Bir Abdülkadir Geylani romanı, Hay Sultan, Nuriye Çeleğen

Abdülkadir Geylani, Bediüzzaman ilişkilerini ortaya çıkarmaya çalıştığımız bu günlerde Nuriye Çeleğen’in ilgili bir romanı neşredilmiş. Onu okuyunca, bir tetabuk vukua geldi. Ben de bir hafta okulda, yolda, otobüste okuyarak romanı rewiev yaptım. Bediüzzaman’a Hazreti Geylani “müridim“ diye hitab ediyor ve “latehaf”-korkma diyor. Keşke bizim de arkamızda bize korkma diyen biri olsaydı. Yazı Risale Haber okuyucularına ve roman eleştirmenlerine, romancılara yeni bir vadi açtı. Haydi siz de orada çadırlar kurun diye sunuyoruz.

Türkiye’de “Roman Eleştiri Terimleri” kitabını yazdım. Türkiye ve dünyada benzeri olmayan bir çalışmayı bir yazar eleştirmiş. Ne yapayım şeyhin kerameti kendinden rivayet ama benimki koca ikiyüz elli madde. Madde isimleri İngilizce, açıklamaları Türkçe. Beş romancı üzerine çalıştım şimdiye kadar. Üç bin sahifeyi buluyor bunlar, bir de terimler sözlüğü artık gerisi size kalmış. Kimlerin elinde kaldık, Allah yardım etsin. İnsanı idama giden adam gibi uğurluyorlar Allah saklasın. Kötü olan kuyumcu, olmayan adamların elinde kalan, maddenin akıbetidir.

Hay Sultan romanı bir dini karakter ve portre romanı. Son yıllarda İslamın büyük isimlerini romanlar halinde anlatmak yolunda güzel eserler verildi, onların ayrıntısı uzundur. Biz bu eleştirimizde Nuriye Çeleğen hanımefendinin Hay Sultan isimli romanını gözden geçirdik. Roman Abdülkadir Geylani Hazretlerinin doğumundan, çocukluğundan, Bağdat’a gitmesine, Bağdat’ta kendini yetiştirmesine, hocaları, Mekteb-i Nübüvvetten aldığı yardımlar, bir büyük insan olarak ortaya çıkışı ve bu tesirin bir coğrafyadaki izleri ve yansımaları konu edinmiş. Roman tarihi olduğu kadar bir nisbette coğrafi nitelik taşır mı bunlar ayrı konular. Büyük insanın kerametleri, dersleri, kitapları, hakkında kısmen baba tarafından verilen ansiklopedik bilgiler romanı oluşturur.

Roman, Geylan’da günah işleyen bir gencin dayak yemesi önsözüyle başlar. “Burası Geylan’dır, burada günah işleyene izin yok.” Leitmotifi adeta romanın da fonu sayılır. Günahtan, günahlardan arınmak ve Şahı Geylani… Romanda biyografik ve kahraman anlatıcı tarzı kullanılmış, romancı zaman anlatımda anlatıcı olarak görünürse de romanı Abdülkadir Geylanı kendi hayatından kesitler sunarak anlatır. Otobiyografik roman gibi. Geriye dönüş teknikleri ile muhit belirlenmiştir: “Allah Resulü vefat edeli üç yüz yılı aşkın bir süre olmuştu.”

Tarih romanın olmasa olmazlarından biri, kitaptaki tarih bir büyük insanın varlığını zorunlu kılacak şekilde işlenmiş. “Bağdat’ta güçsüz Abbasi halifeleri, Mısır’da şiddetli kavga ve tartışmalarla Fatimileri yazmak düşmüştü, Müslümanlara Anadolu’nun kapısını açan Alparslan öleli altı yıl olmuş yerine oğlu Melikhşah geçmiş, fakat Selçuklu devleti kabile reislerinin yönetime itiraz etmeleriyle sıkıntı içindeydi.” (14)

Romanda tarih bir deneme ve tarih felsefesi mantığı içinde verilir. ”Saltanat sevgisinden Allah resulünün can parelerini parçalayanlar, hayat dalından sevgili reyhanlarını kopartanlar ehl-i beyti tehcir edip onlara türlü zulümleri reva görenlerden midir bilinmez, ehl-i islamda bir türlü birlik ve dirlik sağlanamıyordu.“ (14) Romanın şahıs örgüsü Abdülkadir’in aile çevresi, köyü, Bağdat ve orada birtakım insanlar, Şeyhin yanında onu tamamlayan veya ona destek olan bir norm şahıs yok. Bu karakter romanlarının özelliğidir, daha sonraki yıllarda da ikinci şahıslar yok gibi. Bir romanı tek başına götürecek bir kişilik romanın karamanı.

İslami kavram temalar bir deneme dili ile yeniden yeni yapılarla sunulur, romanın anlatım tarzının en ağırlıklı yanı bu cümlelerdir. “Kader sırlıydı, her hareketin kaderden  bir yansıması, bir karşılığı vardı.“ (14) Romancının dilini bu kavram ve özellikle tasavvufi kavramları yeniden ortaya koymak oluşturur. Romanda gündelik hayatın dilinden ziyade bir uzman dili kullanılmış.

