Muhammed Numan ÖZEL
Bediüzzaman’ın Fener Patriği ile görüşmesi
“Üstteki hadise ve mesele münasebetiyle; Hazret-i Üstâd Bediüzzaman’ın 1953 yaz aylarında, hususi şekilde gidip İstanbul Fener Patriği Athenagoras ile görüşmesini burada kaydetmek lâzım geldi. Üstâd’ın bu görüşmesi manidardı. İslâm ve hakikî Hıristiyanlık dinlerinin barışmasının veya hiç olmazsa esas mes’elelerde ittifakın tebliği gibi idi.
O günlerde Üstâd’la beraber bulunmuş halen hayatta Nur talebelerinden bir çoğu rivayet ederler ki: Bir gün Hazret-i Üstâd, yanında Üniversiteli Ziya Arun olduğu halde, Fener’deki Patriğe gitmiş, görüşmüş ve ona:
“Hıristiyanlığın din-i hakikisi olan tevhid ve nübüvveti kabul ettiğiniz gibi, Hazret-i Muhammedi de (A.S.M) peygamber ve Kur’ân-ı Kerimi de Kitabullah olarak kabul ederseniz, ehl-i necat olacaksınız.” dedi.
Patrik Althenagoras cevabında: “Ben kabul ediyorum...” deyince Bediüzzaman:
“O halde siz bunu dünyanın diğer ruhanî reislerine de söylüyor musunuz?”
Patrik: “Söylüyorum, amma onlar kabul etmiyorlar.” diye cevab vermiş.
Bu hadiseyi nakleden, Üstâd’ın o sıra beraberinde bulunmuş bir çok talebesi hâlâ hayattadır.
Ezcümle: Ahmet Aytimur, şimdi Almanya’da bulunan Abdulmuhsin, Mehmet Fırıncı vesaire...
Nitekim aynı ma’nada olarak 22 Şubat 1951’de, Üstâd’ın izni ve müsaadesiyle Vatikan’daki Hıristiyan Âleminin bir nevi ruhani reisi olan Papa’ya bir Zülfikâr kitabı gönderilmiş.. Papa da buna karşı teşekkür cevabını yazmıştı.
Bu eserin Hıristiyan Âleminin bir nevi dini ve ruhani reisi olan Papaya gönderilmesiyle, vahdaniyet-i ilâhiyye, Risalet-i Muhammediye Aleyhisselâtü Vesselâm ve Kur’ânın kelamullah olduğunu ispat eden bu eser, mezkûr tebliği de yapmış oluyordu.
Bu bahis ayrıca ilerde tafsilen kaydedilecektir.”[1]
Bediüzzaman Said Nursi, hayatı boyunca İslamiyet’i hâl ve kâl diliyle ilan etmiştir. Daha önce Vatikan’a, Zülfikar Mecmuasını gönderdiğini beyan etmiştik. Sanki islamiyetin ruhundan, sofrasından nasibiniz olmazsa ilerde çok zulümlerin yuvası olacaksınız demiş.
1953 senesinde Fener-Rum Patrikhanesine de aynı tebliğ metodunu izlemiştir. Yukarıda kaynağıyla yayınladığım mektup bu görüşmenin muhteviyatını anlatmaktadır.
Üstadımızın mahiyetini ve Risale-i Nur’un muhteviyatını bilen, bildiği için de anti ideolojisi sebebiyle taarruz edip muhalefete geçen isminin önü kalabalık olan bazı kimseler, insanları Risale-i Nur ve müellifi Bediüzzaman Said Nursi’den uzaklaştırmak için, hezeyanlarını savurmaktadır.
