Bediüzzaman ve tefekkür

Bediüzzaman ve tefekkür

Diyarbakır Kültür Merkezi (DKM) tarafından düzenlenen üniversite seminerinde tefekkür konusunu anlattı

Seminerin içeriği ise şöyleydi:

1.Tefekküre Kısa Bir Bakış

Tefekkür fikr etme, düşünme, akıl yorma, işin özüne inmeye çalışma gibi manalara gelir. Bizim anlayacağımız tefekkür bir şeyi derinlemesine düşünme, anlama, kavrama fiili ve çabasıdır diyebiliriz. İnsanı hayvandan ayıran düşünme istidadıdır. Biz sürekli bir şeyler düşünürüz. Bunlar gerek günlük işler, hayaller, meslek ile ilgili şeyler gibi pek çok konuda mutlaka bir şeyler düşünürüz. İşte bu düşünme eylemini şuurlu bir halde Cenab-ı Allah’ın esmalarının tecellilerini, masnuattaki sanatlarını, maksatlarını, hikmetlerini anlama ve kavrama çabası şeklinde kanalize ettiğimizde, bunları düşündüğümüzde tefekkür etmiş oluruz inşallah.

Tefekkür, varlıklara Allah namına bakmaktır. Tefekkür, mevcudat pencerelerinden Allah’ın isim ve sıfatlarına nazar etmektir. Her bir varlık, Allah’tan bir mektuptur. İnsanın şu kâinata geldikten sonra iki cihet ile ubudiyeti var: Bir ciheti gaibane bir surette bir ubudiyeti, bir tefekkürü var. Diğeri; hazırane, muhataba suretinde bir ubudiyeti, bir münacatı vardır.

Peki, biz tefekküre mecbur muyuz? Niçin tefekkür ederiz?

Tefekkürün olması için şuurun bulunması gerekir. Dolayısıyla cemâdatta, bitkilerde ve hayvanlarda tefekkür bulunmaz. Onlarda tezekkür hâli görülür. Her bir masnuat lisan-ı halince Sani-i Halık’ını zikreder. Kendisine koyulan istadada göre vazifesini yerine getirir. Fakat insan kendisine verilen akıl nimeti münasebetiyle tefekküre mecburdur diyebiliriz. Her insanın kabiliyet ve istidatları farklı olduklarından ve her insan Esma-i İlahi farklı derecede tecelli ettiğinden herkes her şeyi aynı derecede tefekkür edemez. Cenab-ı Allah’ı sıfatlarıyla esmalarının tecellileriyle tanıyabiliriz.

Kötü yollara sevk eden cereyanlar insanları tefekkürden uzak tutmaya çalışır. Tefekkür yerine unutkanlığı, nisyanı ikame eder. İnsanı hayvan derecesine indirmek ister. Fakat insan akıl alakadarlığı cihetiyle hayvan gibi olamaz. Sadece içinde olduğu an ile alakadar değildir. İnsanın mazi ve müstakbelle bir münasebeti bulunur. İnsan için geçici unutmak çıkar yol değildir. Dolayısıyla insan Rabbisini tanımak ve itaat ile ubudiyet vazifesini ifa etmek durumundadır.

Kur’an tefekküre yönlendiriyor. Kur’an-ı Hakim insanlardan tefekkür istiyor ve bizleri tefekküre davet ediyor. “Şimdi çevir gözünü, bir kusur bulabilir misin? Sonra gözünü bir daha, bir daha çevir. Sonunda göz, yorgun, bitkin bir şekilde sana geri dönecektir.” (Mülk, 3-4) "O'dur ki arzı uzattı, orada sabit dağlar ve ırmaklar var etti. Orada bütün meyvelerden iki çift yarattı. Geceyi gündüzün üzerine örtüyor. Şüphesiz bunda tefekkür eden (düşünen) bir toplum için ayetler vardır" (er-Ra'd, 13/3)

"O'dur ki, sizin için gökten bir su indirdi. İçecekleriniz ondandır ve hayvanları otlattığınız ağaçlar, bitkiler ondan sulanıp filizlenmektedir. Onunla size ekin, zeytin, hurma, üzümler ve her çeşit meyvelerden bitirmektedir. Şüphesiz bunda, tefekkür eden (düşünen) bir toplum için (yaratıcının varlığına, kudretine ve hikmetine) işaret vardır" (en-Nahl, 16/10,11).
"Biz bu Kur'an'ı bir dağa indirseydik, Allah'ın korkusundan onu, baş eğmiş, parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri, tefekkür etsinler diye insanlara veriyoruz" (el-Haşr, 59/21) 

2.Nasıl Bir Tefekkür?