Roman bir tasavvufi dünya tasarımının, İslami temaların prospektüsü, alfabesi, yeni yorumları olarak da alınabilir. “Babam ehli geceydi, gece bir elbiseydi, onu az bir kul giyerdi, Allah için gayb ne ise ehl-i gece için de gece oydu.“ (14) ”Kainat büyük bir insandı. Mekke onun ağzı, Arafat diliydi. Kurban bayramı on sekiz bin alemin Mekke ağzından dile gelip Arafat’ta kelama durmasıydı.“ (25)

Hazreti Geylani romanını anlatırken Annesini romanın önemli kahramanını anlatır. “Annem Kureyşliydi, Allah Resulünün sevgili torunlarından Hz. Hüseyin’in soyundandı. Soylarımız Hazreti Hasan ve Hüseyin’in dışında üç halife ile de birleşiyorlardı.” (18)

Yazar yorumlarını anlatıcıya yaptırır. Yorumlar, yeni bir dünya ve hayat düzeni, günahkar yazgılı Türk ve dünya romana girmemiş bakir telakkiler. Metinler içinde metinlerin ve anlatım düzeninin normal vakaları gibi verilmiştir, metne yedirilmiş yorumlardır. “Geylan’da bir adet vardı. Ramazanda doğan çocuk eğer süt emmezse o çocuğun şerefli ve ikballi olacağı kabul edilirdi. Köyün büyükleri anneme “Ya Fatıma Hatun Abdülkadir süt emiyor mu diye seslendi. Yaşlı annem beni emzirmek istedi. Memeyi ağzımla ittim, annem tekrar uzattı, dudaklarımı sımsıkı kapattım.“ (19)

Nübüvvet vadisinin büyük karakterleri oynamaz. Anne oynamak isteyen oğluna hatifane yapılan ikazdan sonra “oğlunun diğer çocuklar gibi koşup oynayamayacağını bir kez daha anladı.” (21) Oyundan kaçırılan geleceğin büyük oyuncusu bu sefer bir öküz ile ihtara uğrar “Sen dünya için yaratılmadın.” (24)

Romanda işlenen zaman dünya güneş ve ay üçlüsünün ortaya koyduğu bizi hapseden zaman değil bütün zaman çeşitlerini içine alan bir maverai ve  eazımın  zamanıdır. Geylani’nin küçük kalbi bütün zaman mekan sınırlarını aşar “Günlerden Arefeydi, dama çıktım, Kabe nurani bir amut gibi Arşa kadar uzanmış, her kat meleklerle kuşatılmış, durmak bilmeyen bir tavafın coşkusuyla dönüyordu. Ruhumla tavafa katıldım.” (25) Romancının muhayyilesi çok geniş, dünyanın bulaşık ve kirletici hayalleri ile darlaşmamış, romanda bu hayalin fantastik ve fantasmagorik hayallerini görüyoruz.

Romanın ilk kısımlarını kahramanın hayatının zaman dizinsel akışıdır. Kahraman Bağdat’a gitmeye karar verir. Anne, Bağdat sözünü duyunca maziye gider, anne anlatıcı olarak maziyi derhatır eder ve anlatır. Romanda çoklu anlatım paktları kullanılmakla birlikte ağırlık kahraman anlatıcıdadır. Romancı esnek bir anlatım kullanır, bahsin gereği neyse öyle. Anlatıcı maziye giden anne “Dedeleri Bağdat’tan geleli şunun şurasında ne kadar zaman olmuştu ki. Zaman ne çabuk dönendi ve dönekti. Halife dedikodular üzerine dedeyi hapsettirmiştir. İmam Abdullah el Mahz hapishanede vefat eder, kabri Bağdat mezarlığındadır.” (27) Peygamber vadisinin her tarafı çile, kan, gözyaşı, bela, musibet, yolun gereği bu.

Oğul, Bağdat’a ilim öğrenmek için gidecektir. Ona ana vasiyeti “Oğul her ne olursa olsun sakın doğruluktan ayrılma.” (29) Yolda eşkiyanın “Hey dervişim senin bir şeyin yok mu?“ sualine yalan söylememeye ahdetmiş Abdülkadir “Evet var” diye cevap verir. Çocuğun bu dürüstlüğüne şaşar kalır eşkıya “Neden bunu söyledin? Annem ne olursa olsun yalan söylemememi tenbih etti. Anneme doğruluktan ayrılmayacağıma söz verdim. Sözümden dönmem.“ Eşkiyanın reisi “Ben bunca senedir beni yaratıp yetiştiren Rabbime verdiğim sözü bozuyorum. Şu küçük çocuğa bak, anneme söz verdim, sözümden dönmem, doğruluktan ayrılmam diyor. Her şeyini doğruluk uğruna veriyor.” (37)

