Bediüzzaman eğitimi düştüğü yerden kaldıracak

Bediüzzaman eğitimi düştüğü yerden kaldıracak

Prof. Dr. Osman Çakmak, Medresetüzzehra Sempozyu ile ilgili gözlemlerini kaleme aldı

Risale Haber-Haber Merkezi

Prof. Dr. Osman Çakmak, Medresetüzzehra Sempozyu ile ilgili gözlemlerini kaleme aldı. Sempozyumun Türkiye’de ve İslam Dünyasında asıl problemin bilimi öncü ve iktidar konuma çıkaramamak ve doğrudan eğitim meselesi olduğunu bir kere daha gösterdiğini ifade eden Çakmak, Bediüzzaman'ın ülkemiz eğitimini, düştüğü yerden alarak kendimize özgü bir eğitim idraki geliştirdiğini söyledi.

Prof. Çakmak'ın yazısı şöyle:

12-14 Ekim 2012 tarihlerinde Van’da yapılan sempozyum, Risale Akademi koordinatörlüğünde Van Valiliği ve 100. Yıl üniversitesi desteğinde gerçekleştirildi.  Sempozyumda, çıkarılan en önemli bir sonuç benim açımdan şu oldu:   Bediüzzaman’ın eğitim ve üniversite projesi, şekilsel dönüşümlere değil zihinsel dönüşümlere; eğitime muhteva ve kimlik kazandıramaya dayanıyor.  Bu konuya özellikle dikkat çekiyorum zira, gerek ilk ve orta ve gerekse yüksek öğretimde reform diye yapılanlar hep  şekilsel dönüşümlerden ibaret kaldı/kalıyor. 

Bediüzzaman neden bir ömür boyu  Medresetüzzehra adını verdiği eğitim projesinin  gerçekleşmesi için ısrarla çalıştı? Ben de herkes gibi bu soruya cevap ararken,   eğitim ve üniversite problemlerine  hala geçerli ve gerçekci bir  çözüm bulamayışımız hatırıma geldi.  Bu projenin  her  bakımdan ülkenin önünü açacak proje  olduğunu düşünmeye başladım. Gerek kendi sunumumu hazırlarken ve gerekse diğerlerini dinlerken konuda derinleştikçe bu  kanaatım iyice güçlendi.

Bediüzzamanın eğitim projesi bir  zihinsel inkılabı öngörüyor ve   “bizim ne yaptığımız değil, yaptığımızın ne işe yaradığı önemli  ve  uygulamaya/icada/buluşa dönüşmeyen ve fazilet/iman/amel meyvelerini vermeyen   bilginin önemi yoktur” hakikatını kavramayı gerektiriyor. Herkesce bilindiği gibi  ülkemizde eğitim,  benimsetme ve şartlandırma kültürü olarak algılanmakta bunun sonucu olarak sınavlara hazırlık şeklinde sürdürülmektedir. Cevapları belli soruları ve  mekanik bilgileri ezberletmeye dayanan bu eğitim  ülkemizde  tepkiselliğin (senden yana ve bana karşı kutuplaşmanın) ve zihinsel donmuşluğun kaynağı olmaktadır. Üstelik çözümü hep dışarıdan bekleyen (kendisi sorunları çözemeyen),  kendisini değersiz hisseden idealsiz-taklitçi yığınları üretip durmaktadır. 

YÖK Reformunun Çıkmaza Girdiği Aşamada Said Nursi Projesini Konuşmak
Son günlerde YÖK’de reformun başlatılması için  yeni YÖK yasa taslağı  piyasaya arzedildi.    Yeni YÖK taslağının köklü değişiklikler getirmenin  hayli uzağında kalıyor  ve eskinin bir makyajı  olarak kendini gösteriyor. Benim kanaatım budur.  Bir kere daha anlaşıldı ki,  kopya-taklit çözüm önerileri çözüm getirmiyor.  Kendi değerlerimizin eseri ve hulasası  olan   ve aynı zamanda  “kökü mazide ati” yi temsil eden  projelere ihtiyacımız var. Şunu her zaman unutuyoruz:  Bilim evrenseldir ama hedefleri ve mevyeleri millidir. Önemli olan bilimin uygulamaya dönüşmesi ve toplumun hizmetine sunulmasıdır.