Bediüzzaman için, yok Vatikan’a mektup yazdı diyalogculuğun temelini hazırladı, yok Fener Patrikiyle görüştü elini öptü falan filan gibi şeyler söylemek, aslında Bediüzzaman’ın temsilcisi olduğu İslamiyet’e saldırmaktır. Şöyle düşünün isminin önünde akademisyen gibi unvan bulunan birisini ele alalım. Biz bu şahsın akademik kariyerine hücum etsek. Bu fiil ön planda akademisyene, arka planda ise çalıştığı üniversiteyi/kurumu karalamak manasına gelir. Bir din alimine yapılan hücum da aynı formülle ele alacak olursak ön planda şahsa, arka planda ise mümessili olduğu İslamiyet’e hakaret ve hücumdur.
Akademisyen olduğunu iddia eden birisi konuşurken kahvane oturuşu ve ağzıyla/jargonuyla bazı şeyler söylediğinde kendisini mahcup edecek çok şeyler çıktığında akamedisyenliğine leke getireceğini de düşünmelidir.
Hem iftira atıp hem de ben tartışmanın tarafı olmak istemiyorum diyen birisi, delilsiz belgesiz şeyler savurarak konuşmasının neticesi istemediği şeyleri de işitmek zorunda kalacaktır. Her istediğini rahatça konuşan kimse, istemediği şeyleri de “El cezau min cinsi amel” kaidesince işitecektir.
Fethullah Gülen üzerinden Risale-i Nur ve müellifine ilişenler iki kesimdir. Birisi, Bediüzzaman ve telifatının mahiyetini bilenler. Bunlar mahiyetini bildikleri ve kendi çürük ideolojilerinin bir numaralı düşmanı olarak gördükleri için ilişmeye yeltenenler.
İkincisi ise, bunlar da birincisinin taassuplu mukallitlerinden öte bir şey değildir.
Fethullah Gülen’den yola çıkıp “neden onun kaynaklarına ilişmiyorsunuz diyen aydınlar(!)” İslamiyete olan kinlerini de bu şekilde kusmaktalar.
“Bir âlim-i zîtehevvür ki, sıfat-ı ilim kendini fesad ve fenalıktan men'etmiş iken, daima onun sıfat-ı tehevvüründen vücuda gelen fesad ve fenalığın zikri vaktinde, onu âlimlikle yâdetmek ve sıfat-ı ilme ilişmek, nasıl ilme husumet ve adaveti îma eder.”[2]
Her insanın, karakteri, kulluğu ve temsilcisi olduğu iş olmak üzere üç karakteri var. Fethullah Gülen’den bahsederken din ve dini değerleri itibardan düşürüp, bu milletin din ile olan bağının kopması ve neticesinde serserilik ve anarşinin çıkmaması için din ve dini değerleri nazara vermemek gerekli. Yani Gülen’den bahsederken onun hocalık kisvesinin kullanılmaması gereklidir.
Laikliği hayatının temeline koymuş birisi bakan, başbakan olsa onlar ülke ekonomisini çökertse, beş – on bankanın kasasını boşaltsalar, biz de bunları tekid ederken laik işte ne bekliyorsun, laikliğin verdiği budur desek doğru mu yapmış oluruz? Yoksa bu hatayı o bakanlara mı verirsek doğru etmiş oluruz şimdi sizden soruyorum?
“Evet, kim ki evinin tavanı altındaki zaif direği çekmek istiyorsa, evvelen onun yerine kuvvetli bir direkle muhafaza altına aldıktan sonra kaldırsın. Yoksa bilmeden evi harab etmiş olacaktır. Hem bir fâsid delili iptal edip çürütmek isteyen adam, sahih bir delil ile hak olan neticeyi tesbit ettikten sonra etsin. Aksi halde düşünmeden ifsad etmiş olur.”
Ulema-is sû olan insanları tenkid edenler bu yazdıklarımı unutmasın.
Bu sebeple Bediüzzaman Said Nursi ve emsali olan Ehl-i Sünnet Ulemasına ilişenler bunu düşünsün. Çürük ve kurtlu olan ideolojileri sebebiyle ilişmeye yeltenmesinler.
[1] Badıllı, Mufassal Tarihçe (1837)
[2]Divan-ı Harb-i Örfi (35)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.