Değişimler ”Taş kalpli eşkıya reisinin içinde dağlar devrildi, fırtınalar koptu. Kalbindeki  kara lekeler ağardı, içindeki  tüm putlar bir anda yıkıldı. Hıçkırarak ağlamaya başladı. Yaptıkları pişmanlık olup vicdanına asıldı, kalbine nedametin çengeli takıldı. Tövbeye tutundu.“ (37) Altmışbeş eşkıya Tevvab’ın kapısına koştular, tövbeyle gusül ettiler.” (38) Abdülkadir Geylani’nin dedesi de böyle bir olay yaşamış. Geylani’den bir kafile Semerkand’a giderken, eşkiyaların hücumuna uğrar, kafiledekiler “Yetiş ey Abdullah  yetiş” diyerek, Abdullah el Savmai’yi çağırırlar. “Abdullah es Sevmai hemen orada belirip eşkıyalara “Subbuhun, Kuddüsün, Rabbunallah hadi dağılın gidin buradan” diye seslenmiş. Eşkıyalar kaçmışlar. (41) Romanda çevre tasvirleri gerekli midir, değil midir, romanda gücümüz oranında bunları görürüz. O zaman büyük insanın yaşadığı coğrafyada şöyle bir dolaşmak mı gerekirdi?

Çeleğen, anlatım yükünü babası ile paylaşır, akışkan olmayan vakaları ona anlattırır. O hem kahramanına anlattırır hem de zaman zaman babasına, bazen da romandaki ironik perdeyi açar kendi konuşur. “Bu gece babam devr-i Abdülkadir Geylani’de siyasi çalkantıları anlatıyor. Tarih sıcak bir köz gibi içimi yakıyor. Bağdat’a geldiğinde Selçuklu sultanı Sultan Melikşah öleli birkaç yıl olmuş. Melikşah’ın kızının çeyizi –on iki sandık, altı hayvanla taşınan- Allah Resulünün sevgili kızı Fatıma’ın iki eli ancak doldurabilen çeyizi ile kıyaslandığında Müslüman sultanların dünyeviliğin hangi aşamalarında olduklarını göstermekteymiş.“ (47) Halife ve hükümdar birbirlerini dahi idare edemeyin insanlar nasıl islamı ve dini idare etsinler.

Eşkıyalık, hırsızlık, israf, zevk ü safa yanında Yunan felsefesinin karıştırıcı yapısı ilmi ve çevreyi bozmuş. Bu bozuk ortamda Abdülkadir Geylani hasta Bağdat’ı tarafı ilahiden tedaviye gelmiştir. Büyüklerin yanında cüce kaldığı Abdülkadir büyük bir beklenti ile karşılanır. Yazar burada yine leitmotif kullanır “O geliyor!” Onu karşılayan şeyh “Oğlum Abdülkadir bu devlet bugün bizimdir, yarın sizin olacak.” (51)

Bağdat’a geldiğinde gördüklerini anlatır. “Bağdat’a geldiğimde on sekiz yaşındaydım. İslam dünyası gibi Bağdat’ın kalbi de yaralıydı. Tüm ilimlerden aldığım dersleri tamamlamak üzereydim. Fitne ve fesattan uzaklaşmak yalnız başıma kalıp ibadet etmek için sahralarda yaşamaya karar verdim.” (53) “Ancak gaybi bir ses bu çıkışa engel olur. Gelişi ve dönüşünün kendi ihtiyarı ile olmadığını anlar. İlim öğrenmek için yine Bağdat’a döner. Pek çok hocadan ders alır, farklı ilim kapılarından geçer, Şeyh Hammad’ın dergahında kalmaya başlar. Öğrenciler onu huzursuz eder, Hammad ona sahip çıkar.” Şu genci görüyor musunuz? Bir zaman gelecek ayağı bütün velilerin boynunda olacak, her veli ona itaat edecek.” (57)

Yazar zaman zaman nesnelere farklı dikkatler sergiler, “Büyüklü küçüklü şişelere hapsolunan kokular hiçbir şişenin esaretine aldırış etmeden  etrafa yayılmıştı. Burada hesabi  bir raslantı ile Annesinin kendisine gönderdiği paralara ulaşır. Cilanlı bir genç onu ararken bulur. “Annen benimle sana sekiz dinar gönderdi. Darda  kaldığım için  paranın bir kısmıyla bunları aldım. Sana özör borçluyum” Yazdığı mektup köyüne ulaşır, bir velvele kopar her tarafta, Abdülkadir’in dönmesi hususundaki tavsiyesini anne reddeder ”Hayır gelme ilimle meşgul ol.” (64)

Roman harika vakaları çok olan bir büyük velinin hayatının orijinal  olaylarını roman mantığı içinde dizimi ile gerçekleştirilmiştir, romancı yüzlerce  olağanüstü olaylardan seçmiş olduğunu belli ediyor. Abdülkadir ilim öğrenme, riyazet ve ibadetle günlerini geçirirken Ariflerin tacı olarak isimlendirilen Ebu Vefa hazretlerinin sohbetine katılır. Şeyh ona dikkati çekmek için dışarı çıkarılmasını ister, bunu birkaç defa tekrar eder, tekrar tekrar girip çıktıktan sonra,   şeyh tarafından hararetle karşılanır ve Şeyh cemaate şunları söyler. “Henüz zamanı var. Vakti gelince, okumuş, cahil herkes  bu gence muhtaç olacak. Onun feyzinden  manevi ilminden faydalanacak. Şu an onun Bağdat‘ta cemaate vaz ve nasihat ettiğini görüyorum.“ (66) Ebul Vefa ona yadigar olarak  seccadesini, gömleğini, tesbihini, yemek çanağını  ve bastonunu  verir. Daha sonra vefat eder. Dergahında kaldığı   Şeyh Hammad’ın her gece arı uğultusu gibi sesler gelir halvetinden, bunların ne olduğunu kimse soramaz, Abdülkadir sorar ve “Benim on iki bin müridim var, her gece onların isimlerini tek tek zikrederim. Onlardan her biri için istekte bulunurum”  Abdülkadir de “Eğer Allah bana kendi katında bir mevki verirse  ben kıyamete kadar  hiçbir müridimin  tevbe etmeden ölmemesi  için  Allah’tan söz alacağım. Ben bu hususta onlara kefil olacağım.” (70)