Konuşmacıların  Medresetüzzehra eğitim projesinin  bu ülkenin, tarihî tecrübesiyle, kültürel dinamikleriyle ve medeniyet birikimiyle barışık  nesiller yetiştirmek üzere tasarlanmış bir medeniyet projeksiyonu olduğunda birleştiler.  Konuşmacıların söz birliği ettiği konulardan birisi de şu oldu:   Bu projenin  topyekün değerleri yok sayan bilimlerdeki   ateist-dinsiz hakimiyete karşı  bilimleri düştüğü yerden çıkarıp, asli hüviyetine kavuşturma ameliyesidir. Eğitimin misyonsuzluğuna, niteliksizliğine ve  ufuksuzluğuna  karşı geliştirimiş alternatif bir çözüm modelidir.

Tabiki   sempozyumda merak edilen konuların başında  Bediüzzaman, bu  eğitim projesi ile neyi amaçlamıştı? Çoğu konuşmacılar,  Medresetüzzehra eğitim ve üniversite projesi,   başta Türkiye  olmak üzere İslam aleminin  geri kalmışlığına-fakirliğine,  ihtilaf ve ırkçılık illetine ve  cehalete  karşı  çözüm formülü ve çıkış yolu olduğu konusuna söz birliği ettiler. Ülke ve Dünya  çapında örnek Medresetüzzehra çekirdek uygulamalarının da dile getirildiği Kongrede,  Bediüzzaman’ın  yaptığı yenilikleri ve söyledikleri ile   İslam dünyasının en büyük revizyonisti ve reformisti olduğu gerçeği bir kere daha gözler önüne serildi.
Bediüzzaman, Muhakemat eserinde daha bariz şekilde yansıttığı gibi, sanata, edebiyata, akaide, inanca ve hakikate yeniden bir bakış açısı getirdi. Her şeyi gözden geçirdi, kendisine gelinceye kadarki bakış açılarını yeniden ele aldı.  O düşünceyi ihya etti. Kendi açtığı  yolun, bir teffekkür ve tahkik mesleği  olduğunu ifade etti. İlim içinde hakikata açılan bir yol olduğunu ifade etti.    Onun öncekilerden çok farklı görünmesi ve   tuhaf bulunması yorum ve değerlendirmeleri ile ezberleri bozmasıydı. İnsanlığın üç temel sorununa  (1) eğitim/bilgi,  (2) hakikat, (3)  edebiyat veya sanat veya belagat   bunların hepsini  yeniden gözden geçirdi.  Olması gerekeni gündeme koydu.
 
Fen ve Din İlimlerinin Mezci
 
Kongre boyunca en çok tartışılan konulardan birisi   fen bilimleri ile din bilimlerinin birlikte verilmesinin ne anlama geldiği üzerine oldu.
"Modern bilim" eleştirisi namına, çeviri veya telif, onlarca eser yayınlanmıştır. Bu eleştiri çevreleri "modern bilim"in materyalistçe çalıştığını söyler;   bilimin atezime alet edildiğine ve   materyalist işgal altında kaldığına dikkat çekerler. Durum Türkiye’de böyle olduğu gibi, İslam dünyasında da farklı değildir. Ama şimdiye kadar ne Türkiye’de ne de İslam Dünyasında Kâinatı imanî bir şekilde   ele alan  ders kitapları ve eğitimi sunulabilmiş değildir.  Bugün ülkemizde din dersleri bile tek taraflıdır. Örneğin bir İmam Hatip öğrencisi  hatta ilahiyat fakültesi öğrencisi bile   kainat kitabını  okumayı öğrenememektedir.  Halbuki Kuran’daki ilahi hakikatlerin tecellilerini-yansımalarını,   başka ifade ile tefsirini/açıklamasını kainat üzerinde  görüyoruz. İnsanlar,  Kur'ân'ı "Allah'ın âyetleri" olarak, -tevhid başta olmak üzere-iman esaslarının delili olarak nazarlara sunduğu kâinata muhatap olamamaktadır. İman esasları böylece delillerden mahrum bırakılmaktadır.

