Hüseyin YILMAZ
Bediüzzaman’a ‘Deccal’ diyen prof hangi tımarhaneden kaçtı? (1)
Önümde iki yazı var; ne yapacağımı, nereye koyacağımı bilemediğim iki yazı! Hayır, iki yazı değil, iki makalelik bir seri. Makalelerin müşterek serlevhâsı bir kuduz haykırışı:
“FETÖ’yle hortlayan tescilli Deccal: Said-i Şarlatan”
Haykıranın ünvanına bakılırsa Prof. İsmi: Şahin Filiz!..
FETÖ’yü biliyorsunuz! Deccal olarak vasıflandırdığı “Said-i Şarlatan” ise sadece İslâm tarihinin değil, insanlık tarihinin de kutub yıldızlarından Bediüzzaman Said-i Nursi Rahmetullahi aleyh.
İslâmda baş örtüsü yoktur diyen, camileri abes ve lüzumsuz telâkki edip içlerinde saz çalınıp semaha kalkılmasını tavsiye eden Filiz, çoğunuza tanıdık gelecektir ama itiraf etmeliyim ki, yukarıdaki ulumasını işitinceye kadar dünyamda en ufak bir yeri yoktu. Naklettiğim bu kısa bilgiler ile birlikte Ezan sesinden rahatsızlığını yüksek sesle ifade ettiğini de yeni öğrendim. Merih’te yaşadığımı düşünebilirsiniz ancak düşünce ve ahlâk çöplüklerine yolum düşmüyor.
Baştan sona iftira ve hakaretle başlayıp biten bu hezeyannameyle vaktinizi almak istemezdim. Tehlikeli sularda gezinen, hakaret ve iftiralarla iktifa etmeyip Risâle-i Nur’un iman ve Kur’an hizmetinden başka meselesi olmayan şâkirdlerinin muazzam kitlesi Nurcuları, FETÖ ile aynı kefeye koyup hedef haline getirmese idi bu sakîm şuurun muhatabı olmayacaktım. Ne var ki, masum ve mazlum bir kitlenin hukuku söz konusu. Susmak haysiyet ve şerefime dokunur.
Ömrünü din düşmanlığı ile heba etmiş Perinçek’in kanatları altında şöhreti yakalayıp müftülük kisvesi altında din tahribkârlığını bir devirde hayatının maksadı edinen Turan Dursun’un bu çapsız şakirdinin aynı mahallede sahneye fırlaması tesadüf mü? Sanmıyorum...
Atatürkçülük maskesi ile dolaşan Filiz’i tek kelime ile tesbit ve teşhis şübhesiz mübalağalı bir iddia olur ama camiler için münasib gördüğü “semah” kelimesini yine de bir yerlere kaydediniz. Zirâ, bu kin ve gayzın altında uzunca bir geçmişin muzdarib hâfızası yatıyor olabilir.
Öncelikle şunu söylemek isterim ki, kırk küsur yıldır okumakta olduğum Risale-i Nurlarda bir hata tesbit edebilmiş değilim. Tesbit edebilmiş olsaydım, beni tanıyanlar bilirler ki, susmaz ilân ederdim. Zirâ, yanlış kimin vitrininde sergilenirse sergilensin, yanlıştır ve itiraz ederim. Sonra zengin bir meyve bahçesinde yere düşmüş bir kaç çürük meyveye bakıp bahçenin bütün meyvelerinin çürük olduğuna hükmedilmez. Bir kaç kalp akçenin karışması da saltanat hazinesini değersizleştirmez. Altı bin sahifelik muhteşem bir külliyatta keyfe keder bulunabilecek adiyattan bir kaç tartışmalı mesele ile de o külliyatın değeri düşmez.
Şahin’e gelince! Hezeyanlarından Risâle-i Nurları metin bütünlüğü içinde okumadığı, okuduysa da hiçbir şey anlamadığı âşikâr. Esasen Kamal Atatürk’ü Büyük İskender’den daha büyük bir kumandan, hocası Aristotales’ten de daha büyük bir filozof vehmeden bu sığ şuurun Bediüzzaman’dan bir şey anlaması kabiliyet sıçraması olurdu ki, nadirattandır.
Semah havarisinin bütün yaptığı, Cumhuriyet’in başlarından itibaren Ankara sırtlarından estirilen küfrî rüzgârlara karşı İman ve Kur’an hizmetini başlatan Üstad Bediüzzaman’a seleflerinin asılsız, hakikatsız ve kirli mirasları ile hücum etmekdir. Anlamıyor ki, tekrarladığı hezeyanlar, kendisinden önce binlerce sefer tekrarlanmış, itibar görmemiş, hiçbir netice doğurmamış ulumalardan ibarettir.