Bir açlık imtihanından sonra hocası Ebu Said ona hırka giydirir.  Tarikat yolu bu şekilde açılır. Tüm tarikatleri kucaklamaya kadir olan  Kadirilik tarikatının besmelesi o gün çekilmiştir.  Hocasının medresesinde Kur’an, hadis, fıkıh dersleri verir. Peygamberimizi rüyasında görür. “Ağzını aç, ağzımı açtım. Allah Resulü  mubarek ağzının suyundan  yedi defa ağzıma serpip ağzımı kendi tükrüğü ile tahnik yaptıktan sonra  buyurdu. “İnsanlarla konuş onları  hikmet ve vaazlar ile Rabbinin yoluna çağır.“ (73) Hz Ali’yi rüyasında görür. O da altı kez tükrüğünden ağzına serper. “ Neden yediye tamamlamadınız” “Allah Resulüne edebimden“ der.

Eserde zaman kavramı zaman zaman felsefesi yapılan bir şekilde görülür. Tanpınar ve Necip Fazıl zaman üzerinde düşünmüşler ama onlara bizden bir şeyler  bulaşmış, Çeleğen zaman konusunda şöyle der. “Zaman deli akan bir nehirdir, insanlar onu durağan sanır. Bütünü göremeyenler  külli bakışa eremeyenler için  Allah zaman denen ayracı koymuş ki  varlığın zaman seyrindeki değişimi anlaşılıp algılanabilsin. Allah Resulü zaman üstü ve zamansız bakışlarında  evliyaya da tevarüs eden bu özelliğin  has bendesidir. Şimdi benim  hayalde gezdiğim    de bu değil mi ? Geçmiş ve gelecek  hayalde tüm anların ta kendisidir.“ (79)

Romanda anlatma ve gösterme yer yer kullanılmış tabiatiyle anlatma göstermeye hakim, ama odak vakalar seçilmiş ve dramatize edilmişler. Baba zaman zaman ansiklopedik bilgiler, tarihi ve tasavvufi bilgiler verir. Tasavvuf kelimesinin ilk harfi  te‘dir. Bu tövbe demektir, zahiri ve batini tevbe vardır. İkinci kelime sad harfidir. Saflık ve temizliğe işaret eder. Üçüncü harf vav’dır. Velayete işaret  eder, kişinin Allah ile dost olması gayretidir.”Allah ben bir kulu sevdiğim zaman onun kulağı, gözü, eli  ve dili  olurum. O benimle işitir, benimle görür, benimle tutar, benimle konuşur ve benimle yürür” (82) Son harf “fe’dir Fenafillaha işaret eder. Allah’dan başka her şeyden geçip Onda fani olmak demektir.Abdülkadir Geylani kendi  tasavvuf görüşünü sekiz temel üzerine kurar.

Seha, (cömertlik) Rıza (İshak peygamberin özelliği) Sabır (Eyüp Peygamerin özelliği) İşaret (maksadı konuşmadan anlama Zekeriya ASM aitti) Gurbet (Yahya Peygamberin hayatı idi) Suf giyme (Musa Peygamberin hayatıydı) Seyahat (İsa Peygamberin hayatıydı) Fakr (Resulüllahın hayatıydı) Baba bunları anlatır romanı beraber yazarlar. Romanın şahıs örgüsü yazar, babası, Hz Abdülkadir, babası anası,  hocaları ve fon  durumundaki tarihi şahıslardır.

Kahramanımız Bağdat’ı terk eder, insanlardan uzaklaşır, tasavvufun dört aşamalı yolu hakkında yorumlarda bulunur. Şeriat, tarikat, marifet ve hakikattir bunlar. Bunların üç derecesi vardır, ilim ile, göz ile, bizatihi içine girerek .Harabelerde, çöllerde yaşamaya başlar. Uykunun  gaflet olduğunu düşünerek, uykularını azaltır. Romancımız eseri ile bir mesaj vermek niyetiyle yazmıştır, ama, bugünün şartlarında imkansızı anlatmak gibi birçok şey, daha ılımlı bir dil kullanmak daha yapılabilir ve uygulanabilir bir kalp dünyası. Kahramanımız  kalb  evini Hazreti Davut’a yapılan hitap ile yapmayı örgütler.“ Ey Davut  o evi  kalbi, benim için boşalt, ben orada olayım” (86) Yalnızlık sırrına ulaşır, tıpkı Peygamberimizin hayatındaki gibi.