Bediüzzaman’ın eğitim modelinde, gelişen bilim aslında  dini hakikatleri daha iyi anlama aracı olup,   dini inanışların zenginleşmesini ve bakış açısının  genişletilmesini sağlar.  Bediüzzaman geliştirdiği metotla   kendisi için yaratıldığı ve tasarlandığı belli olan  tabiatı doğru  anlamanın vasıtalarını sunmaktadır.    Fen bilimleri Allah’a ve inanca ait  gerçekleri tanıma aracı haline gelmektedir.  Fenler Bediüzzaman’ın ifadesi ile   “en nurani fen” olan marifetullah konumuna çıkmaktadır.  Böylece öğrenilenler  insani kemalat ve faziletlerin ve insani değerlerin kazanma vasıtası halini almaktadır.  Eğitimden temel amaç sadece bilimsellik deği aynı zamanda  insanlığı öğrenmek olduğuna göre, bilimlerin bu konuma yükselmesi ile bilim ve eğitim öğrenci için  “yük” olmaktan çıkacak “sınavsız” ve “zorunluksuz”  bir eğitim modeli potansiyelini sunmaktadır. 

Herkese Açık Bir Üniversite

Gündeme gelen hayli ilgimi çeken üniversite misyonundan burada söz etmekten geçemeyeceğim.   Medresetüzzehra adındaki Said Nursi Üniversitesi formal eğitimin dışında herkese açık bir üniversite vizyonuna sahip olacaktır. Bu misyonundan birisi şu şekilde icra edilecek:   Hangi üniversitede okursa okusun (veya hangi ülkede)  hatta mezun (asgari lise mezunu)  her yaştan insanlar, bu eğitim kurumlarında bir yıllık (alt aylık yada iki yıllık alternatifleri de olabilir)  gibi süre ile temel  (hazırlık eğitimi) bir eğitim alabilirler.   Medresetüzzehra eğitim perspektifinin kazandırıldığı bu süreçte özellikle Bediüzzaman’ın eserleri olan Muhakemat, Münazarat, Talikat... esaslı dersler  verilecek. Bunlara ek olarak belagat,   bilim felsefesi ve tarihi,  içtimaiyat,  usül  (araştırma, öğrenme ve öğretme teknikleri, literatür araştırma vb, yazma ve sunma  teknikleri...) gibi dersler olacak. Bu dersler yanında laboratuarlar ve uygulamalar eşliğinde fizik, kimya biyoloji, astronomi dersleri verilecek. Tabi ki  fen dersleri temel düzeyde ilgili bilimlere giriş düzeyinde konuları ele alacak.. Bu hazırlık eğitimi ile öğrenciye  araştırma ve sistemli düşünme yeteneği kazanırılacak. Böyelce öğrenciye müsbet bakış ve doğru bir akademik şahsiyet kazandırılacak.   Medresetüzzehra’nın olmazsa olmazlarından birisi, bu öğretim kurumlarında görevlendirilecek hocalar, mesleğinde  ülkenin ve  dünyanın  en iyileri arasından seçilecek ve bu konuda taviz verilmeyecek.   Belki de bazı üniversiteler, öğrencileri için  hazırlık eğitimlerini  Medresetüzzehra’da  alma şartı getirecekler.   
 
Medresetüzzehra Eğitim Sisteminde  Öğrenme Yöntemleri

Bediüzzaman,  Risaleleri anlayarak ve kabul ederek okuyan bir kişinin bir yıl içinde zamanın hakikatlı bir alimi olabileceğini ifade eder.  Bu garantinin verilmesi Risale-i Nurda en etkin ve verimli öğrenme ve öğretme yöntemlerinin kullanılması ile ilgilidir. Erbabınca da malum ve ispat edilmiştir ki, Risalelerde modern eğitim metotları bütünüyle  kullanılmış ve hatta Bediüzzaman daha ötesinde yeni metotlar keşfetmiştir ve ortaya koymuştur. Bu metotların bir kısmını şöyle şıralayabiliriz. İspat metodu, Temsil metodu, Gözlem metodu, Soru-cevap metodu, Karşılaştırma metodu, Müspeti verme metodu, Örnekleme metodu, Geriye dönüş metodu, Fıtrata mutabakat metodu, Birlikte paylaşım metodu, Örnek alma metodu, His ve duyguların hedefini değiştirme metodu, Motivasyon sağlama metodu, Pratik çözümleme metodu, Olumlu sonuçlar çıkarma metodu, Beynin sağ ve sol cephelerini kullanma metodu, Çoklu zeka yaklaşımı, Yaparak yaşayarak öğrenme metodu, Modelleme, Yükleme vd…
Bediüzzaman  Osmanlı döneminde medrese ve okullardaki verimsizliğin kaynağının görmüş,  hiç kimsenin söz etmediği dönemlerde    reçetelerini  sunmaya başlamıştır. Sultan Reşat döneminde İstanbul’da eğitimin aktif metotlara göre uygulanması için  bir programın bizzat uygulayıcısı ve takipçisi olduğuna dair   kayıtlar bulunmaktadır. 
Bediüzzaman,  öğrencilerde gözlenen melekesizlik, atalet ve şevksizliği,  karşılıklı soru-cevap  gibi aktif ders işleme metotlarının  terkedilişine bağlar: Şöyle demektedir: “Talebelerde âdemi münazara ve sual ve cevap sebebiyle şevksizlik ve melekesizlik ve atalet gibi”  sonuçlar doğurmaktadır.
 
