Emrullah BEYTAR
Birbiriyle barışık olmayan iki kavram: İslam ve milliyetçilik
Birbiriyle barışık olmayan iki kavram: İslam ve milliyetçilik
Teknik anlamda milliyetçiliğin Fransız devriminden sonra ortaya çıktığı hususunda ortalama bir mutabakata varılmışsa da milliyetçiliğin sosyolojik tanımı üzerinde mutabakata varıldığını söylemek güçtür. Avrupa da milliyetçiliğin altın yılının 19. yy olduğunu söylemek mümkündür. O dönem Avrupasında iki din vardır. Felsefi din pozitivizim, ideolojik din ise milliyetçiliktir. 20 yüzyılın ilk yarısında milliyetçilik özellikle İtalya, Almanya, Portekiz gibi batı ülkeleri ile uzakdoğunun Japonya’sında doruk noktaya ulaşmıştı. Bu süreç ikinci dünya savaşının bitimine kadar devam etmiş. Bu tarihten sonra batıda milliyetçilik hareketlerin hızı yavaşlarken üçüncü dünya ülkelerinde bilhassa İslam toplumların yaşadığı ülkelerde milliyetçilik dini motivlerden büyük ölçüde yararlanarak filizlenmeye başlamıştır. Bu ülkelerin sömürgecilere karşı vermiş olduğu bağımsızlık mücadelelerinde başarılı olmalarında din motivli milliyetçiliğin katkısı büyük olmuştur. Böyle bir mücadelede halkı motive eden dini motivler olmuştur. Sömürgeciler kendi menfaatlerini daimi kılmak için zamanla bir denge politikası da geliştirmişlerdir. Bundan dolayı bazen Milliyetçi hareketlere karşı dini hareketleri, bazen de dini hareketlere karşı milliyetçi hareketleri destekleme ihtiyacı hissetmişlerdir. Dünya İslam Birliği ve İslam Konferansı gibi teşkilatlar bu denge politiakaları çerçevesinde kurulmuştur.
Yezid'le Oluşan Damar
İslam dininin en önemli kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde millet kavramı vurgulanarak dile getirilmiştir. Bu kelimenin geçtiği ayetin bir öncesi ve bir sonrasıyla birlikte okuduğumuzda millet kavramıyla vurgulanmak istenilenin din birlikteliği olan topluluklar olduğu çok rahat bir şekilde anlaşılacaktır. İslam dininin bu önemli kaynağında bugün sosyolojik anlamda kullanılan millet/ırk kavramının yerine kabile ve kavim kavramlarının kullanıldığını görmekteyiz. (Hucurat süresi ayet 13) İslam öğretisine göre Kur’an ayetlerinin ilk muhatabı ve Kur’anı en güzel şekilde anlayıp uygulamış olan Hz. Muhammed (s.a.v)‘in de millet kavramını din birlikteliği olan topluluklar için kullanmış, etnisite içinde kavim ve ırk tabirlerini kullandığını onun sözlerinden anlamak mümkündür.
Kur’an ve onunun ilk muhatabı Muhammed-i Arabi (s.a.v) kullanmış olduğu millet kavramı ile bugün tedavülde bulunulan milliyetçilik kavramlarının birbiriyle bağlantılı olmadığı açıktır. 20.Yüzyılın başlarında Osmanlı aydınları millet ve milliyetçilik kavramlarını ırki anlamda Türk ve Türk milliyetçiliğine tahvil etmeye çalışılırken, Osmanlı ulemasının bir kısmı millet ve milliyetçiliği tamamen reddederken, içlerinde Said-i Nursi'nin bulunduğu bir kısım ulema ise milliyetçiliğin bir bulaşıcı hastalık olduğu şerhini koyduktan sonra milliyetçiliğin insan psikolojisi açısında değerlendirerek olayın duygusal yönünü kabul ederek buna müspet bir mecra bulmaya gayret göstermişlerdir.
Said-i Nursi, özgürlük kahramanı Hz. Hüseyin ile Yezid’in mücadelesinin esas sebebinin millet (ümmetçilik) ile milliyetçiliğin çarpışması olduğunu zikreder. İslam’ın temel kaynaklarında olmayan ve Nursi’nin bulaşıcı bir hastalık olarak nitelendirdiği din motifli milliyetçiliğin başlangıç tarihi olarak o tarihi işaret eder. Said-i Nursi Yezid’den beri var olan bu bulaşıcı hastalığın zaman zaman kendi hissettirdiğini söyler. Bundan dolayı hareketini Hz. Hasan ve Hüseyin'e nispet eder. Yezid’in Kerbala'da galip gelmesi ve Moğolların Bağdat’taki meşhur kütüphaneleri yakmasıyla beraber aslında Kur’an'ın şiddetle reddettiği birçok yasaklar din süsü verilerek meşrulaştırılmaya çalışılmıştır. Bu meşrulaştırılmış yasakların başında da ne acıdır ki; Kur’an’ın ve onun ilk muhatabının şiddetle karşı çıktığı ve Nursi’nin bulaşıcı hastalık olarak nitelendirdiği milliyetçilik gelmektedir.