Kahramanımız yirmi beş yıl sükut elbisesini çıkarmaz. Kalbi  konuşturmak  için dili susturmak gerektiğini beller. Dünyevi gaflet değmiş, yalanla gıybetle  kirlenmiş  bir lisanın kalbi kelama duramaz, dursa bile onun kelamı anlaşılmaz. Kalbin kelamı yanında kainatın da bir kelamı vardır. Abdülkadir çölde yapayalnızdır, inzivadadır.Hızırla karşılaşır, ona “nefsine olan sevgiyi yok edeceksin, kendi nefsini  düşünmeden vazgeçmedikce Rabbini hakiki manada hatırlayamazsın”. (93)

Hızırla görüşmeden sonra şiddetli bir riyazete girer. Nefsin kalbi olan midenin susturulması gerekirdi. Dolu mide kalp duvarı, nefis dostu idi. Yahya Aleyhisselam  bir gün arpa ekmeği ile karnını doyurunca  o gece uyanamamış  ve gece zikrini de yapamamıştır.Rüyasında Rabbi ona seslenmişti” Ey Yahya kendin için benim evimden daha hayırlı bir ev mi buldun. Yahut bana yakın olmaktan daha hayırlı  bir muhit mi buldun?” (95) Eserin bu kısımları seyrüsülükün en zor kısmı olan büyük bir veli olmanın basamaklarıdır. Yazar bunları şerhetmiş, açıklamış ve tezyin etmiştir. Vaka örgüsü zamansallıktan ziyade kalbin makam ve meratipte seyri üzerine kurulmuştur. Kırk günden yetmiş güne kadar çıkan açlıklar çeker. Yeni durak duadır. On dokuz besmeleli dua eder. İnziva ve riyazet sırasında yeni zorluklar başlar. Şeytanlar yeni durumlara göre yanına gelirler, kalbi ona "Ey Abdülkadir onlarla mücadele et, onlara  galip geleceksin” der.İblis onu şaşırtmak için mantıklı gibi görünen davetler yapar ama o aldanmaz. Onların hilesine karşı “Lahavle vela kuvvete illabillahi'l-aliyi'l-azim” tekrar eder, onların önünde bu mubarek kelam engeldir, sedir, kaledir.

Halvet ve uzlettir yeni durağı Abdülkadir’in.  Halvete giren kişi kırk velinin bulunduğu hal gibi olurdu. Halvet inzivadan daha üstün bir yalnızlıktı.İnziva hali  kalpten her türlü yaratılmışların kovulduğu süreydi, halvet ise kalpte  Allah ile baş başa kalma haliydi.Halvetin bin altmış yedi derecesi vardı. Allah Resulünün halvet yeri Hira idi, uzleti ise Sevr dağı kabul edilirdi. Çünkü orda Hz Ebubekir korktuğu zaman “Korkma Allah bizimledir” diye buyurmuştu. İnziva ile boşaltılıp  halvet ile süslenen kalp  uzlet ile esma ve sıfatın tecellisine  mazhar olurdu. Şeytanlardan sonra dünya sevgisi ile sınar kendini. Dünya arzu ve istekleridir.Nefis dünya idi , dünya sevgisinin temeli bu idi. Nefsini sevdiği kadar insan dünyacı idi. Yeni düşmanı bir genç kızdır, alabildiğine güzel olan bu kız kendini ona izhar etmiştir. O isteklerini öldürmek için gecenin ayazında kırk defa nehre nefsini daldırır ve onu yakalar.

Ene  perdeleri tek tek yırtılmalıydı ki altındaki hüve tam manasıyla aşikar olsun. Teslim, zenginlik, yakınlık, müşahade, hürriyet kapılarında dolaşır. Otuz yıllık manevi yürüyüş seyri sülükten sonra Zatın tecellisine muhatap olur.

Yeni yeni arayışlara ve makamlara varır. “Bağdat’ın dışındaki harabelerde  yıllar süren manevi yolculuğa kalbin yolculuğu adını verdim. Bu yolculuk Hakk’a kurbiyet ülkesine kadem basıncaya kadar sürecekti. Vuslatı sırların vuslatı olarak gördüm. Kalp merkezi hayat olduğu için ancak zikri esma ile hayat bulurdu, her kalp bülbül-i esma olmalıydı. Kalbim susmamak üzere esmanın zikrine durdu.” (122) Fakr makamından büsbütün yok olmak silinme makamına geçer. Her namazı gusül ile kılar. Eşya ile kelama durur, Allah kendi ile hicap perdelerini kaldırınca  eşya ile konuşmayı verir. Hayy-ı Kayyum isimlerini zikrederek kararlılık  kazanır. Öznesi Hay olan bir esmalar zinciri ile Allah’ı zikreder.

Bağdat’ta demlenen bir Geylani hasreti vardır, bu da onun için hazırlanmıştır. Manevi makamların sonuna gelir. Onun müştehir olan  vasfı kün ‘dür artık ona gelmiştir, bu seyrin son durağı, eğitimin  başlangıcıdır.Bu makama geldiğini şöyle anlatır. “Dağdan bir parça toprak kopararak makamı künden  nazar eylediğimde  anında helva oluyor ve onu yiyordum.” (128)

Seyrin merdivenleri bitmiş, seyredilmesi gerekene varılmıştır. “İnsanın yaratılış gayesi cemalin seyri ile kemalin kazanılmasıydı” Kemale cemalden varılırdı. Bu bahislerde nurların temel kelimeleri olan cemal kemal, celal üzerine daha başka şeyler söylenebilirdi. Bahislerde nurların akli zeminine geçişler yapılarak günümüz nesline farklı bir yaklaşım sergilenebilirdi. 137 sahifeye kadar ihzariye hazırlanış demleridir, bundan sonra büyük öğretmen kürsüsüne çıkmıştır artık.