İhtisaslaşma ve Branşlaşma

Her bir bilimin kendisine has bir gelişme seyri ve öğretme metodu olmasının gerektiğini söylerek ihtisaslaşma ve branşlaşmanın önemine dikkat çeker (mealen): 
 
“İstanbul’a geldim gördüm ki, diğer şubelere nisbeten medreseler terakki etmemiştir. Bunun da sebebi; Kitaba bakarak mesele ve hüküm çıkarmak olan istidat, ilim melekesi yerine konulmuş. Talebelerde, tartışma ve soru cevap eksikliği sebebiyle şevksizlik ve atalet gibi bazı haller meydana gelmiş. Diğer merak ve hayret uyandıran kainat ilimleri veya eğlence ile vakit geçirmeyi netice veren fenler ise, hakiki lezzeti ihtiva eden bizzat maksut olan, ilahi ilimler gibi  tahsil olunmaz. Bunun için de ya bütün bir gayret veya tam  bir meşguliyet veya müsabakayı netice veren sual ve cevap gibi içten veya dıştan bir teşvik lazımdır. Yahut iş bölümü (uzmanlık) kaidesine uygun olarak her bir talebe istidadına göre bazı branşlarla uğraşmalıdır. Ta mutehassıs (uzman) olsun, sathi olmasın. Zira her ilmin esasını teşkil eden bir sureti var. Ona ait kabiliyet ve meleke olmadığı vakti, bazı yerler noksan olan resimlere benzer. Bunun da çaresi, talebe kabiliyet ve yeteneğine uygun olan bir fenni (branşı) esas tutmalıdır. Bu fenne münasip, alakalı olan diğer fenlerden de her birinden birer fezleke (öz bilgi) alınmalı böylece diğerlerinden alınan fezlekeler kabiliyetine uygun olan esas ilim dalının tamamlayıcısı olarak öğretilmelidir.. Zira her bir fezleke, müstakil bir suret teşkil etmiyor. Fakat, esas sureti tekmil edebilir.”
 
“Akla Kapı Açmak, İradeyi Elden Almamak”

Bediüzzaman her şeyden önce İslam aleminin eğitim ve tebliğ anlayışında kökleşmiş olan benimsetme ve şartlanma kültürünü kaldırarak  “tahkik”-sorgulamayı esas haline getirmiştir.   İspat metodunu  ikame ederek benimsetme ve şartlandırmaya anlayışına   savaş açmıştır. 
 
Tahkike-araştırmaya dayanmayan bir eğitim,  Risale-i Nur külliyatının yazarına göre   “akla kapı açmak ama ihtiyarı elden almamak”    anlayışına terstir ve  fıtrata güvensizliği ifade eder. Akla kapı açmamak, anlama yolunu kapatmaktır ve seçme-irade özgürlüğünün elden alınmasıdır.
 
Usta bir eğiticinin yaptığı, aslında kişinin içindeki “öğrenme gücünü” harekete geçirmek ve ona ilham vermektir.   Bediüzzaman’ın dediği gibi,  “merak ilmin hocası, ihtiyaç terakkinin üstadı”dır. Ancak ihtiyaca, karşılık gelen bilgiler öğrenilebilmektedir.    Hemen belirtelim ki,     merak ve öğrenme isteği  ‘dayatma ve empozeye” karşı fevkalade kırılgan ve hassas duygulardır. Öğrenmenin başında, öğrenmeye olan talebin ve ihtiyacın oluşturulması; yani, “neden öğreneyim ki?” sorusuna imkân ve fırsat verilmesi gerekir. Bugün ülkemizde öğrenciler için eğitim bir sıkıntı ve sınavlar bela haline gelmişse, sebebi eğitimin fıtrata aykırı meraksız  ve talepsiz  bir zorunluluk sürecine dönüştürmesi ile ilgilidir.
 
