Ahmet NAS
Bir mühendislik projesi olarak İslamcılık
İslamcılığı eş anlamlısı olan ‘İslami uyanış’tan ayırd ederek incelemek önemlidir. Zira her ikisinin de çıkışı aynı döneme rastlamaktadır. Mutlaka bir öncelik vermek gerekirse, İslami uyanışın İslamcılığı kışkırttığını söyleyebiliriz. Yaklaşık 1800'lü yılların başlarında Müslümanlar asında yaşanan İslami uyanış, yüzyıllardır yaşayan cehalete, uyuşukluğa karşı batının tasallutuyla oluşan bir İslamı yeniden keşfetme arayışıdır. Oysa islamcılık, batının tasallutuna karşı, batının batıl silahlarını da kullanarak cevap verme arayışıdır.
İslamın batıyla mukayeseli bir biçimde yeniden okunması gerekir. Batı felsefesinin ve bu arada Hıristiyanlığın, batı teknolojisini doğurduğu, buna karşılık İslamın da kendi dinamiklerine uygun bir medeniyet projesi olması gerektiği şeklinde özetlenebilecek bir ideolojik hareket başlamıştır. Oysa ki, batı rönesansını tahrik eden, Hıristiyanlığın kendisi değil, akıl, akılcılık ve felsefedir.
Eğer batı rönesansını tahrik eden akılcılık ve felsefeyi, İslam düşüncesinde yapmaya çalışırsanız, bundan doğacak hareket, bir tür yeni mu’tezili bir anlayış olacaktır. İşte bu yeni mu’tezili anlayış, modernizmin de silahları ile kuşanmış olan ideolojik ve siyasi bir islam anlayışı olacaktır. Ve bu hareket batıya karşı olmasına rağmen, batıdan etkilenerek zaman zaman batının silahlarını kullanagelmiştir.
Felsefi alt yapısıyla, mu'tezili duruşuyla, siyasi niteliğiyle, toplumcu düşünce tarzıyla İslamcılık kavramı, 'İslamiyet'ten farklılaşmaktadır. İslam düşünce tarihi, geleneğin, felsefe ile mücadelesine sahne olmaktadır. Halbuki, bu yeni üretim (islamcılık), felsefe ile barışık ve hatta yer yer onun metodlarını kullanmaktadır. İlk islamcılar olarak bilinen Muhammed Abduh, Cemaleddin Efgani ve bunların öğrencilerinin, felsefeyi bir metod olarak kullanması islamcılığın bir çelişkisidir.
Bir başka çelişki, batı karşıtlığında kendisini göstermektedir. İslamcılar tarafından batının kategorik olarak reddedilmesi, batıdan gelen her türlü fikir ve ürünün reddedilmesi sonucunu doğurmuştur. Örnek olarak buzdolabı, bir batı ürünü olduğu için, batı felsefesinin kötülüklerini de içinde barındırmaktadır ve bu yüzden (teorik olarak) kullanılmamalıdır. Oysaki, aynı islamcılar, ‘batının silahı ile silahlanmayı’ ‘düşmanın silahıyla silahlanmak’ olarak anlamış ve hem batıya karşı durmak, hem de batının modern silahlarına ulaşmayı hedeflerine koymuşlardır.
Abbasi Halifesi Me’mun döneminde eski Yunan eserlerinin Arapçaya çevrilmesinden sonra, akılcılık ve felsefenin Müslümanlaştırılması, Mu’tezileyi, bir itikadi mezhep olmaktan çıkarmıştır. Mu’tezile bu tarihten itibaren, tarihte ‘İslam felsefesi’ne dönüşmüş ve müntesipleri de ‘İslam hükeması’na dönüşmüştür. İslamcıların, İslam hukemasına olan aşkı, bu akılcılık ve felsefe dolayısıyledir. Bu felsefe, ‘batının silahı ile silahlanan’ modern bir bakış açısı ile birleşince, ortaya modern ve ideolojik bir bakış açısı çıkmıştır.
Bu itibarla, Ali Bulaç’ın İslamcılığı, Eş’ariye kadar götürmesi, modern olanın, klasik ile meşrulaştırma çabasıdır. Eş’ari’nin ‘İslamiyyun’u ‘ehl-i islam’ olarak okumak mümkün iken, bunu ideolojik bir okumaya tabi tutup ‘islamcılık’ biçiminde anlamak da modernist bir tutumdur.
‘İslamcılık’, davadır; ideolojidir; ‘öteki’ne duyulan tepkidir; muharrik-i bizzat değil; muharrik-i bilgayrdır. Ve özünde siyaseti ve tarafgirliği barındırır.Hakk yerine, Müslüman tarafgirliğini savunur. Mesela, Risale-i Nur mesleği ile mukayese etmemiz gerekirse, Risale-i nur mesleği, ‘dava değil, dava içinde bürhan’ iken, ‘islamcılık, bir davadır.’
