Ayşenur KAHVECİ
Bediüzzaman’ın postacısı Ahmed Ramazan Ağabey
“Bundan birkaç gün evvel, Pâkistan’da talebeler konferansı vardı. Hazret-i Üstaddan bir mesaj istemişlerdi ve bunun tarihî bir tesiri olacaktı. Haber aldık ki; Salih, Nur Talebeleri nâmına bir mesaj göndermiş. Sizlere de yazmışlar ki, acele Hazret-i Üstada bildirirsiniz. Konferansta, Hazret-i Üstad ve Nurlar çok methedilmiş. Komünistler tarafından îtirazlar yapılmış. Fakat, reis hepsini reddetmiş. Hazret-i Üstadın fotoğrafları teşhir edilmiş. Yakında Nur ve Nura âit uzun ve resimli bir yazı ile bir mecmua çıkaracaklarmış.
Sonsuz selâm ve duâlar.
Ahmed Ramazan”(Tarihçe-i Hayat)
Üstad Bediüzzaman Hazretleri ile tanışma şerefine erdikten sonra talebesi olma şerefine de nail olan kıymetli ağabeylerden birisidir muhterem Ahmed Ramazan Ağabey.
Ahmed Ramazan Ağabey’in Üstad ile tanışması; Bediüzzaman Hazretlerinin o günlerde yakınında yer alan hemen her ağabey gibi bir sevk-i İlahi ile olmuştur. Zamanın kasavetinden hasıl olan sıkıntının koru, Ahmed Ramazan Ağabey’in yüreğine İstanbul’da askerliğini yaptığı yıllarda düşer. Ruhundaki manevi boşluğu doldurmak için şarkın muhtelif vilayetlerinde ihtiyacı olan manevi kuvveti aramaya başlar.
“Büyük bir alim varmış” şeklindeki söylentiler arayışına heyecan katmıştır. Bir yaz günü yaklaşmışlığın serinliğini hisseder. Emirdağ’a ayak basar basmaz başlar ferahlamaya. Kendisine kalacak otel ararken Emirdağ Palas’ı görür ve oda kiralamak üzere içeriye girince sırtından bir el dokunur muhtereme;
“Ramazan Efendi, Üstad Hazretleri seni bekliyor.”
Emir büyük yerden gelmiştir. Üstad kendisini hiç görmemiş, tanımamış ama gönül vermiş bir fedakar talebesine lakayd kalmamış ve “Gidip Ramazan’ımı otelden getirin” şeklinde talimat vermiştir bile.
Üstad’a çıkan yol boyunca Ahmed Ramazan Ağabey bu olağanüstü hadisenin malum sorularını evirir çevirir kafasında.
Üstad ile ilk karşılaştıkları an ise başka bir hayretnüma hadisenin husulüyle ikinci kez şaşırır. Üstad kalbini okumuş ve sorulmaya cür’et edilmeyen bir sualin cevabını daha ilham-ı İlahi ile vermiştir;
“Ramazan Efendi istediğin bizde yok!” Zira Ramazan Efendi kendisine bir şeyh bulmak niyetindedir.
Bu acib hadiselerin üzerine Üstad Hazretlerinin arkasında kılınan namaz ile bambaşka bir aleme gider.
Bediüzzaman, namazın akabinde ise bir müjde verir Ramazan Ağabey’e;
“Seni annenden babandan aldım; vakfettim.”
…ve Üstad’ın askerlerinin arasındaki kıymetli yerini böylelikle almış bulunur. Makamının gereği hemen İstanbul’a gider ve tüm mevcudiyetiyle sair ağabeyler ile beraber Kur’an ve iman hizmetine başlar.
İlk zamanlar Üstad Hazretlerinin emriyle “Büyük Doğu” dergisinde Necip Fazıl Kısakürek’in yanında çalışır fakat bu ikinci bir emirle nihayet bulmalıdır. Yurtdışına hizmete gönderilecektir ve dergiden ayrılması gerektiğini Necip Fazıl’a söylemenin zor olduğunu bile bile Üstad’a olan sadakatinin bir göstergesi sayabileceğimiz bir tavırla, bir seferde “Yarın ayrılıyorum dergiden” demiş ve ihanetle suçlanmış olsa bile ayrılmıştır.
YURTDIŞINA ÇIKIŞI
O günlerde hakkında birkaç mahkeme olduğu için yurtdışına çıkması çok zor gözüküyordu. Pasaport almakta sıkıntılar çıkacaktı. Durumdan haberdar olan Üstad Bediüzzaman daima kesin ve kat’i bir tavırla “Alırsın” şeklinde ısrar ediyordu. Nitekim Üstadın dediği gibi de olmuştu.
Hiçbir soru sormadan verilen emre binaen Şam’a gitmişti. Şam’a giderken Bediüzzaman Hazretleri kendisine harçlık olarak bir miktar para verir. O parayı teberrüken hala sakladığını Medine’deki kızından duymuştum.
Yurtdışında kaldığı sürede bir ara Üstad kendisinden haber alamayınca meraklanır ve Zübeyir Gündüzalp Ağabey’i kontrol etmesi için gönderir. Gerçi kontrol etmeye gidenin sadece Zübeyir Ağabey olmadığını da kendisi şu ifadesiyle belirtmiştir:
“Ara sıra Bağdat’a gelir, beni kontrol ederlerdi. Üç dört aylığına dil öğrenmeye gelirlerdi. Çevremde 24 saat dolaşırlardı.”
AHMED RAMAZAN OLUŞU
Aradan aylar geçer… Üstad’ın hasretinden yüreğinde yanan ateşe daha fazla üfleyemeyeceğini anlar ve bir gece kaçak olarak Türkiye’ye girer. Gece yarısı Üstad Hazretlerinin yanına vardığında Bediüzzaman “Ahmed Ramazan’ım geldi” diyerek bağrına basar. Ertesi sabah ise ilk işi nüfus dairesine gidip isminin başına “Ahmed”i ekletmek olur.
Ahmed Ramazan Ağabey gözüne çarpan İslamiyete uymayan hal ve tavırlardan Üstad’a behsetmek istese de buna muvaffak olamamıştır. Zira Üstad “sus” işareti yaparak “Kardeşim bana onların iyi hallerini anlat, fena vaziyetlerini anlatma” demiştir.
O zamanlarda Ortadoğuda’ki muazzam nur hizmetlerinin postacılık vazifesini Ahmed Ramazan Ağabey layığıyla yerine getirmiştir.
MEDİNE’DE İKAMETİ
Bir umre ziyaretinde dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal ile karşılaşır. Medine’de yaşamak istediğini Özal’a bildirir ve “Ankara’ya gidince hallederiz” cevabını alınca kabul etmez. İşin uzayacağını ve buradayken yazmasını rica eder. Özal kendisini kırmamak için gerekli mercilere bu isteği bildirir ve Medine’de ikame izni kolaylıkla Ahmed Ramazan Ağabey ve ailesi için çıkmıştır.
Şu anda ise ahir ömrünü beli bükülmüş muhterem hanımı ile mütevazi evinde ilim ile iştigal ederek geçirmekte. Ziyaretine gittiğimiz zaman iki büklüm haline rağmen ellerindeki kitaplarla kapıyı bizzat açmasıyla; “İnsanın vazife-i asliyesi taallüm ile tekemmüldür” hakikatini gösteriyor bizlere.
Üstad Bediüzzaman ile geçirdiği günlerinden sorduğumuz zaman ise rahatsız oluyor. Lafı gelirse bahsediyor ama hususi sorulardan hoşlanmadığını belli ediyor.
Sessiz sakin bir hayatı var. Şimdiye kadarki ziyaretlerimizde ben hanımı ile yan odada sohbet ederken bir taraftan da kulak kabartırım belki birkaç kelamını duyarım diye. Duyduğum; ya eşimin kitap okuması olur, ya da kendisinin anlayamadığım birkaç kelamı. Konuşmayı sevmiyor. Ailesi ve kendisi ile beraber yaptığımız yaklaşık yarım saat-kırkbeş dakikalık bir yolculuğumuzda da hiç konuşmayışı bunu teyid etmişti. Son zamanlarda ise artık ziyaretlerin O’nu yorduğunu biliyorum.
Üstad ile muhatab olmuş bir muhterem ihtiyar… Bu ihtiyarlık günlerinde kiminle ne konuşsun ki…
Bir Medine akşamında bembeyaz fistanı ile nur gibi parlıyordu. İtina ile arkasından yürümeye dikkat ederken zorlanarak yürüdüğünü farketmiştim. Merdivenlere gelince ise; kendisi ayaklarındaki rahatsızlığından dolayı ağır ağır çıkacağı için önceliği bana vermişti. Nezaketen “siz buyrun” desem de bunu ikilememin sadece onu daha fazla bekletmeye sebep olacağından ötürü hem yavaş hem koşar adımlarla önünden geçerek çıkmıştım.
Üstad’ı gören gözleri görmek, güzel görmenin ta kendisi. Güzel görenin neticesi ise güzel düşünmekten ibarettir. Böyle güzel bir insanı görünce insanın aklında kötülük nasıl barınabilir ki… Fakat asıl mühim olan bu gözlerin mahşerde bizleri görmesi…
Biz rahmetine sığınarak başta Resullullah (asm) Efendimiz,Üstad Bediüzzaman Hazretleri ve umum muhteremler ile haşrolunmayı ümit ediyoruz.
Hulful vaad hakkında muhal olan Rabbim! Bizleri sevdiklerimizle haşreyle…
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.