Tefekkürün iman ile nurlanması lazım. Yoksa Cenab-ı Allah’a ulaştırmayan tefekkür nazarını celp ettiği, gözünü çevirdiği şeye uluhiyet verir. Bir mandalinaya tabiiyyun nazarıyla bakan bir göz o mandalinanın güzel kokusunun, renginin, tadının kaynağını esbap perdesiyle kuru ağacına verir. O mandalinayı bize sanatlı bir nimet olarak veren Sani-i Zülcemal’i, Rezzak-ı Hakiki’yi göremez. Bir odun parçasına uluhiyet vermek gibi bir divaneliğe düşer.

Tefekkürü daha anlamak için bazı kavramları açmak istiyorum;

Bu kavramlarla tefekkürde nelere dikkat etmemiz gerektiğini öğrenebiliriz.

Mana-i Harfi-Mana-i ismi: Cenab-ı Hakk’ın masivasına manayı harfiyle bakmak lazımdır. Manayı ismiyle ve esbab hesabına bakmak hatadır. Evet her şeyin iki ciheti vardır. Bir ciheti Hakk’a bakar. Diğer ciheti de halka bakar. Halka bakan cihet Hakk’a bakan cihete tenteneli bir perde veya şeffaf bir cam parçası gibi, altında Hakk’a bakan cihet-i istinadı gösterecek bir perde gibi olmalıdır. Binaenaleyh nimete bakıldığı zaman Mün’im, sanata bakıldığı zaman Sani’, esbaba nazar edildiği vakit Müessir-i Hakiki zihne gelmelidir.

Nazar ve Niyet: Nazar ile niyet, mahiyet-i eşyayı tağyir eder. Günahı sevaba, sevabı günaha kalbeder. Evet niyet adi bir hareketi ibadete çevirir. Maddiyata esbab hesabıyla bakılırsa cehalettir. Allah hesabıyla olursa marifet-i İlahiyedir.

Dikkat: Tefekkürde yoğun bir şekilde dikkat kullanılır. Dikkatin başka şeylere dağıtılmaması önemlidir. Bu zamanda dikkat dağıtıcıların çok fazla olması hasebiyle gözümüzün önünde olan çok şeylerin farkına varamayabiliyoruz. Hakk’a götüren bazı bürhanlar suya beziyor, bir kısmı da havaya benziyor, bir kısmı da ziya gibidir. Binaenaleyh bu gibi bürhanları gayet latif ve dikkatli, ince bir fikir ile arayıp tutmalıdır ki dökülmesin, sönmesin uçmasın.

Ülfet: Alışmak, alışkanlık gibi manalara gelir. Sürekli yapılan şeylerde yavaş yavaş dikkat azalır. Zamanla insan otomatikleşebilir. Böylece çevremizde Rabbani sanatları göremeyebilir ve bu sanatlar sıradan gelebilirler. Ülfetten kurtulmak için de tefekkürde bulunmalıyız. Bir kez tefekkür ettik yeter gibi yaklaşımlar içine girmemeliyiz. Çünkü her tefekkürde farklı yönler ve hususiyetler görebiliriz. Bu durumu aynı zamanda bir tefekkür kitabı olan Risale-i Nur’u okuyanlar ‘kardeşim bu meseleyi daha önce de okumuştum fakat hiç böyle anlamamıştım. Sanki ilk defa okuyor gibiyim.’ Gibi cümlelerle ifade ediyorlar.

Gaflet: Tefekkür gafleti izale eder. Tembellikte ülfet gibi Esma-i İlahi’nin anlaşılmasına mani olur ve Sani-i Hakim’in kainata koyduğu kanunlara zıt bir haldir. Gaflet gözü adeta kör eder. Allah’ın esmalarının işleyişini nazarımızdan bir nevi perdeler.   

