Bir Taş Yerine Bir Çiçek

M. Burak Tunay

Anadolu’nun yemyeşil dağlarının eteğinde kurulmuş küçük bir köyde Ahmet adında bir çocuk yaşardı. Ahmet’in adı, köyde hemen herkesin dilindeydi. Ahmet aşağı, Ahmet yukarı, Ahmet geldi, Ahmet gitti. Aslında zekâsıyla öğretmenlerini gururlandıran bir çocuktu ama aynı zamanda yaramazlıklarıyla da gerek arkadaşlarını gerek öğretmenlerini canından bezdirirdi. Canı sıkıldığında yaptığı şakalar bazen kalp kırar, taş atıp korkuttuğu küçük hayvanlar ise köydeki herkesin tepkisini çekerdi. Ancak Ahmet, yaptıklarının kötü olduğunu ve durumun ciddiyetini henüz kavrayamıyordu.

Bir gün, can sıkıntısıyla köyün kenarındaki ormana doğru yürümeye karar verdi. Ormanda dolaşırken sık sık köydekilerin hikâyelerini anlattığı yaşlı ve bilge bir adama rastladı. Onu görenler, bazen Hızır Aleyhisselam’a benzetir, onun gibi yol gösteren bir kimse olduğuna inanırlardı. Bilge kişi, Ahmet’i görünce gülümsedi ve sordu:

“Evlat, burada ne yapıyorsun?”

Ahmet:
“Canım sıkılıyor amca. Biraz eğlenmek için dolaşıyorum.”

Bu sırada yerde bir taş gördü ve alıp fırlatmaya niyetlendi. Fakat taş daha elindeyken, bilge adam hafifçe elini kaldırarak durmasını işaret etti.

“Evlat,” dedi bilge kişi, Ahmet’in gözlerinin içine bakarak, “bu taşı ne diye fırlatacaksın sen ?”

Ahmet omuz silkerek cevap verdi: “Artık kime denk gelirse, amca. Taş atmak bir zarar vermez ki. Ben taş atıyorum diye yeryüzünde taş bitecek değil ya! ”

Bilge adam, yavaşça Ahmet’in elindeki taşı aldı ve yere bıraktı. Sonra bir ağacın gölgesine oturup Ahmet’i de yanına çağırdı.

“Bak evlat,” dedi usulca, “Bu dünya bir misafirhanedir. Misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etmek lazımdır. Bugün bir hayvana taş atarsın, yarın aynı taş sana bir başka şekilde döner. Ama elindeki taşı bir çiçeğe çevirirsen, o çiçek sana her zaman gülümseyerek döner.”

Ahmet, bilge adamın sözlerinden etkilenmişti ama hâlâ anlamakta zorlanıyordu. Bilge kişi, Ahmet’in düşünmesine yardımcı olmak için bir hikâye anlatmaya karar verdi:

“Bir gün, bir bahçıvan bahçesindeki güllerin en güzellerini koparıp yoldan geçenlere dağıtır. Komşusu ona sorar: ‘Neden güllerini başkalarına veriyorsun? Kendine saklasan daha iyi olmaz mı?’ Bahçıvan gülümseyerek cevap verir: ‘Benim için mutluluk, çevremdeki insanların da mutlu olabilmesini sağlamaktır. Eğer çevremdeki insanlar mutlu olursa, dünya daha yaşanılası bir yer olur.’”

Ahmet, bilge kişinin anlattıklarını dinledikçe içinden bir şeylerin değiştiğini hissediyordu. O günden sonra, taş yerine çiçek toplamayı ve arkadaşlarına kötü şakalar yapmak, küfretmek yerine güzel sözler söylemeyi denemeye başladı. İlk başta bunu yadırgayan köylüler, zamanla onun değişimini fark ettiler. Ahmet artık sadece zekâsıyla değil, aynı zamanda ahlakıyla da herkesin sevdiği bir çocuk haline gelmişti.

Yıllar sonra Ahmet, çocuklarına bu hikâyeyi anlatırken şöyle dedi:
“O zaman o Bilge kişi bana bir öğüt verdi: ‘İyilik sadece başkalarını mutlu etmekle kalmaz, insanın kendi kalbine de huzur verir.’ O günden sonra daha iyi anladım. “Ne ekersen, onu biçersin” atasözünün sırrıyla; iyilik tohumu eken, hasat vaktinde huzura ulaşır.”

Bu hikâyeden şöyle bir ders çıkarabiliriz:

Kimseye elimizle zarar vermemeli, dilimizle kimseyi incitmemeliyiz. Yunus Emre’nin dediği gibi dövene elsiz, sövene dilsiz olmalı, eğer bir gönlü kırıp incittiysek kıldığımız namazın olmadığını bilmeliyiz. Çünkü Peygamberimizin (asm) buyurduğu üzere “Müslüman, elinden ve dilinden emin olunan kişidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.