle neden görüşmedi?
Medine’de vefat eden bir peygamber aşığı Zehra annenin kızı Müfide hanım annesini anlatıyor
Röportaj: Abdurrahman Iraz-Risale Haber
Medine’de vefat eden bir peygamber aşığı Zehra annenin kızı Müfide hanım annesini anlatıyor
Sizi tanıyabilir miyiz?
Ben gariban Zehra annenin kızıyım. Hayatı boyunca hizmet etmiş, dünya işlerinden habersiz bir maneviyat ehlinin kızıyım.
Kaç yaşındasınız?
78 yaşındayım.
Maşallah. Siz bizim ablamızsınız…
Bu Risale-i Nur öyle bir şey ki kardeşim, keşke onu anlayabilseydim ve hakikatlerin bir kelimesini alabilseydim. Yani hiç layık değilim, bu şeylere, utanıyorum Allah’ımdan, çünkü vazifelerimi tam manasıyla yapamıyorum. Bir de sonra bir öfke geldi bana. Haksızlığa hiç dayanamıyorum. Nurcular aleyhine bir ayrıcalık yaptılar mı sinirleniyorum, senli benli oldu mu, ayrıldılar mı sinirleniyorum, onun için pek karışmaya gelmiyor bu işler.
Medine’ye kaç yılında geldiniz?
Kaç yıl oldu bilemiyorum. Çalışıyordum, daha evvel geldim-gittim ama ikameli olarak 1986 tarihinden itibaren buradayım. 86’da emekli oldum ve Medine’ye de o tarihte geldim.
Nereden emeklisiniz?
Tekelden emekliyim. İzmir’de çalışıyordum ve emekli oldum. Annem yaşlanınca, bakacak insan olmayınca, efendim de vefat etti. Cenab-ı Allah öyle denk getiriyor. Eşim vefat etmeseydi gelemezdim buraya. Her şeyi en güzel O biliyor ve O yapıyor. On beş sene annemle kaldım, anneme hizmet ettim…
Zehra annenin size anlattığı, hatırladığınız Üstad’dan kalan bir hatıra var mı?
Zehra anne kanıyla, canıyla her şeyiyle hizmeti düşünürdü. Başka şey düşünemezdi. Risaleye derse gelmeyene kızardı, telefon açar, herkesi tek tek davet ederdi. Mesela biri “misafirim var” derse “misafirini de getir” derdi. İşte “mazaretim var” dese hemen ona çare bulur, “derse mazaret olmaz, gelin dinleyin bir saat ondan sonra gidin mazeretiniz ne varsa görün” derdi. Yani hiç affetmezdi…
Ölümüne yakın bir müddet hastanede beraber kaldık, ayak asılı olduğu halde, acı hissetmiyordu, durmadan bana tembih ediyordu. Hep şunları söylüyordu, “kin gütmeyin, kim sana ne söylerse, kim ne acı söz söylerse söylesin, ‘Allah razı olsun’ deyin, Allaha havale edin” diyordu.
Bir ara bana hiç alakası yokken şunları da söyledi; “sen çok kalabalığa gireceksin.” Ben iki kelimeyi bir araya getirip konuşan biri değilim, hayatımda hep çalıştım, hep çalıştım. Ama o bana “gireceksin… Çok kalabalığa gireceksin ve onlara konuşacaksın” diyordu. Annem, nereden bilecek benim nereye gireceğimi ne yapacağımı, ne konuşacağımı, “gençlere söyleyeceksin Risaleyi çok okusunlar. Resulullah’a bol bol salâvat getirsinler. Risale ile Kur’anı çok okusunlar, kin tutmasınlar” diyordu.
Hatta karşımızda bir Arap Hanım vardı, hastane perdeli ya, kadın derdi ki “perdeyi aç” annemin yüzünü görecekmiş. Gelen giden erkekler oluyor görmesinler diye ben kapatırdım. Fakat o ısrar eder Arapça “Aç ne olacak onun yüzünü göreceğim” derdi. Yüzünde nur vardı.