Yine de ilim ve haysiyet düşmanı bu zavallının neler söylediğine daha yakından bakmamız iktiza ediyor. Söylediklerinin tamamını değilse de temel iddia ve iftiralarına bir nebze eğilmekte fayda var. Filiz sahneye aşağıdaki iddia ile fırlıyor:
“Türk milleti Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’le varlığını ve geleceğini kurtarmayı başardığında, içeriden ve dışarıdan akıl almaz saldırıların hedefi haline gelmiştir. Temelde içeridekiler dışarıdaki saldırıların devamıdır. Belki de en tehlikelisi, emperyalistlerin bizzat kendi düşmanlıkları değil, ülke içinde yarattıkları cahil hainlerdir; kullanageldikleri karanlık çehrelerdir.”
Milletin kurtardığı bir ülkenin bütün şan ve şerefi gibi toprağını da Kamal Atatürk’e tapulamakta bir beis görmeyen Filiz, utanmadan, sıkılmadan içeridekiler dediği bu toprakların aslî unsuru Müslümanları emperyalistlerin taşeronu ilân ediyor. Oysa emperyalistler tam da bu insanlardan ve temsil ettikleri İslâmiyet’ten kurtulmak için Osmanlıyı yıkmıştı. Cumhuriyet devrinin bütün inkılâb ve icraatları ise Batılı emperyalistlerin avuçlarını patlatırcasına alkışlamalarını mucibdi ve alkışlıyorlardı. Bir tablo bu kadar mı ters yüz edilir; utanmadan, sıkılmadan?
Müslümanlar dün de Batıya bütünüyle düşmandı, bugün de düşmanlar. Devletler arası taktik arayışları bir kenara koyarsak, küfür, her Müslüman için yekpâre bir bütün ve tek cephedir. Bir kitleyi inançlarının tam aksi ile itham etmek nasıl bir hayasızlıktır? İlim adamı ünvanı taşıyan biri, daha yazısının girişinde nasıl bu kadar çuvallamayı göze alabilir? Kendisinden başka herkesi sersem zanneden bu sığ şuur, tımarhaneden çıkış izni bile alamaz durumda iken bir fakülteden nasıl mezun olur ve nasıl profesörlüğe kadar yükselebilir? Emin olunuz ki, tımarhanelerde üniversitelerimizden daha çok akıllı insan var!.. Şuur ve beyni iğdiş edip nesillerimizi mahveden üniversite meselesi de büyük dertlerimizden. Belki bir gün birileri yol ve köprü yapmaktan başını kaldırıp bu dehşetli yaramızı farkeder diye bekleyip duruyoruz. Geçiniz...
Prof. Dr. Şahin Filiz Beyefendi(!), midesindeki krampı ikinci paragrafta tek hamlede kusuyor:
“Asıl adı Said-i Kürdi olan şarlatan bunların başında gelir. Kur’an ayetlerinde geçen “Nur” yani ışık, aydınlık kavramını, kendi karanlık ve hainane misyonuna eklemleyen Said-i Kürdi, FETÖ ile yeniden hortlamıştır. Şarlatan nitelemesi aslında bu karanlık tip için çok hafif bir deyim olur. Cumhuriyet’in aydınlık tarihinin çöplüğüne gömülen bu mezar kaçkını adam, bir kanser hücresi gibi başta FETÖ olmak üzere tüm Nurcu cemaat ve tarikatlarda mütemadiyen hortlamakta, hortlatılmaktadır.”
Bütün Kemalist ve Atütürkçülerin şifa bulmaz hastalığı, Bediüzzaman Said-i Nursî Hazretlerinin Osmanlı’dan kalma, coğrafî ve kavmî aidiyetinden haber veren, tarif ve tanıma maksadı taşıyan “Kürdî” kelimesini onun hakkında Kürtçülük iftira ve ithamına çevirmekdir. Halbuki Osmanlı bir cihân devletiydi. Bağrında bir çok kavim yaşıyordu. Coğrafyasını da çoğu zaman o kavimlerle ifade etmekte hiçbir tehlike ve beis görmüyordu. Anadolu’da Kürdistan ve Lazistan olarak yer alan iki eyaleti oralarda yaşayan kavimlerle ifade ettiği gibi.
Evet, Bediüzzaman, Osmanlı Kürdistan’ında dünyaya gelmiş bir Kürddür! Seyid veya Şerif olduğuna dair yapılan çalışmaların sıhhat dereceleri bir kenara ama neseben Arab olması da yukarıdaki hükme halel vermez. Zira İbn Haldun’dan beri kat’iyet kazanmıştır ki asabiyetin asıl unsuru kan değil, irfân müşterekliği ve aidiyet hissidir. Kürt mensubiyetinden hareketle Bediüzzaman’a “Kürtçü!” demek dünyanın en alçak, en ahlâksız iftirasıdır. Hareket eden her cisme havlayan sokak köpekleri insiyaki ile Bediüzzaman’a “Kürtçü” diyen, onun düşünceleri arasında tek bir delil getirip davasını isbat etmez veya edemezse şerefsizdir! Duydun mu sevgili Prof?..
Not: Devam edecek...
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.