Bediüzzaman'ın mektubunun muhatabı Erdoğan'dır
Bulut, Bediüzzaman Hazretlerinin Menderes'e yazdığı mektubun asıl muhatabının Erdoğan olduğunu söyledi
Risale Haber-Haber Merkezi
Yazar Mehmet Ali Bulut, Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Adnan Menderes'e yazdığı mektubun asıl muhatabının Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olduğunu söyledi.
Haber 7'deki "Bediuzzaman'dan Başbakan Erdoğan'a mektup!" başlıklı yazısında Kürt sorunu ile ilgili tartışmaları değerlendiren Bulut, "Toplumsal tepkilerin, tarafları çözüme zorladığı her seferinde ya devlet içindeki kriptolar -adını siz koyun- ya da onların dağ versiyonu olan PKK içindeki gayrı Kürt unsurlar, buna mani oldular. Daha açık ifade ile ortadaki kavga, Türk olmayan Türkler ile Kürt olmayan Kürtlerin kavgası idi ama kavgada ölenler hakiki Kürtler ile hakiki Türklerdi" dedi.
Yaklaşmakta olan Asya Medeniyeti'nin, birlik içindeki bir Anadolu'ya ihtiyacı olduğuna vurgu yapan Bulut, "Artık zorunluluk haline gelmiş bulunan İslam kardeşliğinin teşekkülü için Anadolu'daki birlikteliğe ihtiyaç var. Bu ülke bizim. Etrafımızdaki coğrafyalarda yaşayan Müslümanların daima sığınabilecekleri bir Anadolu'ları vardı. Türkiye'nin sınanabileceği bir Anadolu'su da yok. O yüzden bu topraklar üzerinde yaşayan gerçek sahipler, aklıselimlerini ve itidallerini korumalılar ki, bu fitne bitsin" şeklinde yazdı.
"Niyet hayır akıbet hayır" diye bir deyiş olduğunu hatırlatan Bulut, söz konusu meselede niyetin hayır olmasının yetmediğini, fiillerimizde de riza-yı ilahiyeyyi gözetmemiz gerektiğine dikkat çekerek, Bediüzzaman Hazretlerinin 1952 yılında Menderes'e gönderdiği mektubu köşesine taşıdı.
MENDERES MEKTUBUN GEREĞİNİ YAPSAYDI İDAMA GİTMEZDİ
Menderes'in o gün o mektubu doğru okuyup gereğini yapabilmesi halinde kendisini idama götürecek olaylara fırsat vermeyacağini belirten Bulut, Bediüzzaman Hazretlerinin mektubunu günümüz Türkçesine çevirerek şöyle verdi:
"...Ben çok hasta olduğum ve siyasetle alâkasız bulunduğum halde, Adnan Meneres gibi bir İslâm kahramanı ile bir sohbet etmek isterdim. Hal ve vaziyetim görüşmeye müsaade etmediği için, o sûrî konuşmak yerine bu mektup benim bedelime konuşsun diye yazdım.
Gayet kısa birkaç esâsı, İslâmiyetin bir kahramanı olan Adnan Meneres gibi dindarlara beyân ediyorum:
Birincisi: İslâmiyetin temel kurallarından birisi, "Hiçbir günahkar başkasının günahını yüklenmez. (En'am Sûresi: 164.)" âyet-i kerimesinin hakikatidir ki, "Birisinin cinayetiyle başkaları, akrabâ ve dostları mes'ul olamaz. "
Hâlbuki mevcut siyasi yapı içinde particilik taraftarlığı ile bir caninin yüzünden pek çok masumların zararına rıza gösteriliyor. Bir caninin cinayeti yüzünden, taraftarları veyahut arkabâları dahi şenî gıybetler ve tezyifler edilip (aşağılanıp), bir tek cinayet yüz cinayete çevrildiğinden, gayet dehşetli bir kin ve düşmanlığı damarlara dokunduruyor, (karşıtları) kin ve garaza ve misliyle karşılık vermeye mecbur ediyor.
Bu ise, sosyal hayatı tamamen yerle bir eden bir zehirdir ve dış düşmanların (işe) parmak karıştırmalarına tam bir zemin hazırlamaktır. Iran ve Mısır'daki hissedilen hâdise ve buhranlar(ın) bu esastan (yani siyasi tarafgirlikle karşı tarafın damarına basılmaktan) ileri geldiği anlaşılıyor. Fakat onlar burası gibi değil; bize nisbeten pek hafif, yüzde bir nispetindedir. Allah etmesin, bu hal bizde olsa, pek dehşetli olur.
Bu tehlikeye karşı tek çare İslâm kardeşliğidir. İslâmiyet milliyetini, o kuvvetin (yani birlikte yaşama kültürünün) temel taşı yapıp, masumları himâye için, canilerin cinayetlerini kendilerine münhasır bırakmak lâzımdır. Zaten emniyetin ve âsâyişin temel taşı yine bu kanun-u esâsîden (yeni birinin yaptığından başkası sorumlu olamaz prensibinden) geliyor.
Meselâ, bir hânede veya bir gemide bir mâsum ile on câni bulunsa, hakîki adâletle ve emniyet ve âsâyiş düstur-u esâsîsi ile o mâsumu kurtarıp tehlikeye atmamak için, gemiye ve hâneye ilişmemek lâzım; tâ ki, mâsum çıkıncaya kadar.
İşte bu Kur'ânî prensip hükmünce, âsâyiş(e) ve dahildeki güvenli ortamı bozmaya kalkışmak, on câni yüzünden doksan mâsumu tehlikeye atmak, ilahi gazabı üstümüze çekmeye sebep olur.
