Be­di­üz­za­man müezzin mahfilinde ha­fız­la­rı dinliyordu

Be­di­üz­za­man müezzin mahfilinde ha­fız­la­rı dinliyordu

Gü­mül­ci­ne’de bir “Son Şa­hit” ol­du­ğun­dan doğ­ru­su ha­ber­dar de­ğil­dik

Faruk Çakır’ın haberi:

Gü­mül­ci­ne’de bir “Son Şa­hit” ol­du­ğun­dan ha­ber­dar de­ğil­dik. Soh­bet es­na­sın­da böy­le­ bir a­ğa­be­yi­mizin var­lı­ğın­dan ha­ber­dar o­lun­ca he­men zi­ya­ret et­mek is­te­dik ve ka­pı­sı­nı çal­dık.

Üs­tad Be­di­üz­za­man Sa­id Nur­sî′yi gö­ren bu a­ğa­be­yi­mi­zin a­dı Ha­san Mü­ez­zin.  An­cak 1954′den son­ra bir sü­re I­rak′ın baş­şeh­ri Bağ­dat′da ya­şa­dı­ğı i­çin "Bağ­dat­lı" a­dıy­la a­nı­lı­yor.

Hasan Mü­ez­zin A­ğa­be­yi­mi­zin (Bağ­dat­lı)  İs­tan­bul′da­ki e­ği­ti­mi ta­mam­la­yın­ca ho­ca­sı, o­nu Bağ­dat′a git­me­ye teş­vik et­miş. Bağ­dat′a gi­din­ce o­ra­da bir baş­ka Nur Ta­le­be­si o­lan Ah­met Ra­ma­zan A­ğa­bey­le ta­nış­mış ve Gü­mül­ci­ne’ye dön­dü­ğün­de de u­zun yıl­lar o­kul mü­dür­lü­ğü yap­mış.

Hasan Mü­ez­zinBağ­dat­lı′nın Üs­tad′la il­gi­li ha­tı­ra­la­rı şöy­le:

1952 ya da 1953 yı­lın­da İs­tan­bul’da, Fa­tih’te Kur’ân kur­sun­da o­ku­yor­dum. Ya­vuz Se­lim Ca­mi­i’­nin ya­nın­day­ken, ya­nı­mız­dan bi­ri geç­ti. Ar­ka­sın­dan bi­ri de o­nu ta­kip e­di­yor­du, her hal­de ta­le­be­le­rin­den bi­riy­di, ta­nı­mı­yo­rum. De­di­ler ki, “Bu bü­yük bir â­lim­dir, Sa­id Nur­sî’dir.” O za­ma­na ka­dar Üs­tad’ı hiç gör­me­miş­tim, ta­nı­mı­yor­dum. Fa­tih Ca­mi­i­ne doğ­ru git­ti­ler. Bu ilk gö­rü­şüm­dü.

Da­ha son­ra Fa­tih Ca­mi­i’n­de bir ha­fız ce­mi­ye­ti dü­zen­len­miş­ti. Biz de o­ra­da, ar­ka­daş­la­rı­mız­la bu ce­mi­ye­ti din­le­me­ye git­miş­tik. De­dik ki mü­ez­zin mah­fi­li­ne çı­ka­lım ve ha­fız­la­rı yu­ka­rı­dan iz­le­ye­rek din­le­ye­lim. En ön­den bir ar­ka­daş çık­tı, he­men a­şa­ğı­ya dön­dü. “Ni­ye dön­dün?” de­dik. Ce­va­ben, “Be­di­üz­za­man Haz­ret­le­ri o­ra­da, o­nun i­çin a­şa­ğı­ya in­dim” de­di. Ben de çı­kıp bak­tım ki ha­ki­ka­ten Üs­tad Be­di­üz­za­man o­ra­da o­tur­muş, ha­fız­la­rı sey­re­di­yor, din­li­yor... Bi­li­yor­su­nuz, ha­fız ce­mi­yet­le­ri o za­man ca­mi­le­rin or­ta­sın­da, hal­ka şek­lin­de o­lur­du. Üs­tad da on­la­rı mü­ez­zin mah­fi­lin­den iz­li­yor­du.

Bir de­fa­sın­da da yi­ne Fa­tih Ca­mi­i’n­de gör­düm. Bi­zim bir ho­ca­mız var­dı. Na­maz­dan ön­ce hal­ka der­si ya­pı­yor­du, mil­le­te va­az ve­ri­yor­du. Bu ho­ca­mız, son dev­rin der­si­am­la­rın­dan­dı. Ar­ka­daş­la­rı o­na “A­yak­lı kü­tüp­ha­ne” der­di. A­dı, Gü­mül­ci­ne­li Mus­ta­fa E­fen­di’ydi. Al­lah rah­met et­sin. Biz ho­ca­nın et­ra­fın­da ta­le­be­ler­le ders ya­par­ken, ders din­ler­ken Be­di­üz­za­man o­ra­ya gel­di. Gü­mül­ci­ne­li Mus­ta­fa E­fen­di bi­ze hi­ta­ben, “Siz bu za­tı ta­nı­yor mu­su­nuz? Bu za­tın il­mi bi­zim gi­bi kes­bi de­ğil, veh­bi­dir” de­di.

Üs­tad Be­di­üz­za­man’ı bir de­fa da yi­ne ar­ka­daş­lar­la be­ra­ber Fa­tih Ca­mi­i’n­den Ya­vuz Se­lim’e dö­ner­ken gör­dük. O­ra­da, Çu­kur­bos­tan di­ye bir yer var. O­ra­da o za­man çe­şit­li kuş­la­rın bu­lun­du­ğu ‘kuş cen­ne­ti’ de­nen bir yer var­dı. O­ra­da her tür­lü kuş bu­lu­nur, ö­tü­şür­ler­di. Me­ğer Üs­tad o­ra­ya gel­miş. Bir a­rka­da­şı­mız Üs­tad’ı gör­müş, o­nu ta­kip et­miş ve kuş­lar­la a­de­ta ko­nuş­ma­sı­na, on­la­ra ba­ka­rak “Ma­şal­lah, süb­ha­nal­lah’ de­me­si­ne şa­hit ol­muş. O­ra­dan çı­kar­ken de kuş ba­kı­cı­sı­na bi­raz pa­ra ve­rip, “Bu pa­ra i­le bu kuş­la­ra yem al, on­la­ra yem ver” de­miş. Bi­ze ha­ber ver­di, tam ka­pı­dan çı­kar­ken o­nun­la kar­şı­laş­tık. Ya­nı­na git­tik. E­li­ni öp­mek is­te­dik, bi­ze duâ et­ti, a­ma e­li­ni öp­tür­me­di.

Bir de­fa­sın­da da biz Ya­vuz Sul­tan Se­lim’de ders­tey­ken, tür­be­yi zi­ya­re­te gel­miş. O­ra­da na­maz kıl­mış. Na­maz kıl­dı­ran da bi­zim ar­ka­daş­lar­dan bi­riy­di, is­mi­ni u­nut­tum şim­di. Na­maz­dan son­ra da i­mam ve­kil­li­ği ya­pan bu ar­ka­da­şa na­si­hat et­miş. Al­lah rah­met ey­le­sin. A­min.

Yeni Asya