Dr. Selçuk ESKİÇUBUK
Bediüzzaman’ın gözünde “babalar” kimdir?”
Her çocuğun bir babası ve bir annesi vardır, bu üçünün kurmuş olduğu birlikteliğe günümüzde aile kurumu adı verilir. İlk aile, Hz. Adem’in ile Hz. Havva tarafından kurulmuştur. Yeryüzünün İlk babası olan Hz. Adem ile başlayan babalık serüveni, günümüze kadar geldiği gibi bugünlerden de ötelere, ta kıyamete kadar devam edecek bir olgudur.
Babanın biyolojik açıdan bir çocuğun dünyaya gelmesinde rol oynayan kişilerden birisi olması yanında yaşanan devirlere, toplumsal anlayışlara, dini inançlar ve kültürlere göre babalığın, taşıdığı başka anlamları da vardır. İsteseniz de istemeseniz de toplumlar değişiyor, kelimelerin taşıdığı anlamlar değişiyor, baba ve babalık da değişime uğrayan kavramlardandır.
Maalesef yaşadığımız bu asırda, çocuklardan anne ve babasına karşı kayıtsız şartsız hürmet ve şefkat göstermesi beklenirken, evlatlar bunlardan çok uzaklaşmışlardır. Halbuki o anne ve babalar, çocukken onlar için ne kadar da çok zahmetlere katlanmışlardı.
*Şu asırda öyle acib bir aşılamakla, ebeveynine hürmet ve peder ve vâlidesinin şefkatlerine mukabil bilâ-kayd ü şart kemâl-i hürmet ve itaat lâzım iken;(K. LAHİKASI)
Çocuklarına karşı otoriter ve mesafeli bir tutumla yaklaşan babalardan, sevgi dolu ve anlayışlı yaklaşan babalara kadar, birçok baba tipleri vardır. Kimsenin babasını seçme şansı yoktur, öyleyse çocukların şansı veya şanssızlığı babalarının karakterine bağlı olacaktır.
Babalar; çocuklarının annesi olacak kişiyi seçerken çok dikkatli olmalıdır. Babaya İslami yönden uygun olmayan bir eş, ileride aile içinde çocukların terbiyesi açısından da sorunların kaynağı olacaktır. Eğitim, kültür, aynı din ve inanç, farklı ülke ve ekonomik seviye gibi ölçülerin denk olmasına dikkat etmek, bu türlü sorunların en az olmasını sağlar.
Çocukların dünyaya gelmesi için anne ve babalar çok zorluklar çekecek ve çok görevler yüklenecektir. Bu zorluklar çocuğun ana rahmine düşmesinden doğumuna ve ondan sonrasında da devam edecektir. Anne baba olmak isteyenler buna katlanacaklardır. Yaşadıkları çağa göre. Hamileliğin takibi esnasında hangi tıbbi işlemler gerekli ise onları yaptırmaktan kaçınamazlar. Evlat sahibi olmak, neslinin devamını sağlamak için bunlar gereklidir. Baba bunları sağlayacak ekonomik güce sahip olmak zorundadır.
*Hem peder hem vâlide, tenâsül kanunundaki vazifede çektikleri çok meşakkat ve gördükleri çok hizmete (K. LAHİKASI)
Doğumdan sonra da bebeğin beslenmesi ve bakımı gibi konularda ayını zorluklar ve görevler yine devam edecektir. Bu zorlu görevleri yaptıran, anne ve babayı adeta çocuğun hizmetine gece gündüz koşturan, evebeynlerdeki şefkat ve merhamet duygusudur. Rahman olan Allah, onların merhametli elleriyle çocukları terbiye ettirir.
*peder ve valideyi şefkat ile teçhiz eden ve seni onların merhametli elleriyle terbiye ettiren (SÖZLER, 32. SÖZ)
Babadan başka aile içinde amca ve hala varsa onlar peder hükmünde, teyze ve dayı ise anne hükmündedir. Onlara da görevler düşerse, babanın ve annenin görevlerini üslenmeleri gerekir. Evlat da onlara karşı babasına ve annesine karşı gösterdiği sevgi, saygı ve her türlü yükümlülüklerini yerine getirmelidir.
*Amca ve hala, peder hükmündedir; teyze ve dayı, ana hükmündedir. (MEKTUBAT, 21. Mektup)
Çocuklar her şeyi kendileri yapamaz, en yakınındaki varlıklar olan anne babadan isterler. Bu isteklerine cevap vermek, uygun olanlarını yapmak da anne babanın sıkılmadan yapması gereken görevleridir.
