Habibi Nacar YILMAZ
"Ben, Kendim" Yarışması
Televizyon ve radyolarda "Evet-Hayır" yarışması vardı bir zamanlar. Sorulan suallere, bu iki kelimeyle cevap vermeyecek, zinhar bunları kullanmayacaksınız. Yarışma, eğlence amaçlı da olsa, üst seviyede bir dikkati, seçiciliği ve hazır cevaplılığı gerektiriyor, mayınlı alanlara yaklaşmamanızı istiyordu. Bir anlık gaflet veya ihmal, kaybetmenize yetiyordu. Bu dikkat ve titizlik, size küçük bir hediye kazandıracaktı belki ama size önemli bir idman da yaptırıyordu.
Aslında bu yarışmaya benzer şekilde on beş yaşında başlayan "ben ve kendim" kelimeleri ile ilgili, yine çok büyük titizlik ve özen isteyen bir yarışma içindeyiz. Bu iki "ben ve kendim" kelimelerini bize sorulan bazı suallerde kullanacağız, bazılarında ise, zinhar söz konusu etmeyeceğiz.
"Ben ve benlik" aslında iki silsilenin de kaynağı sayılıyor. Bunların mahiyetine, gizli hazineleri açan ölçücükler konulmuş. Hatta cennet ve cehennemi içinde saklayan bir vaziyet bile verilmiş. Daha önemlisi, bu kabiliyet kemâliyle ancak insana mahsus. Ki bu sayede kendimizden, etrafımızdan, mahiyetimizden haberimiz olmuş. Mesela "Sen kimsin?" sualini, ancak "Ben kimim?" sualini sorabilmemiz sayesinde sorabiliyoruz. "Yanımda ağrım var." gibi basit bir cümleyi, bu sayede kurabiliyor; "Var mı benden büyüğü?" gibi, helâkimizi haber veren iddialı cümleyi de yine "ben" demek ile başarabiliyoruz. Bu hususiyet ne hayvanda var ne de kemâliyle melekte. Bu yanımızla insanlık derecesine çıkabildiğimiz gibi, bununla halife rütbesini de almışız. Bu yönümüz olmayan bir insan olsaydık, ne sıddıklardan ne de şâkilerden olabilirdik. Nihayetsiz mesafeli makamlar, ruhumuza takılan bu yönümüz ile açığa çıkıyor.
Demek her şey, kendimizi keşifle başlıyor. Âdem Aleyhisselam'ın eşyayı, eşyanın isimlerini keşiften önceki çok ehemmiyetli, Kur'an'da da yerini bulan, âcizane virdimiz olan "Rabbena zalemna..." duasını da bu sayede yaptı. Yani "benlik" sayesinde, "kendimize" diye başladı, devamında da "Kendimize yazık ettik." diyebildi. Burada önemli bir sır da saklı biraz. Bir peygamber kendine yazık eder de biz etmez miyiz? Yazıklar, işte bu "ben"i yanlış kullanmamız, "ben" diyerek örttüğümüz, kısmen kirlettiğimiz, neticede keşfinden mahrum kaldığımız hazinelerden habersizliğimizin neticesidir.
Bütün bunları bize söyleten, yakında Doğu Karadeniz illerinden katılan arkadaşlarla birlikte okuduğumuz "İnsan, öyle bir nüsha-i câmidir ki Cenab-ı Hak, bütün esmasını insanın nefsi ile insana ihsas ediyor." cümlesi oldu. İnsan, Allah'ın isimlerinin dokunduğu, hem de isimlere geniş ayna olduğu bir nakış. Hem de en anlamlı ve parlak bir nakış. Bir başka yönüyle bir haritacık. Yani büyük bir hakikatin küçük ölçekte numunelerini gösteren bir harita. İlim, görme, işitme gibi sıfatları; sevinme, üzülme, şevklenme gibi kaynayan hissiyatlarıyla, sıfat ve esma-i İlâhiyeyi gösteren, onlara işaret eden bir haritacık. İşte, onu bir haritacık yapan da onun bu "benlik" özelliği, yani enaniyet hassasiyeti.
