Habibi Nacar YILMAZ
Bir din dersi öğretmeninin ders malzemeleri
Epeyce öğretmenlik yaptık. Hatıralarımız oldu. Öğrencilerimizle gönül bağları kurduk. Hâlâ görüştüklerimiz, dertleştiklerimiz var. Bir liseden ayrılırken, yazdığımız hatıra yazılarının iki yüz sayfayı geçtiğini hatırlıyorum.
Yıllar sonra, hukuk fakültesinde hukuk mücadelesi veren bir öğrencimizi tanıyamayışımı unutamam. Tam tesettüre girince, tanıyamamıştım. O eski karanlık günlerde, inancının mücadelesini veren bu değerli kızımız, o kadar heyecanlıydı ki bana, sanki "Uhud"dan geliyor intibaı vermişti. "Sen böyle güzel bir keyfiyete nasıl kavuştun?" diye sormuştum. "Hocam dedi, sınıfta siz farkında değilsiniz ama ara sıra anlattıklarınız beni çok etkilemişti. Onlar bir iz oldu ve hidayet kapılarını açtı bize" demişti.
Üstaddan nakil bir hatıra, öğretmenlerin yeri ya esfelde ya da âlây-ı illiyyinde olduklarını söylediğini okumuştum. Gerçekten öyle. Hâl ve davranışlardan tut kelâma, not değerlendirmesinden tut ders dışında her durum öğrenciyi etkiliyor. Ya iyiye kanat açtırıp ona kendini sorgulatıyor ya da onun sıradanlığını pekiştiriyor. Bu konuda hepimizin iyi kötü hatıraları vardır. Aslında bu durum, derece derece hayatımızın her döneminde de geçerli.
Bir velimiz, oğlunun kitap okumadığından şikayetçi olmuştu. "Sen okuyor musun?" diye sordum. Hayır, dedi. O zaman "Oğlunun, kızının okumamasından şikayetçi olamazsın" demiştim. Bunun istisnası, zor bulunur. Evimin dört odası var. Her odada kitap bulundururum şahsen. Hangisine gitsem kitaplar, "beni oku ne olur" der, dururlar. Senin elinde kitap görmeyen evladın, kitap okur mu arkadaş? Sen okursan, o da mutlaka etkilenecektir. İnsanın fıtratında vardır bu. Yaşamadığını yaşatamazsın. Söylediklerin, tesirli ve uzun ömürlü olmaz. Karşılıklı olacak her şey.
Pandemiden önce, uzun yıllar okullarda, üniversite yurtlarında seminere katıldık. Hâlâ katıldıklarımız var. Özellikle ortaokul ve liselerde, çantamda malzemeler hep olurdu. Her zaman elma, mandalina ve bulduğum diğer meyvelerden hatta bir gün bir çubuk bile yanıma almıştım. Çok yerlerde olduğu gibi, bir gün bir imam hatip lisesinde öğrencilere, "Çantamda bir padişahtan gelen mektup var, dersin sonunda okuyacağım ama bana unutturmayın" demiştim. Müdür de çok şaşırmıştı ve meraklanmıştı. İkide bir hocam mektubu bekliyoruz, diye beni uyarmıştı. Mektup olarak, çantamdan çıkardığım mandalina idi. Mandalinayı alkışlar eşliğinde, Cenab-ı Allah'ın bir mektubu olarak okuyup arkasındaki mânayı Birinci Söz mealinde izah etmiştik.
Bunları yazmamıza, geçenlerde İstanbul'a gittiğimizde bir akşam bizi evinde birkaç saat ağırlayan kadim dostum, hizmet insanı, emekli din dersi öğretmeni Kütahyalı Ali Coşkun kardeşin anlattıkları vesile oldu. 80'li yılların cafcaflı döneminde, gazete bünyesinde çalışan Ali kardeş, o dönemde Karadeniz'in bazı bölgelerini gezmiş, anayasa oylaması ile ilgili hazırlanan broşürleri dağıtmıştı. Sonrasında, üstadın hizmetkârları ile bütünleşerek, hizmetini hiç aksatmadan devam ettirmiş. Bulunduğu bölgelerde şevke medar hizmetlere vesile olduğu haberlerini almıştık. Ali Coşkun hocam, genellikle ortaokullarda görev almış, öğretmenlik yapmış. Öğrencilerle samimi, sıcak ve seviyeli diyaloglar geliştirmiş.