*çocuğun eli yetişemediği bir şeyi peder ve vâlidesinden istediği gibi (M. NURİYE)
Çocuklar çok çabuk hastalanabilirler, onlar için gerekli tedbirleri almak ve tedavilerini ihmal etmeden yaptırmak gerekir. Ama bazen ailenin tüm gayretlerine karşı, hastalık tedavi edilemez ve ölümle sonuçlanır. Evlatların ölümü, babayı da anneyi de çok üzer. Böyle çok üzücü olaylar karşısında anne ve babaların davranışları çok farklıdır. Üzüntüsü içinde kendinden geçenler olduğu gibi, Dünya’ya küsenler, hatta “benim ne suçum vardı” diye isyan edenler de olmaktadır.
Bu durumda evladını kaybeden bir baba nasıl davranmalıdır? Doğru davranış kalıbı nedir?
Bediüzzaman bu konu da anne ve babalara şunları önerir:
*Ve evlatlarını, o Zât-ı Rahîm-i Kerim’in hediyeleri olduğu için kemâl-i şefkat ve merhamet ile onları sevmek ve muhafaza etmek, yine Hakk’a aittir. Ve o muhabbet ise, Cenâb-ı Hakk’ın hesabına olduğunu gösteren alâmet ise: Vefatlarında sabır ile şükürdür, me’yusane feryad etmemektir. “Hâlıkımın benim nezaretime verdiği sevimli bir mahlûku idi, bir memlûkü idi, şimdi hikmeti iktiza etti, benden aldı, daha iyi bir yere götürdü. Benim o memlûkte bir zâhirî hissem varsa, hakikî bin hisse onun Hâlıkına aittir. “El-hükmü Lillâh” deyip teslim olmaktır. (SÖZLER, 32. Söz)
*Gerek peder ve gerek vâlide, veledini bütün dünya gibi severler. Veledi elinden alındığı vakit, eğer bahtiyar ise, hakîki ehl-i îman ise; dünyadan yüzünü çevirir, Mün’im-i Hakîki’yi bulur. Der ki: “Dünya mâdem fânidir, değmiyor alâka-i kalbe... ” Veledi nereye gitmişse oraya karşı bir alâka peyda eder, büyük ma’nevî bir hal kazanır. ( MEKTUBAT, 17. Mektup)
Beklenmedik ölümlere karşı sabretmek gerekir, çünkü onu veren Allah; o hediyeyi şimdilik geri almıştır ama ileride daha büyük bir hediye olarak onlara geri verecektir.
Bediüzzaman bu konuda anne ve babalara şu müjdeyi hatırlatır:
*Ve onbeş yaşına girmeden, yâni hadd-i bülûğa vasıl olmadan vefat eden çocuklar,
“vildanunmuhalledun”
ile tâbir edilen Cennet çocukları şeklinde ve Cennete lâyık bir tarzda gayet süslü, sevimli bir sûrette, onları Cennette dahi peder ve validelerinin kucaklarına verir. Veledperverlik hislerini memnun eder. Ebedî o zevki ve o lezzeti onlara verir. Zira çocuklar sinn-i teklife girmediklerinden; ebedî, sevimli, şirin çocuk olarak kalacaklar. Dünyadaki her lezzetli şeyin en âlâsı Cennette bulunur. Yalnız çok şirin olan veledperverlik, yâni çocuklarını sevip okşamak zevki -cennet tenasül yeri olmadığından- Cennette yoktur zannedilirdi. İşte bu sûrette o dahi vardır. Hem en zevkli ve en şirin bir tarzda vardır. İşte kabl-el-büluğ evlâdı vefat edenlere müjde... (SÖZLER, 32. Söz)
*Kur’ân-ı Hakîmde “vildanunmualledun” sırrı ve meâli şudur ki: Mü’minlerin kable’l-bülûğ vefat eden evlâdları, Cennette ebedî, sevimli, Cennete lâyık bir sûrette dâimî çocuk kalacaklarını... ve Cennete giden peder ve vâlidelerinin kucaklarında ebedî medâr-ı sürurları olacaklarını... ve çocuk sevmek ve evlâd okşamak gibi en lâtif bir zevki, ebeveynine te’mine medâr olacaklarını... ve herbir lezzetli şey’in Cennette bulunduğunu... “Cennet tenasül yeri olmadığından, evlâd muhabbeti ve okşaması olmadığı”nı diyenlerin hükümleri hakîkat olmadığını... (MEKTUBAT, 17. Mektup)
Çocukların aile içinde terbiyeleri ve eğitimleri için anne ve babalara çok görevler düşer. Acaba babalar; evlatları için ne ister? Onların kendinden ileri makamlara gelmesini arzu ederler mi yoksa onlar üzerinde otorite kurmak için onların kendinden daha aşağıda kalmalarını mı isterler? Onları kıskanırlar mı?
