Şahin DOĞAN
Bediüzzaman'ın 'Mutlak vekil' tabiri üzerine
Dört tabir var: Vekil, vekalet, vekaletname ve vekillik. Vekil, bir kişinin veya kurumun yetkilerini üstlenen ve devralan kimseyi, vekalet, üstlenilen veya devralınan şeyin ne’liği ve niteliğini, vekaletname, bu işlemin yazılı belgesini, vekillik ise bu durumun zaman içerisindeki seyrini ifade eder.
Yaratılmışlar dünyasında [daire-i ubudiyet] hiçbir şey “mutlak” [sınırsız] ve “namütenahi” [sonsuz] olarak tavsif edilemez. Bu vasıfların hepsi yaratılmamışlar dünyası [daire-i uluhiyyet] için geçerli. İçerisinde yaşadığımız yaratılmışlar dünyasında “mukayyet” [sınırlı] ve “mütenahi” [sonlu] kelimeleri kullanılır. Uluhiyet dairesini temsil eden isim ve sıfatlarla ubudiyet dairesini temsil eden isim ve sıfatları birbirine karıştırıyoruz genellikle. Kavramları böyle özensiz ve gelişigüzel kullanınca haliyle onların karşılık geldiği reel durumlar ve hallerde karışıyor birbirine.
Vekillik tabiri “temellük” [mülk edinme] gibi tehlikeli bir manayı içeriyor. Temellük, üzerinde görülen asar ve kemalatı mülk edinme ve kendinden bilme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Kendini mazhar değil masdar, ma’kes değil menba zannetme. Onun yerine daha sakıncasız, ubudiyet dairesine yakışır, mütevazi bir ifade olan “temessül” kelimesini kullanmak gerekir. Mü’min Allah’ın nimetini temessül eder, kafir ise temellük eder.
Vekil olan kimse, vekalet ettiği kişi veya kurumun bütün yetkilerini kullanabilir. Hukuki anlam da buna kimsenin diyeceği yok. Olamaz da. Ama konumuz miras gibi hukuki [maddi] meseleler olmayıp mümtaz bir alimin ilim takva ve maneviyat yönünden vekili olmak olunca durum değişir. Artık burada konuştuğumuz hukuki anlamda basit bir vekalet değil manevi anlamda ağır bir vekalettir. Nitekim İslami gelenekte Hz. peygamber [a.s] Allah’ın vekili değil elçisidir. [Hıristiyanlıkta –bunun tam aksine- Papalar tanrının yeryüzündeki vekilidir] Hz. Peygamberden [a.s] sonra gelenler [dört Raşit halife] peygamberin vekili değil halifesidir. Hz. Ebubekir [r.a] peygamberimizin halifesi, Hz. Ömer [r.a] Hz. Ebubekir’in halifesi, Hz. Osman [r.a] Hz. Ömer’in Halifesi, Hz. Ali [r.a] Hz. Osman’ın halifesidir. Vekil ile halife arasındaki kavramsal fark temellük ile temessül arasındaki kavramsal fark gibidir.
“Mutlak vekil” tabiri bizce yanlış anlaşılıyor. Bunun nedeni tabirin muradından [mantuk-kasıt] ziyade metni [mefhum-zahir] üzerinde yoğunlaşılmış olması. Tabiri, muradı bağlamında okuyabilirsek eğer Üstad hazretlerinin “mutlak” kelimesini hakiki değil mecazi anlamda kullandığı kendiliğinden anlaşılır. [Mutlak anlamda üstadı hiçbir talebesinin temsil-tevkil etmeyeceği/edemeyeceği izahtan varestedir] Daha anlaşılır bir deyişle “Mutlak vekil” tabiri sözün muradı [mantuk] açısından “mukayyed vekil” tabirini doğrudan tazammun eder. Zaten üstadın Emirdağ Lahikasında geçen “Bütün talebelerin fevkinde diyerek değil, benim en yakınımda hizmetimde olup bir derece tam tarz-ı hareketimi bilenler ve yakından görenler içinde birkaç adamı mutlak vekil yapıyorum. Ben ölsem veya hayatta şuursuz kalsam, Nurlara karşı hizmetimin tarzını tam yapabilsinler…” İfadelerinde bıraktığı vekaletin “mutlak” [sınırsız-koşulsuz] değil “mukayyet” [sınırlı-koşullu] olduğu anlaşılıyor. Mutlaklık, “tarz-ı hareket” ve “hizmet tarzı” gibi iki gerekçe ile sınırlıdır. Yani üstat hazretleri “mutlak vekil” bırakmasına neden olan gerekçeleri sıralamakla verdiği vekaleti bizzat kendisi tahsis ve takyit ediyor. Böylece kullandığı “mutlak vekil” ifadesinin nasıl anlaşılması gerektiğini ders veriyor bizlere.
Burada “asıl” ve “usul” gibi iki hayati kavram giriyor devreye. Asıl bir başına yetmez onu anlamak için sahih bir usul gerekir. Bazı zaman doğru anlamak bakımından usul asıldan önce gelir. Risale-i Nurlar asıldır, üstadın tarz-ı hareket ve hizmet tarzı usuldür. Usulsüz vusül olmaz. Kimi zaman Risale-i Nurları doğru anlamak açısından bu usul asıl’dan önce gelir. Her biri kendi semasında birer yıldız olan Ağabeyler, usul’ün mutlak vekilidir, asıl’ın değil. Usul’ün [tarz-ı hizmet] vekil ve varislerinin sayısı bellidir ama asıl’ın [Risale-i Nur] vekil ve varislerinin sayısı belli değildir, muhatap olan milyonlarca ihlaslı gönül olabilir. Kuran’ın doğru anlaşılması ve yaşanması nasıl ki sahih sünnetle mümkündür -benzetmek gibi olmasın- Risale-i Nurların doğru anlaşılması ve yaşanması da üstadın hizmet tarzı ile mümkündür. Asıl’ı yüceltip usul’ü göz ardı eden ifrat eder, aksini yapan ise tefrit eder.
Kısacası irşat [evrensellik-asıl] anlamında “mutlak vekil” şahıslar değil Risale-i Nurlardır. “Kur’an vekil istemez, ayine ister”[Lemaat] Aynı şekil de -teşbihte hata olmaz- Risale-i Nurlar da vekil istemez, ayine ister. Aksi halde Risale-i Nur mesleğinin tasavvuf ve tarikattan hiçbir farkı kalmaz.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.