3.Enfüsi ve Afaki Tefekkür

Tefekkür; enfüsi ve afaki olmak üzere iki kısma ayrılır. Enfüsi tefekkür iç âlemimizde (nefsi-kalbi-vicdani) cereyan eder. Afaki tefekkür ise şahsın kendi haricindeki âleme bakarak gerçekleştirdiği tefekkürdür.

Bu noktada Üstad Bediüzzaman’ın çok önemli bir tavsiyesi var:  “Nefsî tefekkürün tafsilatlı, afakî tefekkürün ise icmalî” yapılması. (Mesnevî-i Nuriye). Elbette ki, kâinat kitabının belli bir sayfasını inceleyen ilim adamları, o sahayı incelikleriyle kavramaya, anlamaya çalışabilirler. Ancak, onlar da başka ilim dallarında, yine “icmalî tefekküre”mecbur kalırlar.

Kainat koca bir tefkkür ummanıdır. Nereye nazar edilse insanı hayretlere düşürecek manzaralar göze çapar. İnsan kendini şaşkınlıktan alamaz. "Evet, bu dünya memleketine ve misafirhanesine gelen herbir misafir, gözünü açıp baktıkça görür ki: Gayet keremkârâne bir ziyafetgâh ve gayet san'atkârane bir teşhirgâh ve gayet haşmetkârâne bir ordugâh ve talimgâh ve gayet hayretkârâne ve şevk-engizâne bir seyrangâh ve temâşâgâh ve gayet mânidarâne ve hikmetperverâne bir mütalâagâh olan bu güzel misafirhanenin sahibini ve bu kitab-ı kebîrin müellifini ve bu muhteşem memleketin sultanını tanımak ve bilmek için şiddetle merak ederken, en başta göklerin nur yaldızıyla yazılan güzel yüzü görünür. "Bana bak, aradığını sana bildireceğim" der. 

Tefekkürün peygamberimiz Hz. Muhammed ‘in (asm) hayatında önemli bir yeri vardır. Hatta en geniş ve güçlü tefekkürde Resulullah (a.s.m.) bulunmuştur diyebiliriz. Çünkü gelmiş, geçmiş ve gelecek bütün insanların fevkinde bulunmasından, Esma-i İlahi’nin tecellilerini en azam derecede temaşaa etmesinden bunu anlayabiliriz.

Peygamberimiz (a.s.m.) sık sık tefekkürde bulunurdu. Bu sebeple insanların içinden ayrılıp, şehrin keşmekeşinden sıyrılıp Hira dağına çıkardı. Resulullah (a.s.m)’a peygamberlik vazifesi de Hira mağarasına tefekkür için çekildiği bir zamanda verilmişti. “Bir saat tefekkür bazen bir sene ibadetten daha hayırlıdır.”(Suyutî, Camiu’s-Sağir, II/127; Aclûnî, I/310) Hadis-i Şerifi bize tefekkürün önemini hatırlatıyor.

Namazdaki tefekkürün fazlaca detaylara gitmemesi uygundur. Çünkü namaz ibadetinin aksamadan ve tadil-i erkan ile yerine getirilmesi icap eder. Yine namazda zihne gelen kötü hayallere ehemmiyet verilmeyip namaza devam edilmesi gerekir. Zira şeytan bize namazı terk ettirmek için vesvese verir. Halbuki o pis hayalleri kalbimiz tasdik etmez.

Şükür tefekkür neticesinde olursa daha değerli olur.  Birinci sözdeki zikir, fikir, şükür sırası ehemmiyetli bir noktayı nazara verir.

4.Bediüzzaman ve Tefekkür

Üstadımız Bediüzzaman hazretlerinin bir sineğin gözünü yaratanın manzume-i şemsinde Hâlık’ı olması gerektiğini belirtmesi şumûllü bir tefekkürün neticesidir. Yine üstadımız tefekkürde bulunmak için dağlara, tepelere çıkardı. Buradan tefekkürde bulunmak için illa dağlara, tepelere çıkılması icap ettiği manası çıkarılmamalı. Bulunduğumuz hemen her yer tefekkür edilebilir. Fakat dikkat dağıtıcıların az olduğu yerlerde tefekkür daha suhuletli ve feyizli gerçekleşebilir.

Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur'un dört esas üzerine bina edildiğini belirtir; acz, fakr, şefkat ve tefekkür olarak sıralar. Bunlardan acz ve fakr, yani kişinin Kâinat Yaratıcısı karşısında mutlak bir âcizlik ve ihtiyaç içinde olduğunu bilme hali, Risale-i Nur'un enfüsî tefekküre dair bahislerinde çeşitli yönlerden incelendiği için, bu iki esası da yine tefekkürle iç içedir. Şefkat esası ise, eserlerde açıklanan hakikatleri, yani, Risale-i Nur tefekkürünün meyvelerini başka insanlara ulaştırmayı hayat gayesi olarak benimsemek gibi bir neticeyi vermektedir.

Tefekkür, Risale-i Nur'un en önemli esası olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu esas, aynı zamanda, Bediüzzaman Hazretlerinin hayatını şekillendiren en önemli özelliktir. Mesnevî-i Nuriye adlı eseri son derece yoğun bir enfüsi tefekkür örneğidir. Risale-i nur külliyatı enfüsi ve afaki tefekkürün örnekleri ile doludur. (Ayetül Kübra…)

Bediüzzaman Hazretleri ‘’ Bir saat tefekkür, bir sene nafile ibadetten daha hayırlıdır hayırlıdır. (Suyuti, Camiu’s-Sağir,2/127;Acluni,1/310)’’ hadis-i şerifin feyzine mazhar olmuş bir tefekkür ummanıdır. 

Bediüzzaman Hazretleri Barlada dağlarda gezerken, tefekkür ederken Rum suresinin 50.ayetini (şimdi bak Allahın rahmet eserlerine) yüzlerce kez okumuş ve bu tefekkür sonucu Haşir risalesi meydana gelmiştir.

Bediüzzaman'ın gözünde, bütün varlık âlemi bir tefekkür levhasıdır. Şuur sahibi varlıkların yaratılışından maksat da, tefekkür vazifesinin yerine getirilmesidir.

Bediüzzaman’ın tefekküründe, yine canlı-cansız, şuurlu-şuursuz tüm varlıklar Allah’ı zikreder. Bu zikir halkasına kendisi de dahil olur. Allah’ı sonsuz isim ve sıfatlarıyla sürekli olarak anan, zikreden her bir varlıkla adetâ bir kardeş, bir arkadaş olur. Bediüzzaman’ın tefekküründe bütün varlıklar birer aynadır. Allah’ın sonsuz güzellikteki isimlerinin, sonsuz mükemmellikteki sıfatlarının yansıdığı birer aynadır.

Bediüzzaman’ın tefekküründe, bütün varlıklarla birlikte en yüksek ve en büyük kulluk mertebesi olan Marifetullah’a ulaşma vardır. Bu da zaten, bütün varlıkların yaratılma sebebi, hikmeti, neticesi ve meyvesidir.

Bediüzzaman Hazretleri tefekküründe ekseriyetle yüksek yerleri seçmiştir. İstanbul’a giderken Yuşa tepesine, Van’da iken Van kalesine,  Barla’da Çam dağında…

Risale-i Nurların bütün parçaları tefekkürün somut bir şekli gibidir. Allah’ın varlığına ve birliğine kâinat afaki delil iken insan enfüsi delildir diyebiliriz.

Konuyla münasebettar Zübeyir ağabeyden nakledilen şöyle bir hatıra var: Bir gün otomobille büyük bir buğday tarlasından geçiyorduk. Biz bunların ekmek olup yenmesini düşünüyorduk. Bu sırada Üstad bize, “Ekmeği sizin, tefekkürü benim” dedi.

Bayram Yüksel ağabey de Üstad Hazretleri için şöyle diyor;  “Kırlara gittiğimizde en yüksek yerlere çıkardı. Bazen yüksek ağaçların ve taşların başına çıkardı. Namaz kılarken de yüksek taşların başını tercih ederdi. Kırlarda cemaatle namaz kıldığımızda bizlere imamlık ederdi. Namaz vakti girdiğinde muhakkak ezan okuturdu. Üstadımız bizlere, “Sizlerdeki gençlik bende olsa, şu dağlardan inmem” derdi. Daima kitab-ı kebir-i kâinatı mütalaa ederdi.”

Bediüzzaman Hazretleri Çam dağına çıkar “Buraları yıldız sarayına değişmem “ derlerdi.

dkm2-006.jpg

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.