Bediüzzaman bu konuda şöyle söyler:
*peder kimseyi değil, yalnız veledinin kendinden daha ziyâde iyi olmasını ister. Ona mukābil veled dahi pedere karşı hak da‘vâ edemez. Demek vâlideyn ve veled ortasında fıtraten sebeb-i münâkaşa yok. Zîrâ münâkaşa ya gıbta ve hasedden gelir. Pederde oğluna karşı o yok. Veya münâkaşa haksızlıktan gelir. Veledin hakkı yoktur ki, pederine karşı hak da‘vâ etsin. Pederini haksız görse de, ona isyan edemez. Demek pederine isyan eden ve onu rencide eden, insan bozması bir canavardır. (SÖZLER, 32. Söz)
Evet babalar çocuklarının kendinden ileride olmasını isterler. Bu amaçla onun tahsili için hiçbir fedakarlıktan kaçınmaz, ona özel dersler aldırır, özel okullarda okutmak için he türlü ihtiyaçlarından vazgeçerler. Ancak bu konuda gösterdiği fedakarlığı ona dinini öğretmek için de göstermelidir. Yoksa maksadının aksiyle tokat yiyebilir, her şeyini feda ettiği evladı ondan günü geldiğinde yüz çevirebilir. Hatta ahirette çocuk babasından dinini öğretmediği için davacı da olabilir. Ama tüm bu fedakarlıklardan daha da üstün olan şey, evlatlarla babanın kaliteli vakit geçirmesi, bir şeyleri paylaşmasıdır. Babanın evlatlarına değer vererek onlarla sohbet etmesidir.
*çocuklara yalnız terbiye-i medeniye verilse, bir cihette o çocuklar dünyada faidesiz ve âhirette davacı olarak “Ne için imanımı kurtarmadınız?”diyeceklerinden peder ve vâlidelerini mahzun etmek, sünnet-i seniyenin hikmetine münafî olur. (H. REHBERİ)
*bir çocuk, küçüklüğünde kuvvetli bir ders-i îmanî alamazsa, sonra pek zor ve müşkül bir tarzda İslâmiyet ve îmanın erkânlarını ruhuna alabilir. Âdeta gayr-ı müslim birisinin İslâmiyet’i kabul etmek derecesinde zor oluyor, yabani düşer. Bilhassa peder ve validesini dindar görmezse ve yalnız dünyevî fenlerle zihni terbiye olsa, daha ziyâde yabanilik verir. O halde o çocuk, dünyada peder ve validesine hürmet yerinde istiskal edip çabuk ölmelerini arzu ile onlara bir nevi belâ olur. Ahirette de onlara şefaatçi değil, belki davacı olur. Neden îmanımı terbiye-i İslâmiye ile kurtarmadınız?(E. LAHİKASI)
*Sizin hanenizdeki mâsum evlâtlarınızla mâsûmâne sohbet, yüzer sinemadan daha ziyade zevklidir. (LEMALAR, 24. Lema)
Baba çocuğunun karakterini öğrenmeli, ona göre davranmalıdır. Çocuğu eğitmek için eskiden günümüze uygulanmış 2 metot vardır, birincisi baskı ve zorlama, ikincisi onların gönüllerini okşayarak eğitimlerini sağlamaktır. Ancak günümüzün çocuklarına baskıyla bir şeyleri kabul ettirmek hemen hemen imkânsızdır. Onların gönüllerini okşama yolunu seçmek en akılcı yol olarak görünmektedir. Boyu, bedeni uymayan bir elbise çok güzel olsa bile çocuğunuza giydiremezsiniz.
*Zira çok libas var; bir kamete güzel, başkasına çirkin gelir. Çocukların talimi, ya cebirle, ya hevesatlarını okşamakla olur. (MÜNAZARAT)
Çocuklar, küçükken 3-4 yaşlarında masal ve hikâyelerden hoşlanırlar. Babalar da onlarla ilgilenmeli, onlara masal ve hikâye okumalı veya anlatmalıdır. Bu görevleri işleri bahane ederek annenin omuzlarına yıkmamalıdır.