İsmail Kara ve Dücane Cündioğlu, ‘her müslüman, islamcı değil’ manasına gelebilecek sözler sarfetmişlerdir. Bu ‘islamcılık’ın, bir ideoloji olduğunun kabulüdür. Ve İsmail Kara, bir taraftan Bediüzzaman’ı ‘modernist’ diye tanımlarken, öte yandan modernizmin kargaşasına kendisi kapılmaktadır. Zira islamcılık, çok açık bir şekilde modernist bir ideolojidir.
Osmanlı Devletinin son dönem Osmanlı/İslam aydınları, kendilerini İslamcı diye nitelememişlerdir ve bu kullanım muhtemelen daha sonraki yazarların bir kullanım biçimidir. Osmanlı son döneminin kullanım biçimi, 'İslamlaşma'dır. Bu, islami duyarlığın artması ve islami uyanışı ifade etmektedir.
İslamcılığı kullananlar arasında da, farklı anlamlarda kullanıma rastlanmaktadır. Sözgelimi, T.Z. Tunaya İslamiyetten bahsederken 'İslamlık'ı kullanmaktadır. İslamın asli prensiplerine dönüşü arzulayan son dönem İslam/Osmanlı aydınını ise İslamcı diye tarif etmektedir.
Said Halim Paşa, İslamlaşma'yı muhtemelen islami uyanış olarak anlamıştır. Tunaya ise, ‘siyasal islam’ biçiminde anlamıştır. ‘Müslümanların tek tek hayatlarını düzenlemek isteyen dar yorumlanmış İslamcılık’ ile‘toplulukların, milletlerin, devletlerin kurutuluşunu arzu eden ve onlara yol gösteren İslamcılık’ her ikisi de rasyonalisttir ve modernisttir.
Burada asıl önemli olan, İslamcıların fikirlerinde bir homojenliğin olmayışıdır. Yani İslamcılar ‘şöyle düşünüyor’ dendiğinde, sadece bunu söyleyenle bağlı sayabiliriz. Hatta, hiç modernist olmayan, devletçi olan-devletçi olmayan, batıcı olan-batıcı olmayan gibi ayırımlar bile yapılabilmektedir.
Yukarıdaki ayırımların önemi, aktüel İslami bakışaçılarının rengini bize vermektedir. Bu gün bir batıcı/kemalist, 'İslamcı' dediğinde namaz kılan bütün Müslümanları kastetmektedir. Devletçi-İslamcı bir söylem, devleti dini esaslara dayandırma amacıyla devleti yıkacak ve şer’i bir yönetime dönüştürecek bir örgütsel yapıyı kastetmektedir. İslamın, yeni bir tecdit hareketine evrilmesi gerektiğini düşünen birisi için, sıradan bir müslümanın 'İslamcı' tabirinden anladığı, İdeolojik bir İslami düşüncesi olan elitistir. Bu yazı, ideolojik hiç bir kaygı gütmeden hazırlandığı için sonuncu kategoriye örnek teşkil edebilir.
Bediüzzaman’ın batı medeniyeti ile İslam medeniyetini karşılaştırırken, bunları kategorik olarak bir birinden ayırması önemlidir. Bu karşılaştırmaları, 25. Söze havale edip, sadece orada islam medeniyeti ile batı medeniyeti arasındaki metodik farklılıklara baktığımızda, ‘islamcılık’ düşüncesinin nerede durduğunu rahatça görebilmekteyiz.
Bediüzzaman’ı bu asrın en büyük mütefekkirleri arasına yerleştiren islamcıların bu genel ifadeler yerine, risale-i nurları daha derin bir şekilde mütalaa etmesine ihtiyaç bulunmaktadır. 20. ve 21. yüzyıl islam düşüncesini risale-i nursuz bir şekilde değerlendirmek ifrat ve tefrit yollarına savurulma riskini de beraberinde getirmektedir. Zira bu zamanda artık ‘ümmeten wasatan’ın en önemli bir örneği, Risale-i Nurdur.
Burada islamcılığı bir proje olarak, bir toplumsal mühendislik projesi olarak değerlendirmek mümkündür. Gerek Osmanlı’nın son döneminde, gerekse bu gün, toplum mühendisliğin çok revaçta olduğunu görmekteyiz. Bu projelerin birçoğu 'toplum'u kurtarmak için üretilmiştir/üretilmektedir. Bireyi yedeğine alan, birçok projede, toplum, ulus ve devlet eksenli yaklaşımlar sergilenmektedir.
Gerçi Ali Bulaç, ‘sivil bir islamcılık’ öngörmektedir. Ancak, Bulaç’ın, bu sivillik düzeyine erişebilmesi için, 20. Yüzyılın geçmesi ve 21.yüzyılın küreselleşme ve internet çağının bütün nimetlerinin ortaya çıkması gerekiyordu. ‘Sivillik’ vurgusu, genel olarak islamcıların vurgusu değildi. Ancak Ali Bulaç ve benzer düşünce adamlarının, devletin istibdadından çok çekilmesinden dolayı, vurguladıkları çiçeği burnunda bir kavramdır.
‘Sivil İslamcılık’, ulus-devletin muzahrefatından kendisini arındıran bir ‘sivil islam’ olacaksa, sonundaki ‘cılık’a hiç ihtiyaç kalmayacaktır.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.