Bir de Selahattin bey geldi mi hemen Risale okurdu. Düşük sesle okurdu. Ben derdim, “bağır oğlum, bağır, kulağı ağırdır duymaz” diye. Derdi “anne diğer hastalar rahatsız olmasınlar.” Ben derdim, “merak etme onlar Arap’tırlar senin Türkçe okuduğunu anlamazlar.”
“Risale-i Nur’un nuru fışkıracak, hep ortaya çıkacak.” Bunu hastayken ve ayağı asılı olduğu halde söylüyordu. Selahattin Bey Allah ebeden razı olsun, Allah gani gani rahmet etsin, hakikaten bulunmaz bir arkadaştı, evlatları da hanımları da öyle.
Zehra annenin biraz da gençliğini anlatabilir misiniz?
Gençliğinden ne anlatayım ben anne olarak bildim bileli, annem hep ibadetliydi, tarikata bağlıydı. Ben çocukken Nakşî tarikatındaydı. Hatta o zaman da babam -Allah rahmet eylesin- alay ederdi. Sonra Hacı Musa Efendi diye bir şeyhi vardı, Allah rahmet eylesin, ondan ders almış fakat çok az ders vermiş, o da çekinmiş, “beni iyi bulmadı da, az ders verdi” diye. O demiş ki “sen öyle bir yere bağlanacaksın ki, hakiki dersi ondan alacaksın.” Annemi öyle teselli etmiş. Üstad Hazretlerini tarif etmiş.
Annem risalelere çok düşkündü, işi gücü oturur yastığı önüne alır üstüne kitap kor okur. Sürekli okur. O öyleydi, dur durak bilmezdi, sürekli okurdu. Veya ibadet ederdi. O kadar düşkündü dinine, diyanetine.
Risale-i Nurları ne zaman tanımıştı?
Risale-i Nurları tanıması rüyasında gerçekleşiyor. Üstad hazretlerini rüyasında görmüş. İki dağ arasında görüşüyor ve konuşuyor. O dönemde Risale-i Nurlar yasak. Mahkemeler, sürgünler, hapisler. Duyuyor ama rüyada her şeyi görünce iyice kafaya koyuyor. O ara bir de Firdevs Hanım varmış. Yoğurt yaparmış Üstad hazretlerine. Üstad ondan 25 kuruş karşılığında yoğurt alırmış. O hanım bir gün bir mektup getiriyor anneme.
Onun üzerine tanışmış. Ben o hanımı gördüm çok rüzgârlı bir gündü, kış günüydü. Kalede oturuyoruz. İzmir kalesinde. Üç kişiydik ders yaptık. Üç kişi de olsa ders yapacaksın. İşte Balllıkuyuda, çıkmaz sokakta bir ev. Hanımın ismi Nazmiye. Annem onu da görmemiş, Üstad hazretlerini de görmemiş. Risale-i Nur hizmetlerine orda başladı. Orada bir de Adile abla vardı. Adile Soluk. Kocası polis. O üçü, çok güzel günler geçirdiler.
Benim gördüklerim bunlar. Annemin bir hatası oldu. Beni götürmedi. Babamın korkusundan mı yoksa kısmet değil miydi, çalışıyorum diye mi? Yoksa götürüp gösterebilirdi Üstad hazretlerini. Ben göremedim.
Birde Zehra annemde Üstad hazretlerinin yeleği var. Senelerce durdu burada, gelenlere giydirirdi. Bohçalayıp kaldırıyordu. Ölümüne yakın bir hafta kala çok isteyenler oldu. Bana dedi ki “o risaleyi yerine buraya götüreceksin.” Emine hanım vardı onu çok severdi, “orada muhafaza olacak bu” dedi. “Anne niye öyle yapıyorsun kardeşim Feridun’a ver” dedim. Annemin ölümünden bir ay sonra bastılar, bütün eşyalarını aldılar Üstadın.
Bediüzzaman Hazretlerini kaç yılında ziyaret ettiğini biliyor musunuz?
Eskişehir mahkemesinin olduğu yıllarda ziyaret etmiş.
İlk ziyareti mi?
Zaten ilk gördüğünde de rahatsızmış, yolda aynen rüyada gördüğü gibi, iki dağ arasında görüşmüşler, ne olduğunu bilememiş bakamamışta. O da kolunu çıkarmış cübbesini öptürmüş anneme. “Erkek olsaydın seni hizmete alır götürürdüm” demiş.