Fakat anlattığı iki husus dikkatimi çekti. Birincisi, sadece öğrenciyi muhatap almaması, onun ebeveynini de işin içine katması. Onlara, önce anne ve babalarına karşı nasıl davranmaları gerektiğini öğreterek, arka planda veli ile de diyalog içinde olması, ayrı güzelliklere medar olmuş. Öğrenciler eve gittiklerinde, önce annelerine karşı:
"Evimizin direği,
Koruyucu meleği,
Sevgi dolu yüreği,
Biricik anneciğim.
Güzel yüzün ne tatlı,
Sana sevgim bin katlı,
Meleksin, sen kanatlı,
Biricik anneciğim" şiirini okumalarını sıkı sıkı tembihlemiş Ali hocam.
Böyle olunca, hem öğrenci ile anne baba arasında sevgi saygı, hem ebeveyninden öğretmene uzanan diyalog başlamış oluyor. Eğitimin önemli sacayakları böylece daha kolayca buluşmuş oluyor. Ama bunlardan da önemlisi, iki şey daha uyguluyor Ali hocam. Sınıfa meyve, sebze türleri ile giriyor. İman esaslarını bunları göstererek, tatbiki şekilde yapıyor. Bir yanda toprak, su, odun sınıfta; diğer yanda bunların bir araya gelmesiyle ortaya çıkan sebze ve meyveler. Hocamız soruyor. Bu sebepler, bu neticeleri yapabilir mi? Bizzat tattırıyor. Bu tat, koku, şekil, renk ve tasarımı yapacak, verecek kabiliyet, ilim, kudret odunda, toprakta olur mu, var mı?
Böyle tatbikli, bizzat yaşayarak, görerek, tadarak olunca, hem tevhid ve haşir zihne yerleşiyor hem de daha kalıcı oluyor. Belki ileriki yaşlarda karşılaşacağı sorulara karşı da daha idmanlı olmuş oluyor zihinler. Gerçekten sebeplerin esir aldığı koca koca adamlar "âdi, basit, ilim ve şuurdan mahrum" sebeplerin birer perde, bahane olduğunu göremiyor. İşleyişi anlatan izahlar, göze perde oluyor. İzahların arkasındaki sanat ve fiil "bilim bunu izah etmiş" sosunun arkasına atılıyor. Böylece nazar, fâile ulaşamıyor. Küçükten başlayan böyle izah ve ispatların önemi büyük.
Ali hocamız, burada da kalmıyor. İşin içine şiiri de katıyor. Bu sefer, değerli şair Cengiz Numanoğlu'nun "Farkında mısın?" şiirini bizzat şairine kendisine telefon açıp izin alarak, amatörce besteliyor. Sınıfta besteli okunan, derin ve düşündürücü şiirin ilk iki dörtlüğe bakar mısınız?
"Beşerin temeli, küçük bir cenin,
Can vermeye gücü yetmez kimsenin,
Kâinat denilen dev değirmenin,
Suyu nerden gelir farkında mısın?
Yıldızlar bir adım yolundan şaşmaz,
Dağlar haddin bilir, denizler şaşmaz,
Karıncanın yükü, boyunu aşmaz,
Bunca dengelerin farkında mısın?"
Böylece devam eden şiir birbirinden güzel yirmi dörtlükten meydana geliyor. "Farkında mısın?" redifli şiirin birkaç dörtlüğünün redifleri şöyle:
"Bunca dengelerin farkında mısın?
Beyni kim yönetir farkında mısın?
Ekmeden biçen yok, farkında mısın?
Ölüm kavuşmaktır, farkında mısın?
Elin, kolun varmış, farkında mısın?
Gören gözün varmış, farkında mısın?"
Gerçekten farkında mıyız? Ali hocamın bu şiiri okutmaktaki amacı ise, öğrenciye sahip olduklarının farkına vardırmak olmalı herhâlde. Mesele de zaten o değil mi? Sahibi olduklarımızın farkına varabilsek, mesele anlaşılıyor. Bir yazımıza konu etmiştik. "Vücudumuzu uzaktan seyrediyoruz" diye. Belki de onun için farkında değiliz. Göz kapaklarınızın idaresi, bir gün bize verilse bu yükün ağırlığını anlayacağız, farkında olacağız belki.
Evet dostlar, bu yazıyı bir örnek olsun diye yazmış olduk. "Usve-i hasene" olan bir peygamberin ümmeti, onun davasını asrımıza üfleyen bir üstadın talebesiyiz. Büyük yük var omuzlarımızda. Unutmayalım.
Selam ve dua ile.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.