Mehenge Vurmak

Okulların temel yetersizliği eğitim adına verilen bilgiler, "bu böyledir, böyle olduğu için öğrenmeniz gerekir, niye öğrendiğinizi sormayın." yaklaşımı ile verilmiş olmasıdır.  Şimdi dikkat edelim ki, sadece bilgiye ve doğruları öğretmeye dayalı gerçek hayatla ilişkilendirilmeden yürütülen eğitim süreci, öğrenciyi, yalnızca ‘evet-hayır' kesinliğiyle hâdiseleri ele almaya teşvik etmekte, öğrencilerin fıtraten sahip oldukları şüphe- merak hislerini dumura uğratmaktadır.  Bediüzzaman, mutlak  teslimiyet yerine   “mehenge vurma” terimini eğitim literatürümüze dahil eder.  Şu sözünü dinleyelim:  “Hiçbir müfsit ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür. Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hatta benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim veya bilmediğim halde ifsat ediyorum. Öyle ise her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altun çıktı ise kalbde saklayınız. Bakır çıktı ise çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz gönderiniz” (Münazarat) 

Bilgiyi Kökleri ile Bütüncül ve Derin  Öğrenme

Risale-i Nur eserlerinde bir hakikatin değişik cepheleri ile anlatılması, bu anlatımda sürekli ispat metotlarının kullanılması okuyucuda bütüncül bakış açısının kazanılmasını sağlar ve resmin bütününü gören bir zihin yapısı oluşturur. Aynı hakikatin farklı yollardan anlatılması ve değişik cepheleri ile verilmesi okuyucuda konunun kökleri ile anlaşılmasını ve derin ve sağlam bilgiye ulaşmayı temin eder. Sonuçta öğrenmede sathîlikten derinliğe geçilmesi, ezber ve taklit yerine, tahkik ve araştırmayı ön plana çıkarır.

Risalelerde bilginin “niçinler” ve “başka bilgilerle bağlantıları” içinde sunulması okuyucuda üretici ve mucit düşüncelerin gelişimi için bir zihnî altyapı oluşturur. Sonuç olarak Risale-i Nur eserleri uyguladığı metotlarla fıtratta var olan gerçekleri gün yüzüne çıkarıyor. Eğitimin gerçek ve doğru şeklini anlamada zihnimize pencereler açıyor.
 
“Asıl Mana”

Ülkemizde en büyük yanılgıyı eğitim  ve bilgi konusunda yaşadığımızı söyleyebiliriz. Kongrede en dikkate değer hususlardan birisi, Bediüzzamanın bilgiye ve eğitime getirdiği klasik anlayışların ötesinde yeni ve farklı  tariflerdi.  Konuya girmeden önce bilgi konusunda yanıldığımız hususlara  kısa bir göz atalım.   Malumat dediğimiz “kullanışsız bilgi “ile “gerçek bilgi” (örneğin know how türü tecrübî bilgi) arasındaki farkı bilmiyoruz. Bilgi kuvvettir. Ancak, kafamıza yığdığımız bilgiyle değil, üretime dönüştürebildiğimiz bilgi ile iş ve üretim yapabiliriz (örneğin patent). Kendinizin ürettiği bilgi ve teknolojilerle güçlü hale gelebiliyorsunuz, başkasından transfer ettiğiniz teknoloji ile değil. Bir ülkenin ileri gitmesi için çalışmak yeterli olmamaktadır. Hatta çok çalışmak da yeterli değildir. Zengin kaynaklara sahip olmak da bir önem arzetmemektedir. Çünkü çok çalışıp hiç buluş yapmadan sadece buluş yapan ülkeleri zengin ederiz ama kendimiz asla zengin olamayız. Bilim olmayınca bor gibi doğal kaynaklarınızı işlemeyi bile beceremeyoruz. Ham kaynakları uzuz fiyata dışarıya aktarmakla iktifa ediyoruz.

Ülkemiz okullarında, bilgiyi daha ziyade mekanik ve zihinsel süreçlerde değerlendirir. Böylece  dar bir boyuta hapseder. Halbuki  bilgi dimağ fabrikasının bölümlerinden geçerken, fabrikanın her  ünitesinde farklı kimlik ve özellikler kazanır ve farklı şekillere bürünür.  Bediüzzaman ilim ve öğrenme  mertebelerinin muhtelif ve her tabakanın ayrı hükümleri olduğuna dikkat çeker.  Bir fikrin “inanç” haline gelmesi ve hayata-uygulamaya geçmesi için bilginin “asıl manaya” dönüşmesi gerektiğinden söz eder. 