Annem Üstad’ı ziyarete gittiğinde, önce Ceylan abi ile görüşmüş, Ceylan abi Üstada söylemiş. Üstad, içeriye alamayacağını söylemiş, ısrar etmesine rağmen almayınca, Zehra anne geri dönmüş, biraz yürüdükten sonra Ceylan abi arkadan seslenmiş ve Üstad’ın ona, “bana getirdiği emaneti versin diyor” demiş. Emanet dediği de limon bir de gömlek…
Ben gömleği bilmiyordum…
Ödemiş işi dokuma, yakası açılmamış gömlekler olurdu eskiden. Annem onu da götürüyor. Bak işte hep bu mişler var. Ben bu miş’lerden huylanıyorum araya yanlış bir şeyler girer günah olur diye.
Üstad’ın yanına kaç defa gidiyor?
Üç kere gidiyor.
Şu anda yelek Isparta’da mı?
Hayır, İstanbul’da Emine Hanım diye bir bayanda.
Emine hanım kim?
Annemin çok sevdiği sadık birisi, sağlam biri. Buraya her sene gelir, gene gelecek inşallah tanışırsınız.
Yelek oraya nasıl gitti bili yor musunuz?
Annemin vasiyeti üzerine götürdüm. Annem bana, “Senin yüzün yumuşak, gelir isterler, giymek isterler, zaten iyice yıpranmış, daha fazla giyilirse tahrip olur” dedi. Kendisi dikmiş kocaman düğmeler üstüne, tabi insanlar değişik; elliyorlar, öpüyorlar. Birisi bana dedi ki, “o Medine’ye layık Medine’den çıkmaz.” Bunu ben anneme söyledim “böyle diyorlar” diye. O “yok” dedi. “O zaman da Resulullah gücenir, bunu burada abideleştirirler, cama koyarlar, camda ziyaret ettirirler, olmaz. Resulullah’tan başka burada hiç kimse büyük olamaz” dedi ve İstanbul’a gönderdi.
Müfide abla burada yanlış bir şey yok
Yanlış değil.
Çünkü kendisi en nihayet hediye etmiş.
Annem dedi ki “bugün Resulullah ateş kuyusu yapsa, atla buraya dese sormadan atlarım.” Öyle bağlıydı Resulullaha, düşkündü. “Atla” diyecek o da “Allah” diye atlayacak. Daha ötesi yok. O kadar düşkündü.
Daha önce ben karşıydım anneme. Dört sene bizi hiç aramadı buraya geldiği sene, hiç aramadı.
Buraya gelince her şeyi insan unutuyor.
Kimisi annem için evlendi dedi, her kafadan bir ses çıktı,kimisi öldü dedi baş sağlığına geldiler. Yani çok şeyler var bende karşıydım. O zaman telefon yok, mektup göndereceğim mektup adresi yok. Hacılarla haber göndermiştim Ali Ulvi Kurucu’ya. Ona anlatmışlar çok üzülüyor evlatları diye. Ali Ulvi Kurucu eliyle bir mektup geldi bana, “üzülme annen gayet sıhhatli, burada. İnşallah gelecek” diye.
Vefat edeceği zaman Mustafa Bey Yasin okumaya başladı. İnan bir bebek oldu annem, pembe beyaz. O da Yasin’i okuyor. Mustafa beyin sakalından nasıl yaşlar akıyor. En sonunda “türceun”da, annem kendisi söyledi “turceun”u ve vefat etti.
2002’de, 91 yaşında vefat etti.
Hacı annenin en büyük tavsiyesi “sen ne duyarsan duy affedici ol.” Hep böyle derdi, “ben hakkımı dünyaya helal ediyorum. Onlar da bana haklarını helal etsinler.”
Türkiye’deki hanım kardeşlere söyleyeceğiniz bir şeyler var mı? Sizin bu sözleriniz bütün dünyada okunacak, ne söylemek istersiniz son olarak?
Zehra annenin bana söylediklerini söyleyeyim, bol bol Kur’an, Risale okusunlar. Terbiye kitabı, ahlak kitabı, ne ararsan Risalede var.