Mâdem Cenâb-ı Hak, bu tehlikeli zamanda bir kısım hakîki dindarların başa geçmesine yol açmış (Şimdi Ak Parti), (Suç işleyenin kardeşi suçlu olmaz) şeklindeki Kur'ânî prenssibi dayanak noktası yaparak garazkârlık edenlere karşı siper yapmak lâzım geldiğini, zaman ihtar ediyor.
İslâmiyetin ikinci bir kanun-u esâsîsi (Temel Prensibi) şu hadîs-i şeriftir: "Kavmin efendisi, onlara hizmet edendir" hakikatiyle, memuriyet bir hizmetkârlıktır, bir hâkimiyet ve benlik için tahakküm âleti değil. (Fakat) bu zamanda İslami terbiye yeterli olmadığından ve kulluk edenler de azınlık haline geldiğinden benlik, enâniyet kuvvet bulmuş. (Rejim kendi varlığını korumak için) Memuriyeti (özelikle adli mercilerde görevli olanları) hizmetkârlıktan çıkarıp, bir hâkimiyet ve topluma baskı kurma aracı yapmıştır -(Birzamanların Yargıtay'ını, Anayasa Mahkemesini, HSYK'yı düşünün)-. Topluma hizmet etmesi gerekenlerin despot efendiler haline gelmesi kabullenilemez. Abdestsiz, kıblesiz namaz kılmakla namaz olmadığı gibi (öyle bir) adâlet (de) olmaz. Esâsıyla da bozulur ve toplumsal huzur zîr ü zeber olur. Hukûk-u ibâd, hukûkullah hükmüne geçmiyor ki hak olabilsin, belki nefsânî haksızlıklara vesîle olur.
Şimdi, Adnan Menderes -(Siz ona Ak Partililer deyin)- gibi, "İslâmiyetin ve dînin icaplarını yerine getireceğiz" diye ve mezkûr iki kanun-u esâsîye karşı muhâlefet edip tam zıddına olarak iki dehşetli cereyan, gayet büyük rüşvet ile halkları aldatmak ve ecnebîlerin müdâhalesine yol açmak vaziyetinde hücum etmek ihtimâli kuvvetlidir.
Birisi: Birinci kanun-u esâsîye muhâlif olarak, bir câni yüzünden kırk mâsumu kesmiş, bir köyü de yakmış (Mustafa Muğlalı olayı). Bu derece bir istibdâd-ı mutlak, her nefsin zevkine geçecek memuriyete bir hâkimiyet suretinde rüşvet vererek, dindar hürriyetperverlere hücum ediliyor. (Yani diyor ki askerin içindeki kriptolardan gelecek provokasyonlara dikkat!)
İkinci hücum da, İslâmiyet milliyet-i kudsiyesini bırakıp-evvelkisi gibi-bir câni yüzünden yüz mâsumun hakkını çiğneyebilen, zâhiren bir milliyetçilik ve hakîkatte ırkçılık damarıyla, hem hürriyetperver dindar Demokratlara, hem bütün bu vatandaki yüzde yetmişi sâir unsurlardan bulunanlara, hem hükûmet aleyhine, hem bîçare Türkler aleyhine, hem Demokratın tâkip ettiği siyaset aleyhine çalışarak ve serseri ve enâniyetli nefislere gayet zevkli bir rüşvet olarak bir ırkçılık kardeşliği veriyor. (Yani varlığını rejimin devamında bulan kesimlerin aldatma ve fitnelerine dikkat!)
O zevkli kardeşliğin içinde, o zevkli fâideden bin defa daha ziyâde hakîki kardeşleri düşmanlığa çevirmek gibi acîb tehlikeyi, o sarhoşluğu ile hissedemiyor.
(…..) Bu tehlike, hem bu vatana, hem hükûmete, hem de dindar Demokratlara ve Türklere büyük bir tehlikedir; ve öyle yapanlar da hakiki Türk değillerdir. Necib Türkler böyle hatadan çekinirler. (Bu ikazın muhatapları kim ola ki?)
Bu acîb tahribâta ve bu iki kuvvetli muârızlara karşı, kırk Sahâbe ile dünyanın kırk devletine karşı meydan-ı muârazaya çıkan ve galebe eden ve bin dört yüz sene zarfında ve her asırda üç yüz, dört yüz milyon şâkirdi bulunan hakîkat-i Kur'âniyenin sarsılmaz kuvvetine dayanmak ve onun içindeki dünyevî ve uhrevî saadet-i ebediyenin zevklerine o câzibedar hakîkatle beraber nokta-i istinad yapmak, o mezkûr muârızlarınıza ve hem dahil ve hariçteki düşmanlarınıza karşı en lâzım ve elzem ve zarûri bir çare-i yegânedir” (Tarihçe-i Hayat, Isparta Hayatı / Sf.534)
MUHATAP ERDOĞAN'DIR
Bulut, yazısını şöyle sürdürdü:
"Benim kanaatim, Adnan Menderes'e yazılmış gibi görünen şu mektubun asıl muhatabı şu ateşi söndürmeye azimli görünen sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan'dır. İnşallah o dahi bu mektubu kamilen okumuş ve anlamıştır ki, bu ateşi söndürmenin yegane çaresi, insanı merkeze alan bir Anayasa ve İslam kardeşliğini toplumsal rabıta yapan bir milliyet arzusu.
Şu meselede Türkler namına hareket edecek olana azami itidal düşüyor zira…
Bu prensipler gözetildiğinde, şu meselenin en kısa zamanda çözüldüğünü göreceğiz. Ve hem de vakti geldi ki artık çözülsün!