Tanıma ve dayanışmanın yerini inkar alınca
Hucurat süresi onüçüncü ayetinde yaratıcının insanları farklı renk, dil, kabile ve kavimlerden yaratmasının sebebini veya hikmetini tanıma, dayanışma, yardımlaşma şeklinde açıklamış ve hemen arkasında insanların düşebileceği muhtemel hataları da zikrederek insanları açık bir dille uyarmıştır. Ama ne acıdır ki Emevilikle başlamış bulunan din motifli milliyetçilik hastalığına düçar zihinler bu farklılıkları inkarla bastırmaya veya farklılığı husumet ve düşmanlık sebebi olarak görmüşlerdir. Bu inkar anlayışının son yüzyılda en belirgin bir şekilde bu topraklarda görülmüştür. Tanıma, dayanışma, kaynaşma amaçlı olarak farklı ırk ve dillerde yaratılan insanlar son asırda olduğu gibi tarihin birçok döneminde birbirlerini inkar ederek veya birbirlerine düşmanlık besleyerek yaratıcının hikmetli iradesine mukabele etmişlerdir. Dünyanın bir çok yerinde olduğu gibi Türkiye de son çeyrek asırda yaşanılan ve birçok insanın ocağına ateş düşüren çatışmanın önemli sebeplerinden birisi de milliyetçilik kaynaklı inkar politikasıdır. Bu inkar politikası merkezci seçkin elitler tarafından başlatıldığı/yürütüldüğü söylenilirse de bu politikaya alet olan veya açıktan destek veren çok cüsseli Müslümanlar ve kanaat önderleri de yok değildi. Allah’ın rızasını kazanayım derken Allahın iradesine karşı olan uygulamaya bilinçli veya bilinçsiz destek verildiğini son çeyrek asırda yaşanılanları hatırlayanlar çok iyi bildikleri düşüncesindeyim. Son günlerde Mazlumder Diyarbakır Şubesince başlatılan “andımız” kampanyasına karşı çıkan dindar insan sayısı azımsanacak bir sayıda değildi. Bu olay bile başlı başına din motivli milliyetçiliğin zihnimizin bir köşesinde nasıl yer bulduğunu ortaya koymamıza yetmektedir. Andımızda geçen her cümlenin Allahın ayetleriyle ve insan fıtratıyla çeliştiğini az çok Kur’an okumuş herkesin rahatlıkla tespit edeceği bir durumdur. Hal böyle olmasına rağmen insanların hangi din anlayışı ile bunu sahiplendikleri noktasında net bir açıklama yapamamaktadır. Milliyetçi birinin “andımızı” sahiplenmesini anlarım ama dindar bir müslümanın “Andımızı” hangi saikle sahipleneceğini anlamaktan zorluk çekenlerden birisiyim.
Said-i Nursi, genç cumhuriyetin ilk yıllarında şöyle bir tespit yapmıştır. Milliyetçilik ve ırkçılığın çok ileri boyutta ulaştığını zikrettikten sonra bunun sebepleri üzerinde durur. Avrupa'nın bir kısım zalimlerinin dessas bir şekilde Ortadoğu toplumları üzerinde menfi bir şekilde uyguladığı bir politika olduğunu söyledikten sonra milliyetçiliğin psikolojik sebeplerini zikreder. Nursi'ye göre milliyetçilikte; nefsin hoşuna giden bir zevk, gafletkarene bir lezzet, uğursuzluk ve kötülük getiren bir kuvvet vardır. Bundan dolayı bu dönemde yaşayan insanlara milliyetçilik yapmayın demenin hastalığa çare ulamayacağı görüşü savunur. Nursi'ye göre bulaşıcı hastalık nevinden olan milliyetçilik başka milletleri yutmakla/asimile etmekle beslenir. Diğer milletlere adavet/düşmanlık ederek hayatını sürdürmeye çalışır, uyanık davranırlar. Bu tür bir milliyetçilik anlayışı sürekli karışıklık ve kargaşanın yaşanmasını beraberinde getirir. Milliyetçiliğin bizzat kendisi adalet ve hakkı takip etmediğinden farklı ırklara zulmeder, adalet üzerinden gitmez. Çünkü milliyetçi bir hakim sürekli ırkdaşını tercih ederek adaletten uzaklaşır.
Adalet Milliyetçiliğin Panzehiridir
Kur’an neyi emreder sorusuna dört kelimeyle cevaplamaya kalkışırsam tıpkı Said-i Nursi gibi bu kelimelerden birinin adalet olduğunu söylerdim. Birçok İslam alimlerin tespit ettiği gibi Said-i Nursi de Kur’anın dört ana unsurdan birisinin adalet ve ibadet olduğunu zikreder. Hayatın tamamını ibadet olarak algılayan Nursi, adaletten yoksun bir ibadettin ibadet olamayacağını söyler. Yaratıcının tüm insanlar için önemli bulduğu dört kavramdan biri olan Kur’an-i adalet, milliyetçiliğin panzehiri olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Çünkü ilah-i adalette göre dünyada imtiyazlı sınıf yoktur. Dünyevi ilişkilerde Şah ve geda birdir. Bir grubun veya zümrenin değil umumun hukuku gözetilmesi esastır. Milliyetçiliğin bizzatihi kendisinin hak ve adalet talep etme gibi bir gayesi bulunmamaktadır. Milliyetçilik beraberinde imtiyaz ve ayrıcalıkları getirmektedir. Başka ırkları asimile ederek hayatını sürdürmek isteyen milliyetçilerin sözlerine baktığımızda kendi kavimleri için sürekli eşitlik yerine imtiyaz/ayrıcalık istediklerini görmekteyiz. İslam ise Habeşli bir köle ile Kureyşli bir efendi arasında bir fark görmez ve milliyetçiliği cehaletin bir göstergesi olarak görür ve reddeder. Milliyetçi topluluklar kendi hayatlarının sürekliliğini başka kavimlerin ortadan kaldırılmasına bağladıklarından dolayı insan fıtratına aykırı olan birçok hareket ve yöntem bunlarda mübah sayılmaktadır.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.