Hikmet HOCAOĞLU
Ben kimim...?
Kıyıyı gözden kaybetmeyi göze almayan, yeni ufuklar keşfedemez...
Çatlamayı göze almayan tohumun filiz olmak neyine?
Sık duyarız; "senin için farklı olabilir, eğer benim gibi biri olsaydın ne kadar zor olduğunu görürdün...! " gibi ifadeleri...
Oysa gözümüzde büyüttüğümüzden daha zor değil hiç bir şey!
Kendimizi soktuğumuz kalıba, gün gelir söz geçiremeyiz ya, işte tanım yaparken seçtiğimiz kelimeler bu derece önemli...
Ancak yapamayanların" yapamazsın" diyerek, yapanların da "beceriksiz" diyerek, bize çizdiği şablonun duvarlarını yıkmaktan daha zor bir şey varsa; kendi dilimizle "ben yapamam" diye ikrar edip içine kendimizi sokacağımız şablondur.
Bu vartaya düşenlerin girdabı; ihtiyacı olan ya da umud edene değil, gayret edene ve hak edene verileni kıskanmaktan ibaret olur.
Sorusu olmayan insan yoktur mesela, diğer yandan soru soran herkesin cevaba ulaşacağı garanti değildir. Sormayanın ulaşamayacağı ise garantidir!
Varmak istediğimiz yerler uzak olabilir, diğer yandan yola çıkan herkesin menzile varacağı garanti değildir. Yola çıkmayanın menzile varamayacağı ise garantidir!
Bir adım at, bir soru sor; "Ben Kimim?" De mesela. Ardından dökülecek soru yağmuruna karşı bir şemsiye almayı da unutma yanına!
Ne kadar uzun gelse de çık yola, yolda ol da sen, yolun neresinde olduğunu bilen yok zaten...
Dışa doğru değil, içe doğru.
Unutma; içinde dışarıdakinden daha büyük bir kâinat var.
Ve kâinatta yaratılan her şey, biz bu soruya cevap bulalım diye var...
Ben Kimim...?
“Şu kâinat denilen âlem-i ekber ve insan denilen onun misal-i musaggarı olan âlem-i asgar, kudret ve kader kalemiyle yazılan âfâkî ve enfüsî vahdaniyet delailini gösteriyorlar. Evet kâinattaki san'at-ı muntazamanın küçük bir mikyasta, nümunesi insanda vardır. O daire-i kübradaki san'at, Sâni'-i Vâhid'e şehadet ettiği gibi, şu insanda olan küçük mikyastaki hurdebînî san'at dahi, yine o Sani'a işaret eder, vahdetini gösterir. Hem nasılki şu insan gayet manidar bir mektub-u Rabbanîdir, muntazam bir kaside-i kaderdir.. öyle de şu kâinat dahi, aynı o kalem-i kaderle, fakat büyük bir mikyasta yazılmış muntazam bir kaside-i kaderdir.” (Mektubat - 232)
“Evet, nasılki, insanın anasırları, kainatın unsurlarından; ve kemikleri taş ve kayalarından; ve saçları nebat ve eşcarından; ve bedeninde cereyan eden kan ve gözünden, kulağından, burnundan ve ağzından akan ayrı ayrı suları, arzın çeşmelerinden ve madeni sularından haber veriyorlar, delalet edip onlara işaret diyorlar. Aynen öyle de, insanın ruhu âlem-i ervahtan ve hafızaları levh-i mahfuzdan ve kuvve-i hayalileleri âlem-i misalden… ve hakeza her bir cihazı bir âlemden haber veriyorlar.” (Lemalar - 355)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.