Yeni dönemde Bağdat’ın içinde bulunduğu kargaşa anlatılır. Mukaddes yükü  kıyamete kadar sürecek bir hamallıktır, ölümü ile bitmeyen bir görev  almıştır. Resulullah yeni temsilcisini tebrik etmeye gelir. Peygamber Hz Musa’ya takdim eder, onun ümmetinde mukabilini sorar, yoktur. Resulükibriya üzerindeki elbiseyi ona giydirir. Eserdeki dil kronik bir dildir, hayatla daha bağlantılı bir dil , bizim neslin dili tercih nedenidir. Allah Resulü tarafından en büyük kutup olarak kutb-ı azam olarak vasfedilir. Feyzin durağı ve kanonu  değişmiştir. “Şimdiye kadar  manevi feyizler Allah Resulünden  Hz Ali vasıtasıyla Hazret-i Hasan ve Hüseyin  ve on iki imamdan gelmekteydi. Bundan sonra evliyaya gelen feyizler on iki imam olmadan  Efendimiz, Hz Ali, Hz Hasan ve Hz Hüseyin vasıtasiyle benden alınmaya başlayacaktı. Bilumum makamların üstesinde olarak kendisine  Gavsü'l-Azam ünvanı verilir.“ (142) Bu tasavvuf tarihinde bir önemli başlangıçtır. Gavsın bu dönüm noktasına getirilmesi bundan sonraki tasavvufun yeni bir dünyaya varması demekti.

Artık yeni dönemde Abdülkadir tasarruf meydanını manevi medresesinin sınırlarını belirler. Ders vermeye başlar. ihlas, samimiyet ve kalp sırrıyla medrese tedrisata başlamıştır.  Hicri bin beş yüz yirmi senesinde Davudi vaazlar başlar. Her gelenin kalp heybesine bir şey koymaya azmetmiştir. Peygamberimiz yeni öğretmenini hazırlamak için gereken her şeyi yapar. ”Rabbim kalbime tecelli etti, bir gurup melek peygamberimizden örtü getirdi. Örtü benden önce ve benden sonra gelecek olan tüm evliya ruhlarının huzurunda Peygamberimiz tarafından bana giydirildi. Bütün evliyanın  boynu Peygamberimiz  ve meleklerin huzurunda  benim livam altına girmişti.“ (147)

Makamın kendisine verilmesi ile bir yıl ayakta ibadet yaparak şükretmiştir.
Yazar bir olay nakleder. “Allah Resulü mübarek hırkalarını Hazreti  Ömer İle Ali’ye verir ve Hz Veysel Karaniye götürmelerini emreder, onlar da öyle yapar. Veysel Karani Peygamberimizin gönderdiği hırkayı  giyer secdeye kapanır, duası ile ümmetin yarısı bağışlanır, diğer yarısı da onun ifadesi ile Abdülkadir Geylani’ye bırakılmıştır. O da Gavsın büyüklüğünü kabul eder.

Bağdat’ta haset başlamıştır, yüz kadar alim zor sorularla huzuruna gelirler, bir gurur bir kibir ile. Göğsünden şimşek gibi bir nur çıkar, alimlerin üzerine gider, alimler kürsünün önüne gelir, ayaklarına kapanırlar. Huzura varınca bildiklerini unutmuşlardır, hepsi talebesi olurlar, ona bağlanırlar.

Bir şeyh bir Hıristiyan kızına aşık olmuş, kız onun domuzlarına çobanlık ederse kendisi ile evleneceğini söyler. Yolda bir domuz doğar ve onu omuzuna alıp eve gelir.Şeyh Sanan’ın bir müridi onu kurtarmak için Abdülkadir Geylani’ye rica eder ve Sanan affedilir, kızdan kopar bu sefer “Müslüman olursan senin ile evlenirim” der, kız ve ailesi Müslüman olurlar. Bundan sonraki bölümler şeyhin çok iştihar bulmuş kerametlerinin drmatizasyonudur. Şeyh elliye yakın yaşlarda evlenir, yirmi iki kız çocuğu ve yirmi yedi erkek çocuğu olur. Çocukları babalarının yolunda gider tarikatı yayarlar. Hepsi iyi yetişmiş insanlardır.

