Bediüzzaman’ın talebeleri üzerine titrediği mektuplarda var

Bediüzzaman’ın talebeleri üzerine titrediği mektuplarda var

Risale-i Nur hareketi, bir de mektuplar üzerinden değerlendirilemez mi?

Risale Haber-Haber Merkezi

Zaman yazarı Ali Çolak, Bedüzzaman Hazretleri ile talebeleri arasındaki Lahikalarda yer alan mektuplaşmaları yorumladı. Çolak, kardeşlik halkasına dikkat çekti.

İşte öyle bir kardeşlik

Mektuplar üstüne bunca mürekkep tükettin de, Kastamonu Lahikası’na kalem sürmedin! Emirdağ’ın ve Barla’nın mektuplarını yazmadın, dedim kendime.
Belki korkumdan, dokunsam yanardım! Yazmak, kudretimi aştığından belki de... Hitaplar kurşun gibi işliyor. “Aziz, sebatkâr, fedakâr, sıddık kardeşlerim” diye başlayan her mektup, içimde bir yarayı kanatarak, Orta Anadolu şehirlerini dolaşa dolaşa bir gurbet çağının kapısında duruyor. Kastamonu’dan yazıyor Bediüzzaman: “Sizler ile muhabere edemediğimin sebebi, fevkalâde bir dikkat ve tazyik ve tecrid altında bulunduğumdur.” Bu tazyik ve tecrid altında, mektuplar birer müjde gibi Isparta’ya, Barla’ya, Atabey’e ve başka kasabalara, köylere ulaşıyor. “Kardeşlerim, çok ihtiyat ediniz, münafıklar çoktur.” Sonra oralardan mektuplar gidiyor, “Sevgili ve muhterem Üstadım, efendim…” Nur fabrikaları işliyor, Risaleler yazılıp çoğaltılıyor. Okuyanlar yeni bir hayata geçiyor; Anadolu’da bir kardeşlik halkası genişliyor.

Risale-i Nur hareketi, bir de mektuplar üzerinden değerlendirilemez mi? Bediüzzaman’ın talebeleri üzerine nasıl titrediğini, onları nasıl yüreklendirip şefkatle kucakladığını gösteriyor bu mektuplar. Şüphesiz, dünya üzerinde örneği bulunmayan bir kardeşlik hareketinin, manevi şirketin belgeleri olarak, mektupların hem dili hem de içeriği pek çok şey söylüyor. Bediüzzaman, “Benim bu dünyada medar-ı tesellim ve sürurum sizlersiniz.” diyor talebelerine. Her cümlesine “Kardeşlerim…” diye başlıyor. Katı pozitivizmin kuruttuğu Anadolu’yu yeşertecek ‘kardeşlik’ hareketini böylece, kendi elleriyle tesis ediyor.

Mümtaz’er Türköne, köşesinde Risale-i Nur Hareketi ile Seyyid Kutup’u karşılaştıran faydalı bir tartışmanın kapısını açtı. “Bugünün Türkiye’sini şekillendiren aslî güç Bediüzzaman’dır.” dedi ilk yazısında. Sonra ‘baraj’ metaforuyla açıkladı bu gücü: “Yaptığı iş, ortalığı yıkıp dağıtacak güçteki sel sularını, önüne set çekip bir barajda toplamak, sonra inşa ettiği santral ile, bütün Türkiye’yi aydınlatacak bir elektrik enerjisine dönüştürmektir. Bu başarının formülü ise müsbet harekettir. Müsbet hareketin vazgeçilmez şartı siyasetten uzak durmaktır.” Türköne, ikinci yazısında Bediüzzaman’ın zulüm ve musibetler karşısındaki tavrının ‘sabırdan ibaret’ olduğunu yazdı. Buna ‘aktif sabır’ da diyebiliriz. Günahlar karşısında, hizmette, ibadetlerde, zamanın çıldırtıcılığı karşısında sabır… Bu sabrı besleyen, elbette o sarsılmaz inanç ve kardeşlik ruhuydu.

Ölüm korkusunu bile yenen bir kardeşlikten söz ediyor Bediüzzaman. Bunca yıldır İhlas Risalesi’nin Haşiye’sindeki o cevheri nasıl bulamamışım! Fark ettiğim günden beri herkese yazıp okumaktayım. “Evet, ihlas sırrıyla samimi dayanışma ve birlik, sayısız faydaya vesile olduğu gibi, korkulara, hatta ölüme karşı en mühim siper ve dayanak noktasıdır. Çünkü ölüm bir ruhu alır. Hakiki kardeşlik sırrıyla Allah’ın rızası yolunda, ahrete ait işlerde bir müminin kardeşleri sayısınca ruhu bulunduğundan, biri ölse, ‘Diğer ruhlarım sağlam kalsın, çünkü onlar bana her vakit sevap kazandırarak hayatımı manen devam ettirdiklerinden ben aslında ölmüyorum.’ der, ölümü gülerek karşılar. ‘O ruhlar vasıtasıyla sevap kazanmaya devam ederek yaşıyorum, yalnızca günahlarım bakımından ölüyorum.’ der, kabre rahatça girer.” Kederlere, yalnızlıklara, korkulara birebir Bediüzzaman’ın sözleri. Bildiğimizin ötesinde bir kardeşlikten haber veriyor. Risale-i Nur Hareketi’nin sırrı  biraz da bu büyük kardeşlik bağında aranmalı.

Nihilizm ve hazcılık dünyayı kasıp kavururken, Bediüzzaman’ın Anadolu’da tesis ettiği Allah’a ve ahirete dönük kardeşlik yolu, bana öteden beri Yunus Emre’nin çağrısını hatırlatır. Moğolların ölüm korkusu estirdiği; inançların, umutların kırıldığı on üçüncü yüzyıl Anadolu’sunda Yunus’un bir şafak vakti gibi doğuşunu… Yunus şiirleri ile Risale-i Nurların anlam dünyası arasında ne çok bağ kurulabilir, hiç düşündünüz mü? İkisi de yeni bir çağın kurucu metinleri, ikisi de sevgiyle ve kardeşlik diliyle konuşuyor. İkisi de umut vaat ediyor… Ve ölüm korkusunu silip atarak insanları büyük Allah’a çağırıyor. Gurbet yıllarında, Anadolu kasabalarında Risale yazıp elden ele dolaştırarak okuyan o meçhul adamların her biri küçük bir Yunus Emre değil miydi?