Senai DEMİRCİ

Senai DEMİRCİ

Biz dersimize bakalım…

Tecdid, Risale-i Nur’un kalp atışlarına kulak verenin ilk duyumsadığı gerçektir. Risale-i Nur’un ayetle kurduğu ilişki, klasik tefsirlerin kurduğu ilişkiden ayrı bir niteliktedir. Kendisi de tefsir (İşaratül İ’caz) yazmış olan Said Nursi, meselâ “besmele”yi anlatışnı, Birinci Söz’ü yazmaya başladığında bambaşka üsluba taşır. İşaratül İ’caz’daki Fatiha yaklaşımı da, Onbirinci Söz’de, Elhüccetüzzehra’da, “Nûn-u n’abudu” bahsinde bambaşka bir hal alır. Birinci Söz’le kristalleşen Risale üslubu, vahiy nehrini seyrettirmekten öte geçer, muhatabını vahiy nehrinin içine katar. Bakış, akışa inkılab eder.

Birinci Söz’deki sıcak akış, Said Nursi’yi artık bir “din âlimi” olarak değil, hatta “âlim” olarak da değil, vahyin gerçeği ile yüzleşen bir insan teki olarak resmeder. İnsanın kâinat kitabıyla, Kur’ân’la yüzleşmesinin kayıtlarını okuruz Risale-i Nur’da. Satır aralarında olağanüstü bir empatinin dokunuşuyla titreriz. İç sesimizin tercümanı olur Risale-i Nur. Fıtratımızın gizli sancılarına dil olur. Suskunluklarımızı sesimize taşırır, unuttuğumuz âh’larımızın diliyle konuşur.

Birinci Söz, “Bismillah” demenin, olma karşılığına çağırır muhatabını. Zira her deme, bir olmaya borçlu çıkarır insanı. Misal, “ben berberim” demenin karşılığı berber olmak, adamı adam gibi tıraş edebilmektir. Bu olmanın hakkını veremeyen, “berberim!” demeye yeltenmez. Yoksa “ey iman etmekte olanlar, neden yapmadığınızı söylüyorsunuz?” [Saf, 2] sitemine muhatap oluruz. Allah’ın dediğince akmanın, hareket etmenin hakkını verememiş oluruz. Şuurlu ve fiilî tesbihi gerçekleştirememiş oluruz.

Said Nursi’nin “deme”lerden “olma”lara doğru çağıran üslubu yenidir; kelimenin tam anlamıyla şaşırtıcıdır, sürprizdir, kırılmadır. Nakil geleneğinin bıraktığı tozları süpürürken, vahye ilk muhatap olma anının çıplak ve tanımsız heyecanına taşır bizi. Asıl geleneği ihya eder. Kur’ân’ın elmas kılıncına saykal vurur. Tefsir diye yazılan kitapların, zaman içinde saydamlığını kaybetmesine karşı ustaca bir yaklaşım sergiler. Adeta kataraktlaşan tefsirin merceğini yeniler.

Nasıl yapar bunu Said Nursi? İçimizdeki çelişkileri gün yüzüne çıkararak. Karşımıza kendimizi seyredeceğimiz saf aynalar koyarak. Temsil dürbünüyle. Mesel haritasıyla. Misal: Birinci Söz’ün iki adamından “mağrur” olanı aldanmıştır, kendisini kendisine yakışmayan bir yere koymuştur. Aciz olduğu halde, kadir sanır kendini. Fakir olduğu halde, ihtiyaçlarını karşılayabilir zannındadır. Bu aldanış, onu zelil ve rezil eder. Daima titrer, daima dilencilik eder. Mutevazı’ olanı ise kendini doğru yere vazeeder. Aczine ve fakrına karşı, bir Kadir-i Rahim’in dergâhına iltica eder. “Tevazu”, Arapça’da “konuşlandırmak/yerleştirmek” anlamındaki “vazetmek”le aynı kökten gelir. Mutevazı’ olan adam doğru yerde durur. İki adamın meseli, önümüze bir karar sorumluluğu koyar. Zira temsilin aynasında görünen başkası değil; bizizdir; biz…

Bir sınavın ortasında buluruz kendimizi. Acemi ve şaşkın halimize döneriz. Düşebilir ve şaşabilir olduğumuzu fark ederiz. Birinci Söz, vahiy karşısında insanı, sürekli titreyen, tahayyürde kalan acemi duruşuyla yakalar, fotoğraflar.  Bismillah’ın gerçeği ile amatör bir insan olarak yüzleşiriz. Besmele’nin profesyoneli değiliz. ‘Bismillah’ı anlamanın uzmanı değiliz. Mağrur/mutevazı’ kavşağındayız; bıçak sırtındayız artık. Çetin bir seyrisüluk yolculuğuna başlarız. Çünkü “Bismillah” demekle bitmiyor işimiz; Bismillah diyen olmayı hak edecek bir halle hallenmemiz gerekiyor.

“Bismillah” demenin olma karşılığı tevazudur;  bu her başlamada geçerlidir. Her hareketin eşiğinde Bismillah demenin hakkını vermekle sınanırız. Her teşebbüste, ağzımızı açıp konuşmak isterken de, adımımızı atıp bir odaya girmek isterken de, gözümüzü açıp bir rengi görmek isterken de, dudağımıza bir yudum suyu alırken de, bize ait olmayan bir alanda, “dünya çölü”nde, aciz ve fakir olarak hareket ediyoruz. Her başlamada, “Allah’ın ismiyle” demeyi zaruri kılan, “izin verir misin Allah’ım!” demeyi ihtiyaca ve iştiyaka dönüştüren bir gerçekliği hatırlatır bize Said Nursi.

Birinci Söz’ün "Bismillah her hayrın başıdır. Biz dahi başta ona başlarız." diye başlamasının anlamlarından biri de bu olmalıdır. Said Nursî, "[bismillah]la başlarız" yerine "[bismillah]a başlarız" derken, insanın Kur'ân karşısındaki duruşunu kaydeder. Zira Risale-i Nur, vahyi kıyıdan seyrederek tanımlamaya kalkan bir bilgilendirme eğitimi yapmak yerine, okuyucusuna vahyi yaşamayı teklif eder. Vahyin anlamına lügatten değil hayattan karşılık ister. Her bir vahiy kelimesinin içini, yaşayarak doldurmayı, duyumsayarak fark etmeyi teklif eder.

Vahye çerçeve çizmeye kalkmaz, vahyin anlam göğünün altına çağırır bizi. Vahiy göğünün altında beklenmedik yağmurlarda ıslanmaya hazırlar bizi. Sürpriz rüzgârlara açar göğsümüzü. Umulmadık gün doğumlarına, sürpriz gün batımlarına şahitlik etmeye çağırır. Vahyi dondurarak tanımlamaya çalışmak yerine, vahyin diri akışına dâhil eder aklımızı. Alışkanlıktan akışkanlığa taşır insanı. Damar içindeki kan gibi ele avuca sığmaz bir gerilim içinde bırakır. Bu yüzden Risale’nin hiçbir bahsi bitmez, sadece bir süreliğine geri çekiliriz. Hep yeni baştan dönmek üzere, “lâ ilme lenâ…” deriz. Her vakit yeniden başlamak üzere, “biz bilmeyiz” edebinin eşiğine baş koyarız. Bu yaklaşım tefsir değildir; tefsir ötesidir. Bu yürüyüş, tefsir kelimesinin içine sığmaz. Tefsir kelimesinin gömleği Risale-i Nur’un yaptığı işi anlatamaz; dar gelir. Gömleği yırtıp atar.

Tam da burada hatırlatmak gerek ki, bir Nur talebesi, meselâ Âdiyat Suresi’nin nefes nefese koşusunu, kıvılcımlar çıkaran vuruşunu atlara ve develere havale eden, dışarıdan bir hareket olarak seyrettiren üslubu tekrarlamaz. Filleri failsiz zikreden, sıfatları hızlı hareket eden bir fırça gibi aklımıza çaldıkça çalan asil telaşa, yüksek koşuya, duygularında bir karşılık arar. Risale’den aldığı dersle bilir ki, Kur’ân’ın ağzımıza koyduğu, nefesimize doladığı, sesimize taşıdığı her demenin, bir olma karşılığı vardır. Onbir ayetlik Âdiyat vuruşu, içimizdeki bir damarın atımını haber veriyor olmalıdır. “İç dışa, dış içe bir çevrilsek…” demelerden yola çıkarak, özgün bir yürüyüş başlatır Nur talebesi, vahiy karşısında. “Bismillah”ı denilen şey olmaktan, olunan hal olmaya doğru anlatmak üzere yazılan bir eserin muhatabı, Âdiyat’ın at ve deveye hamledilen yorumlarını aşmak ister. Tekrarlara bağlanmaz. Bir gün doğumu heyecanı yaşamak isteyen, yüzlerce yıl önce yapılan bir gün doğumu tasvirlerini değerli görür ama bu sabahki gün doğumuna doğrudan muhatap olma seçeneğini iptal etmez, ertelemez. Duha Suresi, bir gün doğumu kadar tazelenir ve yeni muhatabiyetleri hak eder.  Dersimiz ne tekrardır ne ezber; dersimiz hep yeniden başlamak, hep yeni kalmak…

“Biz dâhi başta ona başlarız…”

Haksız mıyım ey azizler?

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
20 Yorum