Sesleniş kısmımda  şehri esir alan nehrin taşmasına karşı büyük veli engel olur, onun dilinden dinleyelim. “Bastonumu  pervasız akıp yatağına  sığmayan Bağdat’ın mahallelerinde debelenen  nehre doğru uzattım.  Dicle nehrine amirane seslendim “ Daha ileri gitme” Bir anda olanlar oldu, deli fişek gibi etrafa kol atıp kanat açmış sudan bir avuçla  şehri kolları arasına almaya kalkmış  nehir azarlanan edepsiz bir çocuğun   kendine gelmesi gibi duruldu, irkildi, sus pus olup gerisin geriye  sularını alarak yatağına doğru hızla çekildi. Yatağında sindi, sularını örtbas etti.“ (176) Şeyhin Dicle nehri gibi artık vaazları da medreseye sığmaz olur.  Bağdat’ın vaaza katılan velileri  Peygamber Efendimiz ve enbiyaları görürler mecliste. Hatta birine Hızır görünür ve der ki “Kim felah bulmayı istiyorsa, ona gereken  bu meclise  devam etmesidir.“ (177) cemaat yetmiş bine kadar çıkar. Herkes onun himmeti ile felah bulur. Tenezzüh için nehrin kıyısına inen Şeyh orada ağlayan bir kadının, ağlama nedenini  araştırır, oğlu ile gelini düğünden sonra  bir salla karşıya geçerken boğulup ölürler. Yirmi yıl önceki ölüm birden taze bir hayata döner, ölüler denizden çıkarlar, sahneyi gören  bütün gayri Müslimler Müslüman olur.

Vaazları  dört yüz katip kaydederler,  Feth ür Rabbani isimli kitap bu vaazlardan derlenmiştir. Bazı vaaz örnekleri “ Musibetleri saklı tutmak  Arş hazinelerinden  birine sahip olmak kadar büyüktür. Musibetleri halka şikayet eden  insanın kalbine perde iner. Halkın diline düşen musibet  Hakkın cevherine erişemez, kömür mesabesinde kalıp  yalnız sıkıntısını insana yükler. Çünkü musibeti  halka anlatmak  itirazdır.“ (187) Belalar kula Cenab-ı Hakkın kapısını çalmayı öğretir. Musibet kulun kapı çalmasındaki şifresidir. Birisi Hz Muhammed ASM gelerek , seni seviyorum deyince “Fakirlik için elbise hazırla buyurdu.” Bir başkası gelip, “Ben Allah u Taalayı seviyorum“ deyince Allah Resulü buyurdu” Bela için elbise hazırla” (189)

Pazara iplerini satmak için götüren kadının iplerini Şeyh alır ve dama atar, bir kuş gelir götürür, kadın bu işe şaşar kalır. Bir denizde yolculuk yapan kafile  fırtınadan kurtulmak için ipe ihtiyaç duyar, kuş o ipleri götürür ve onlara verir, onlar da kurtulurlar. Bin altın mukabilinde ipler, satılır ve kuş bir süre sonra getirir, kadın bin altını alır. Şeyh “Nine benim  satışım seninki kadar karlı olmuş mu?“ der. Halifeyi bir vaazda azarlar” Müslümanların başına  zalimlerin en büyüğünü kadı olarak tayin eden sen  yarın merhametlilerin en merhametlisinin önünde nasıl hesap vereceksin.” (201)

Oğlunun dergahta  çelimsiz aç haline gören annenin kalbi rikkate gelir, şeyhe durumu hikaye eder. Şeyh bir anda  yenilmiş tavuğu eski haline çevirir, kadına “tavuk yemenin şartı onu böyle diriltmektir” cümlesine çıkan tarzda  cevap verir. Kabirde azap çeken  bir adamın halini murakebe eder “Melekler bana haber verdi. O kişi benim  yüzümü görmüş, hakkımda da iyi niyet taşırmış. Onun yüzünden Allah o kişiyi affetti.“ (212) Ve  devam eder” Herkim bana intisap ederse, o benim dostlarımdan olur. Allah onu kabul eder. Herkim  medresemin önünden geçerse Allah onun ahiret azabını hafifletir.“ (212) Kendisine tevacüz etmek isteyen bir ahlaksızı gücü ile bertaraf edemeyince şeyhini imdada çağırır bir kadıncağız, o sırada vaaz etmekte olan şeyhin bastonu arazilerden geçer  uçar gider ve adamın başına hızla vurdukca vurur. Kadıncağız biraz sonra  baston ile dergaha gelir “ Efendim bastonunuz “ diye ona sunar.

Dergahın biriken borçlarından dolayı hizmetkar  Ebu Rıza  huzursuzdur, kimseden iane ve yardım almayan Şeyh ‘in dergahına destursuz bir şahıs girer ve Ebu Rıza’ya  “Efendim bu borcu karşılar” der. Gavs Ebu Rıza’nın yüzüne tebessüm eder ve der” Allah ü Taala'nın boçlu evliyaya gönderdiği bir melektir.“ (232)

Şeyh  tefsirinden bahseder, ”Vaazlarımda Kur’an’ın tamamını tefsir ettim. Altı ciltlik  Kuran tefsirimi bizzat kendim kaleme aldım. Diğer kitaplarım  vaaz ederken katiplerin yazmalarından oluşur, ben kontrol ederdim” (233) Yazar vakaları bilgiyi , malumatı romanlaştırır, Baba ise yazara nefes aldırır galiba. Onun anlattıkları romanlaşmamış malumatlardır. “ Abdülkadir Geylani de sıbgatullah vardı. Nazar eylediği manevi hal kesbedip  terakki ederdi.” (241)