Bu enaniyetini doğru kullanan bir insan kolayca, zahmetsiz, direkt, tehlikesiz, uzun yolculukların zahmetine katlanmadan tahkiki imanı kazanabilir. Bu geniş ve parlak enaniyet sayfasını, doğru ve geniş şekilde okuyup mütalâa etmek, yani nefsinde tefekkürde derinleşmek, aslında insanı Cenab-ı Allah'a en kısa şekilde bağlayan, ulaştıran, Onunla muhatap makamına çıkaran peygamber mesleğidir de. Hele "benlik" sayfasını doğru okuyan, ona ait eksiklik, âcizlik, fakirlik, günaha meyil gibi yönlerini görüp bunlarla yüzleşebilen, yani nefsine ait bu kelimeler okunduğunda yarışma formatında mertçe "Ben buradayım, bunlar bana aittir." diyebilen insan, işte bu yarışmayı kazanıyor. Hem bu cevap, insanı çok da rahatlatıyor. Denemesi de kolay. Kendini beğenmeyip kusurlu, tembel ve günahkâr görünce, ağırlıklarını atıyor; her türlü göstermelik hâllerden kurtuluyorsun. Sonuçta "Oh be dünya varmış!" diyorsun. Güzelliği, hizmeti, sevabı, hasenatı kendine bağlar da nefsinden bilirsen, enaniyetine bir makam verip kameti kıymetini yükseltirsen, al başına bela. "Kendini beğenen, belayı bulur; zahmete düşer. Kendini beğenmeyen, safayı bulur, rahmete gider." cümlelerindeki "kendi" kelimelerini, "ene, enaniyet" karşılıyor. Ve burada geçen "Belayı bulur." manasını itiraf etmeliyim ki epey bir zaman anlayamamıştım. "Belayı bulur." manasını, başımızı taştan taşa vurarak öğrendik.
Demek "hatada, günahta, kusurda, noksanlıkta, hizmette, şevkte, gayrette" "ben" var; "iyilikte, hasenatta, neticede "ben" yok; bana ait bir şey yok. Hissem az. Bu mânayı ifade eden, Nisa Suresinin 79.Âyeti ki "İyilikler Rabbimizden, kötülükler nefsimizden" hakikatini iyice anlamadan, bu mânayı, hâl hâline getiremeyiz. "Kemâlini, kemâlsizlikte; kudretini âczde; gınasını fakrde" bilmek, özet cümlesini âlemimize alıp gündemimizden düşürmememiz ehemmiyetli. Bu dersi alan nefis, "ben, ben" değil; "sen, siz' der. Kendini yükseltmez, ayıplardan ayrı görmez. Aklı ve gözü daima gözünün önündeki kusurlarındadır. Bunlardan ıslah edilenler ise, hep arkada. Arkayı ise, göz görmez.
Bu manayı, daha doğrusu mahza hakikati, âlemimize yerleştirmek için, dilimize taş bağlamak da dahil, ne yaparsak yapalım, şu "ben" ile başlayan cümlelerden uzak duralım arkadaş. Bir güzelliği kendimize nispet edip izafette bulunmayalım. Buna hakkımız da yok zaten. Bu, şirke de yol açan bir ruh hastalığıdır. Nazarları kendine çekmek, teveccüh için yanıp tutuşmak, kazanç yolunda kayıpları yaşamaktır. Cüz'i ve kayıtlı bir şerefi tercihtir. Okyanusu bırakıp bir göle sığınmaktır. Güneşi bırakıp fenerle yetinmektir.
Evet dostlar ne edip edelim, bizi aldatan nefis, heva, his ve vehim kafeslerini kıralım. Uhuvvet makamının geniş "sen ve siz" musluklarının doldurduğu geniş havuzun bir muavini ve müdavimi olalım, selameti bulalım.
Selam ve dua ile.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.