Ailede aidiyet duygusunu geliştirmek anne babanın görevidir. Aile olmanın en önemli özelliği ise, aile içi toplantılardır. Babanın başkanlığında 7 yaş üstü tüm aile fertlerinin katıldığı ve sorunlarını dile getirebildiği, söz hakkı tanındığı ve sorunların karşılıklı fikir alış-verişiyle adil bir şekilde çözüme kavuşturulduğu bu toplantılar çok önemlidir. Bu toplantılarla çocuklar hayata alıştırılır.
Dinini öğretmek konusunda da ilk yaş sınırı 7 dir, yani bu yaşta namaz kılmasını yavaş yavaş öğretmek, 10 yaşında ise onun eksiksiz namaz kılmasını sağlamak gerekir. Babalar erkek çocuklarını yanında camiye götürerek namaz kılmayı öğretebilirler. Elbette kızmadan, bağırmadan onları sabırla namaza alıştırmak anne ve babaların görevidir. Çocuklar kendilerine çevreden gelecek fayda ve zararları 15 yaşından sonra ancak fark edebilirler. Onları bu yaştan önce büyükler gibi görmek yanlıştır. Babalar ve anneler bunu asla unutmamalıdır.
*Fakat şer’an yedi yaşına gelen bir çocuğa namaz gibi farzlara peder ve valideleri onları alıştırmak için, teşvikkârâne emretmek ve on yaşına girse şiddetle namaz kıldırmak ve alıştırmak şeriatta var. (E. LAHİKASI)
*İnsan ise bir iki senede ancak ayağa kalkar, onbeş senede ancak menfaat ve zararı farkeder. (MEKTUBAT, 26. Mektup)
*Sinn-i mükellefiyet on beş sene kabul ediliyor. (MEKTUBAT, 23. Mektup)
Evet her baba çocuğunun kendinden daha ileri de olmasını ister mesela sağlık memuru bir baba çocuğunun doktor, astsubay bir baba da çocuğunun subay olmasını ister. Ve onlar da bu meslekleri elde edebilirler. Ancak baba-evlat makamı ile amir-memur makamı ve bunların gereklerini yerine getirmek çok farklıdır. Doktor çocuk ile sağlık memuru bir baba veya astsubay bir baba ile subay bir evlat aynı yerde görev yapmamalıdır. Amir emir vermek durumunda, memur da o emri yerine getirmek durumundadır. Baba evlat ilişkileri bunu zora sokar. Baba evlat ilişkileri her şeyden önce gelir ama vazife de kutsaldır.
*Evet, âlî bir müşîrin yüzbaşı rütbesinde olan pederi, huzuruna girmesi, birbirine zıd iki hissin taht-ı te’sîrinde bulunur (MEKTUBAT, 28. Mektup)
Evet babalar çocuklarının kendisinden ileride olmasını ister de, acaba çocuklar babalarının durumunu herkesin bilmesini isterler mi? Mesela doktor, vali, avukat, subay olmuş bir köylü çocuğu tahsili olmayan bir babanın kendi babası olmasının bilinmesini ister mi? İşyerlerine gelmesine nasıl tepki verirler?
Bu konuda da Bediüzzaman’ın hayatından alınmış güzel bir örnek vardır:
“Bediüzzaman'ın Van’da, Vali Tahir Paşa’nın konağında kaldığı günlerdi. Bir gün basit kıyafetli bir köylünün kapıda kendisini beklediğini söylediler. Kapıya koştu. Gelen babasıydı. Bir merkeple Nurs’tan kalkmış, Van’a oğlunu görmeye gelmişti. Bediüzzaman sevinç içinde babasının ellerine sarıldı. Halini hatırını sordu. Annesi ve kardeşleri hakkında bilgi aldı.
Mirza Efendi, kapıda oğlunu:
– Oğlum, burada benim, senin baban olduğumu sakın kimseye söyleme, diye uyardı.
Bediüzzaman babasının önüne geçip ona yol gösterdi ve içeri aldı. Salona girdiler. Vali ve şehrin diğer ileri gelenleri de oradaydı. Sofi Mirza Efendi, utanarak kapının eşiğine yakın bir yere oturdu.
Bediüzzaman, uyarısına rağmen babasını topluluğa iftiharla tanıttı:
– İşte bu zat benim babam Sofi Mirza Efendi’dir.
Ve babasını kapı ağzından alarak başköşeye, Vali Tahir Paşa’nın yanındaki sedire oturttu. Onun layık olduğu yer orasıydı. Baba, herkesin önünde ve başında olmalıydı. (*)
(*)Ömer Faruk Paksu, Bediüzzaman’la Yaşayan Öyküler
Çocuklar büyüdükçe bazen babalarla aralarında kuşak çatışması denilen uyuşmazlıklar yaşanabilmektedir. Babalar bu konuda haksız da olsa evlatlar nasıl davranmalıdır? Ya da oğullar; babaları gibi dindar değil, sefahate bulaşmış bir hayat yaşıyorlarsa babalar nasıl davranmalıdır? Ne kadar hoşgörülü olmalıdır?