Geylani’nin oğlu Abdullah Abdülvehab da babasının talimleri ile onun yolunu takib eder.Oğulunki kurbiyet babanın ki ise akrebiyettir. Bir Hintli ateşperest ona muhabbeti vardır ve çevresinde gidene gelene yemek yedirir, ölünce geleneğine göre yakılmazı gerekir ama ateş onu yakmaz, sonra denize atarlar sonrası şeyh anlatır. “Biz sevenlerimizi yalnız bırakmazdık. Hintli müridimin  yaşadığı şehrin yakınlarında  bulunan  bir evliyanın rüyasında ona emrettim. Bugün vefat eden  filan kişinin zatıma aşırı muhabbeti  vardı, evliyadandır. Adı Sadullahtır. Onu al yıka, namazını kıl defnet, çünkü Cenabı Allah buyurdu. “Ya Abdülkadir senin müridini  dünya ve ahrette  ateşte yakmam, dünyada iyi bir sonla öldürürüm.” (258)

Geylani artık seksen yedi yaşına gelmiştir, metresi bin dinar olan gömlek tedarik eder, çünkü o kefendir. Şeyh ölüme doğru yaklaşırken roman yine tasavvuf umdelerini irdeler. “Nefse muhalefet edince  ibadet kolaylaşır. Nefse muhalefetin  diğer bir kazancı da  insandan bela ve musibetlerin uzaklaştırılmasıdır.“ (266) Doksan yaşına gelince hayatının muhasebesini yapar” Doksan yılı aşkın bereketli ömrümde  Abbasi halifelerinden  beş tanesinin  dönemine şahit oldum. Hiçbir devlet adamına itibar etmedim. Hiç kimseye de tazim de bulunmadım. Fakir fukara ile oturmayı onlarla sohbet etmeyi çocuklar başta olmak üzere  herkesin gönlünü hoş etmeyi    her şeyin üstünde gördüm.“ (271) Gecenin üçte ikisi geçince namaz kılmaya başlar secdelerimi çok uzun yapar, sonra murakabe halinde  sabaha kadar dua ederdim. Her gün bin rekat namaz kılardım. Genellikle Müzemmil ve Rahman surelerini okurdum.“ (272)

Çeleğen’in romanı bir portre romandır, bunun büyük üstadı Avrupalı romancılardır. Ztephan Zveik onların başında gelir. Onun Mari Antuvanet, Fouche  gibi romanları önemlidir. Macellan’ı  da yazmıştır. Çeleğen’in böyle unutturulmuş  zatları edebiyat kütüphanemize hediye etmesi onu, edebiyatımızda yeni bir sahife açmış yapar. Asıl iktidar zihinlerin hak ile işba olmasıdır.

Şeyh, Münker ve Nekirden kabirde müritlerini sıkmaması için söz almıştır. Ruhu seyyal bir ruhtur enbiya katı ile evliya katı arasındadır.”iyi olanlar kendilerini bize adamışlardır, kötü olanlar için ise biz onlara kendimizi adadık” der. (288) O Nakşibendi ve Bediüzzaman’dan haber verir , çünkü aynı halkanın ve nebevi toprağın hamurundan yapılmışlardır. Baba, Sikke-i Tasdiki Gaybi’den bazı işaretler okur.  Gavsı Geylani, Selahattin Eyyübi’nin ordusunu da hazırlamıştır.

Oğlu Abdürrezzak‘a vasiyet eder. “Bizim tarikatımız Kitaba, Kur’an’a, sünnete, dayanır. Cömertlik, göğüs selameti, eziyetlere tahammül, tarikat kardeşlerinin  verdiği zorlukları bağışlama  üzerine kuruludur. Fukara ile beraber ol, onları daima meclisine getir, gönüllerini hoş et. Onları sevindir.” (297) Bağdat onunla kırk yıl geçirmiştir, manevi seyrin bereketini yaşamıştır. Onun kalp tasından maneviyat yudumlamıştır ve Bağdat ağlar ağlar.

Romanın son epizodu, romancının  roman teorisidir.

“Menkıbeler Allah’ın askerlerinden biridir. Onunla müritlerin kalpleri kuvvet bulur. Allah Resulü der” Allah dostlarının anıldığı ve menkıbelerinin anlatıldığı yere Rahmet-i İlahi iner”  Eşrefoğlu Ruminin duası romanın ve yazarın ve bizim duamızdır.

Arısının balıyım bahçesinin gülüyüm

Çayırının bülbülüyüm  şeyh Abdülkadir. (315)

Türk romanı son yıllarda yeni ve münbit zemine girdi. Dini ve tasavvufi şahısların hayatları yazılıyor, konular tasavvufi oluyor. Çiçekli Mumlar Sokağı, Ahmet Yesevi ve Mevlana ile kısmen dolu. Elif Şafak‘ın son romanlarından Aşk romanı biraz bovarist olmasının yanında Mevlana ile doludur, sanki Tasavvufun umdelerini anlatır, kırk maddede. Birkaç çalışma olacak eserler mevcut.

Nuriye Çeleğen Türk romanını yatak yorgan hikayelerinden kurtaran bir romancı, nurani simaları düşünce hayatımıza portreler şeklinde sokan bir nevzuhur muharrir izi iktidar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum