Bediüzzaman'ın reçetesi uygulansa huzur gelir

Bediüzzaman'ın reçetesi uygulansa huzur gelir

Prof. Dr. İdris Mehmetoğlu'nun yazısı

Risale Haber-Haber Merkezi

Prof. Dr. İdris Mehmetoğlu'nun yazısı

Son günlerde Üstad Bediüzzamanuın nesli üzerine bazı tartişmalar yaşanmaktadır. Bence iyi niyetli tartışmaların kimseye zararı yok, faydası vardır. Çünkü "müsademe-i efkardan barika-i hakikat doğar." Fakat, benim üzerinde durmak istediğim konu başka. Bana göre Üstad ister Kürt, ister Türk, ister Seyit, ister Çerkez, isterse Bilal-i Habeşi gibi bir zenci olsun onun davası ve sevenleri açısından hiçbirşey farketmez. Seyit olması Müslümanların Allah Resulüne olan sevgisinden dolayı memnuniyetlerini biraz daha arttırır. Yoksa, seyit değilse de davasına hiçbir zarar vermez. İslamın medar-ı iftiharı olan hazreti Ömer bir seyit değildi. Bu örnekleri çoğalmak mümkündür. Fakat, ben başka açıdan keşke diyorum.

Şöyleki: yukarıda söylediğim gibi Üstadın nesli ne olursa olsun keşke Üstad Doğuda kalabilseydi. Keşke Risale-i Nur hizmetini mesela Van'da, Bitlis'te veya Diyarbakır'da başlatabilseydi. Keşke, Isparta'ya sürgün edilmeseydi. Herşey bir yana bir savaş gazisi olan ve ülkenin düşmanın işgalinden kurtulması için kendisi ve talebeleri ile birlikte bizzat en tehlikeli cephelerde savaşan ve yüzlerce talebesini şehit veren bir kahraman intihara zorlanacak kadar baskı ve zülüm görmeseydi. Hadi Van'da kalamadı keşke Isparta'ya sürüldükten sonra bari rahat bıraksalardı da Doğu'ya daha erken hizmeti ulaşabilseyudi. Hadi kendisine akla hayale gelmeyen zülümler, işkenceler, hakaretler yaşatanlar bari talebelerini rahat bıraksalardı da bir an önce Doğu'nun imdanına yetişebilselerdi de bugün yaşanan acılar yaşanmasaydi. Keşke, keşke, keşke...

Bu keşkeleri uzatıp gitmek mümkün. Neden bu kadar keşkeleri arka arkaya dizdim. Çünkü, eğer Üstad Van'da kalabilseydi belki bugün ülkemizi kasıp kavuran, insanın kanını donduran, asker, sivil, kadın, çoluk-çocuk demeden katleden ve herşey bir tarafa ülkeyi ekonomik olarak da uçurumun kenarına getiren terör belası yaşanmayacaktı. Aynı dininin mensubu ve aynı ülkeyi paylaşan, tarih boyu aynı idealler uğruna mücadele etmiş ve belki de milyonlarca şehit vermiş insanların çocukları terörist olmasaydı. Keşke, doğu bölgesinin imanlı, sadık, sadakatlı, hamiyetli ve cesur insanları lekedar olmasaydı. Evet gerçekten keşke diyorum. Çünkü, bendeniz Risale-i Nurları tanıdığım 1968-69'lu yıllarda etrafıma "böyle giderse bu gençler bir gün gelip anarşirt olacaklar" diyordum. Tabii bu benin harika öngörüm değildir. Aksine, büyük Üstadın ta 1930'lu yıllarda söylediği bir hakikattır. O günün zorba kafaları bu ıstırabı duymadılar, duymak istemediler. Aksine sen misin ülkenin geleceğini düşünen diyerek Üstada ve talebelerine yapmadıklarını bırakmadılar. Keşke, zaman bu konuda Üstadı haklı çıkarmasaydı diyorum. Ama ne yapalım Üstad o günün zorbalarının hayal edemiyecekleri kadar büyüktür. Hayali ve tahmini konuşmuyor. Görerek, bilerek, hissederek konuşuyor, konuşturuluyor.

Umarım bu keşkelerim kaderin hükmüne bir itiraz değildir. Kaderin hükmüne karşı elbette boynum kıldan incedir. Keşkelerim, İlah-i takdire karşı şekva değil fakat halimizi Allah'a şekva etmektir. Belki bundan sonra Rabbim bu acıları bir daha yaşatmamış olur diye ümit ediyorum. Evet, ülkemizin son yıllarda yaşadığı terörü bazen düşünmek bile istemiyorum. Çünkü, düşündüğümde, gurur olmasın, belki de imanımdan gelen bir hamiyetle çıldırma noktasına geliyorum. Anlamakta zorluk çekiyorum. Bir nesil nasıl bu kadar tahrib edilebilir diye!. Tahrip edilmiş bir nesil nasıl bu kadar canavarlaşabilir diye.' Bu kadar vahşetin sebeplerini neden hala birçok büyük kafalar anlayamadı diye!.

Neyseki elimizde aziz Üstadın Risale-i Nur külliyatı vardır. Oradan da teselli bulmazsam zaten bütün bütün zivanadan çıkacağım herhalde. Merak etmeyin, uğruna savaştıklarını iddia ettikleri insanlara yaptıkları zülümleri, katledilen masum çoluk-çocukları, yok edilen aileleri, söndürülen onca ocakları benim gibi bizzat görseydiniz eminim siz de benim gibi olurdunuz diye düşünüyorum.

Bu yazdıklarım bir ümitsizlik olarak algılanmamalı. Çünkü, bizler kadere inanmışız. Elbette İlahi takdir masumların mükafatını fazlasıyla verecektir. Fakat, bu teselli bizleri tembelliğe, neme lazımcılığa atmamalıdır. Eksikleri, hataları görüp tekrar etmememeleri için mümkün olduğu kadar tedbirli olmalıyız. Biz, ancak elimizden geldiği kadar görevimizi yaptıktan sonra işi kadere havale edebiliriz. Zorbaların zülmünü görmeliyizki gelecek nesiller haberdar olsunlar, bilsinler, uyanık olsunlar, tedbirli olsunlar.

Neyseki son yıllarda ümit verici bazı gelişmeler yaşanmaktadır. Bazı kamu kurumlarının eliyle Üstadın hizmetinin Doğuya bakan yönleri araştırılmakta ve idealleri gerçekleştirılmeye çalışılmaktadır. Gerçi buna da bazen "keşke" diyorum ama ne yapalım zararın neresinden dönülürse kardır diye biraz teselli buluyorum. Keşke diyorum çünkü çok geç kalındı. Çünkü iş "Basra harab olduktan sonra" misaline döndü. Ama buna da şükür. İnşallah gecikmeden hızla gerekli teşebbüsler yapılır ve Üstadın reçeteleri kullanılarak gerek Doğunun gerek ülkemizin ve gerekse bütün İslam aleminin ümitle ve hasretle beklediği huzur dolu günleri yakalamış oluruz. O zaman keşkelerim biraz olsun azalacaktır.