Bu konuda Bediüzzaman şu tavsiyede bulunmaktadır:
*Baba ne kadar haksız da olsa, oğul, onun rızasını tahsil etmeye mecburdur. Oğul da ne kadar serkeş de olsa, baba, şefkat-ı fıtriyesini ona karşı esirgemez ve esirgememeli. (E. LAHİKASI)
Babalar çocuklarını yetiştirip hayata salıverdikten sonra onların artık ayakları üstünde sağlam basacaklarından emin olurlar, onların görevlerini eksiksiz yerine getireceğinden emindirler. Anneler ise daha duygusal davranırlar, olumsuz duyumlara karşı hemen ağlayarak tepki verirler.
*Hem benim hakkımda musîbet ve fena haberleri aldığı vakit, merhum pederim Mirza (R. H. ) gibi olsun, merhume validem Nuriye (R. H. ) gibi olmasın. Çünkü eski zamanda, dağdağalı hayatımda hakkımda acib havadisler peder ve valideme ihbar ediliyordu. “Sizin oğlunuz öldü veya vuruldu veya hapse girdi” gibi fena haberleri babam işittikçe, keyifleniyordu, gülüyordu. Derdi: “Mâşâallah.. oğlum yine bir ehemmiyetli iş, bir kahramanlık göstermiştir ki, herkes ondan bahsediyor. ” Validem ise, onun süruruna karşı şiddetle ağlıyordu. Sonra zaman, babamın haklı olduğunu çok def’a gösteriyordu. (E. LAHİKASI)
Babalar evlatlarını yetiştirirler, onlar meslek sahibi olur ve hayata atılırlar, ama babaların da artık bir zaman sonra ihtiyarlık çağları gelmiştir. Bu dönemde onlar hasta olabilirler, bakıma muhtaç olabilirler. Böyle bir dönemde baba evlat ilişkileri nasıl olmalıdır?
Bediüzzaman bu konuda evlatları şu sözlerle uyarır:
*İhtiyâr peder ve vâlidesine tam itâat eden bahtiyar bir veled, evlâdından aynı vaz‘iyeti gördüğü gibi; bedbaht bir veled, eğer ebeveynini rencide etse, azâb-ı uhrevîden başka, dünyada çok felâketlerle cezâsını gördüğü, çok vukūât ile sâbittir. (LEMALAR, 25. Lema)
*Hadîste vardır ki: “Hastaların duâsını alınız, onların duâsı makbûldür. ” Ba’husus hasta, akrabadan olsa, husûsan peder ve vâlide olsa, onlara hizmet mühim bir ibâdettir, mühim bir sevabdır. Hastaların kalbini hoşnud etmek, teselli vermek, mühim bir sadaka hükmüne geçer.
Bahtiyardır o evlât ki; peder ve vâlidesinin hastalık zamanında, onların seriü’t-teessür olan kalblerini memnun edip hayır duâlarını alır. Evet, hayat-ı içtimâîyyede en muhterem bir hakîkat olan peder ve vâlidesinin şefkatlerine mukabil, hastalıkları zamanında kemâl-i hürmet ve şefkat-i ferzendane ile mukabele eden o iyi evlâdın vaziyetini ve insaniyetin ulviyetini gösteren o vefâdar levhaya karşı, hatta melâikeler dahi Maşaallah, Barekâllah deyip alkışlıyorlar. (LEMALAR, 32. Lema)
Ne mutlu o babaya ki bu devirde evlatlarını dinin emirlerine göre yetiştirir ve ne mutlu o evlada ki Kur’an’ın belirttiği şu özellikleri üzerinde taşıyan bir evlat olarak hayatını sürdürür. Yoksa ABD’den çıkıp bütün dünyaya yayılan ve Haziran’ın 3. Pazar günü kutlanan “Babalar günü” anlamsız bir gün olarak kalacaktır:
"Onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına erişecek olursa, onlara sakın 'Öf' bile deme, onları azarlama; onlara güzel söz söyle. Onlara merhamet ve tevazu kanadını ger ve de ki: 'Ey Rabbim, nasıl onlar beni küçükken besleyip büyüttülerse, Sen de onlara öylece merhamet buyur. ”
İsrâ Sûresi:23-24.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.