Mevcut modern eğitim anlayışında  “bilgiyi” üç yada dört mertebede (malumat, anlama, beceri ve icat seviyeleri) değerlendirirken,  Bediüzzaman bilgiyi yedi safhada ele alır ve  her bir basamaktaki bilginin kazandığı hüviyeti  dile getirir (Lemaat,s:1148). Bilgi, eğer dimağ yanında, hayal, vicdan, kalp ve diğer meleke ve ruhi süreçlerden de geçiyorsa ortaya  tam ve eksiksiz   bir ürün  çıkacaktır. Önce  zihne nüfuz edecek (anlama),  akıl süzgecinden geçecek ve  vicdan onu su gibi içerek   orada  fikir çiçekleri açacaktır..   Bilgi-fikir canlı bir çekirdek gibidir. Şartlar hazırlandığından  ondan yeni  fikir çiçekleri açacaktır. Halbuki mevcut ezberci yapı,  benimseme ve şartlanma şeklinde sürdüğünde,   bilgi akla bile uğramadan  “ölü” doğar. Öğrenci, “asıl mana”nın kokusunu bile duyamaz.
Muhakemat adlı eserinde bu gerçek şöyle ifade edilir.. “Zira mukarrerdir: Asıl mânâ odur ki, elfaz onu sımahta boşalttığı gibi, zihne nüfuz ederek vicdan dahi teşerrüb etmekle, ezâhîr-i efkârı feyizyâb eden şeydir (Muhakemat).

Bediüzzaman ayrıca “bilimsel ve gerçek bilgi” diye tanımlayacağımız   “Yakîn bilgiyi” gündemimize sokar.   Onu da üçe ayırır:   İlmel yakîn,  aynel yakîn,  hakkel yakîn.
Medresetüzzehra Modelinin Eğitim-Öğretim Metodu Risale-i Nur’da Gizli
Sonuç olarak Bediüzzaman eğitim sisteminin öğrenme metotları,  Risale-i Nur eserlerinde, uslubunda ve anlatımında  gizlidir. Medresetüzzehra projesinde eğitim,  bizzat Risale-i Nur’un gözlüğü ve eğitim-öğretim metotları olacaktır. Bu   metotları Bediüzzaman şu sözleri ile özetler: “Benden sual ediyorsun: "Neden senin Kur'ân'dan yazdığın Sözlerde bir kuvvet, bir tesir var ki, müfessirlerin ve âriflerin sözlerinde nadiren bulunur? Bazen bir satırda bir sayfa kadar kuvvet var; bir sayfada bir kitap kadar tesir bulunuyor."  Ekseriyat itibarıyla öyledir. Çünkü, yazılan Sözler tasavvur değil, tasdiktir. Teslim değil, imandır. Marifet değil, şehadettir, şuhuddur. Taklit değil, tahkiktir. İltizam değil, iz'andır. Tasavvuf değil, hakikattir.  Dâvâ değil, dâvâ içinde bürhandır…”
Esasen üstad Said Nursi’nin  burada ifade ettiği her bir kavramı   eğitim bilimleri açısından  ayrı ayrı değerlendirilmek icap eder.
 
Sözün özü, Bediüzzaman,  adına "sistem" demeyi hak edecek, güçlü bir felsefî temeli, köklü bir kültürel dayanağı, muhkem bir sosyal dinamiği olmayan  ülkemiz eğitimini, düştüğü yerden alarak kendi  insan ve âlem tasavvuru doğrultusunda kendimize özgü bir eğitim idraki geliştirmiştir.  Eğitimi bir medeniyet ve hayat meselesi olarak ele almıştır. Şimdi yetkililerimize ve aydınlarımıaz düşen görev, bu yeni eğitim -araştırma-düşünme ve kısaca medeniyet projesini  önce anlamak, sonra   çağı manevi olarak kucaklayan bu projeyi harekete geçirmektir. Daha işin başında olduğumuzu söyleyebiliriz. Bu sempozyumla  konuya giriş  yapılmıştır.  Arkasından silsile halinde daha bir çok bilimsel toplantı  ve araştırmaların gelmesi beklenir.