Risale-i Nur gönül ve ruh işçiliğidir

Emirdağ Lahikası Müzakerelerinin 26. sından Notlar

Mart ayının 26. gününe tevafuk eden Emirdağ Lahikası Müzakerelerinin 26. sı hayli bereketli idi. Risale-i Nur’un kavramlarıyla ilgili küçük bir atölye çalışması da zihinlere heyecanlı bir hareket verdi. Kavramlarla düşünmeyi öğrenmek ve ana kavramlar ile yardımcı kavramların ayırdına varmak, ana fikri yakalamak ve gözden kaçırmamak çok daha net düşünmeye ve ara sokaklara sapmadan geniş caddede ilerlemeye fırsat vermesinden düşünce, fikir, akıl ve zaman israflarının önüne geçmenin güzel bir yolu.

Ömür sermayemiz az ve lüzumlu işler çok olmasından, iç (insanın içi ve memleketin içi) ve dış çalkantılı geçici gündemlerle aramıza adeta bir sedd-i zülkarneyn misal set kurarak (ki Risale-i Nur bunu yapıyor, öyle parlak ve istikbale matuf ve merakaver bir gündem önümüze koyuyor ki başka gündemlere bakmak ruha ağır gelip vicdanı tazib ediyor. Hem başka gündemlere bakmak aklı sarhoş ediyor.) Risale-i Nur’un hakaikine çalışmak en büyük çare olarak görülüyor. Hem dar daire için hem de geniş daireler için.

Lahika mektublarının tek tek tetkiki hamd olsun ki Bediüzzaman’ın ve has talebelerinin düşünce ve anlayış tarzlarına bizleri daha yaklaştırdı. Artık çok yüksek bir şahsın bizim anlayamayacağımız bir makamdan söylediği sözler değil sanki bizden birinin bize olan hitabı gibi mektublar anlaşılmaya başladı.

Elbette bu anlayış tarzının meyvedar olması, anlaşılan hakaikin tatbikine çalışmak iledir. Tatbiki ise hakikatlerin net kaideler şeklinde ortaya konmasını gerekli kılıyor.

Büyük insanları büyük hayalleri olduğu gibi Bediüzzaman’ın da büyük hayalleri vardır. Dikkate değer bir noktadır ki; hiçbir hayali için “istedim ama olmadı” dediğini de görmüyoruz. “Ben istedim, hayal ettim, siz yapacaksınız” diyerek hem müjde veriyor hem de bize ömür sermayesinin çekinmeden harcanacağı fevkalade bereketli bir gaye-i hayal veriyor.

Makbul ve tecrübe edilmiş Peygamber dualarını ederken hissettiğimiz ferahlık gibi, uğrunda çalışacağınız şey kat’iyen tahakkuk edecektir diye müjdeler de veriyor. İman ve Kur’an hakikatleri insaniyet âlemine hayat olacağını, Kur’an’ın sönmez ve söndürülemez bir nur olduğunu herkesin göreceğini, İstikbalin hâkiminin İslam olacağını müjdeliyor.

Bediüzzaman’ın pek çok müjdeler verdiği zamandan çok daha rahat bir zamandayız. Evet İslamların imtihan ve çeşitli yönlerden sıkı talimleri bitmemiştir fakat bu sürecin İslamların birliği ile netice vereceği umulur. Hatta Avrupa’nın da san’at, adalet ve hakkaniyete hizmet eden kısmı ile beraberlik bu sıkıntılı sürecin neticesi olsa gerek.

Müzakerelerden akılda kalan bazı hususları belirttikten sonra müzakere edilen mektublardan bazı notları ve yorumları paylaşalım:

  • Risale-i Nur gönül işçiliği ve ruh işçiliğidir. Maddi cihat değildir. Risale-i Nur’un cezbesi ile bir araya gelerek beraber çalışmaktır.
  • İhtiyat; ifade edilmesi gerekenleri ifade etmek, gerekmeyenleri ise ifade etmemektir. İhtiyatın bize verilen üç kuvve ile ilgili olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Kuvve-i gadabiye ile zarar verecekleri savmayı bilmek de bir ihtiyattır. Korkulması gerekenlerden korkup, korkulması gerekmeyenlerden korkmamak bir ihtiyattır. Kuvve-i şeheviyeyi vasat mertebesinde kullanarak (iffet) haddi aşmamak bir ihtiyattır. Mahrumiyetinde hayatımızın zarar göreceği şeyleri helal yollardan almak da bir ihtiyattır. Madem bu üç kuvvenin vasatı olan iffet şecaat ve hikmet sırat-ı müstakîm’i tarif ediyorlar, öyle ise sırat-ı müstakîmde kalmaya gayret etmek aynı zamanda ihtiyat etmektir.
  • Tevekkül de ihtiyattır. Vazifemizi hakkıyla yerine getirmek gayretinden sonra neticeler için bir hırsa kapılmamak ve neticenin bize ait olmadığı şuurunu taşımak da ihtiyattır. Çalışırken de bir neticeyi olmazsa olmaz bir hedef olarak düşünmemek sıkıntılara düşmemek için alınacak en güzel ihtiyatî tedbirlerdendir.
  • Nur talebelerinin bir araya gelmeleri fikir alışverişi için mühimdir. Her grubun kendi içinde sabit kaidelerle hizmet etmesi bir süre sonra Risale-i Nur’un tecdid ruhunu zedeleyebilmektedir. Daim tazelenme ve yenilenme için ise bize benzemeyen bizden farklı fikirleri olan fakat Risale-i Nur’u esas alan gruplarla fikir alışverişinde bulunmak ve teavün ve tesanüdü canlandırmak Nur dairesinde inkişaflara vesile olacaktır. Bunun Risale-i Nur cemaatleri tarafından önemsenmemesi ve “biz doğru anlıyoruz onlar yanlış” gibi Risale-i Nur’un mesleğinin reddettiği bir önyargı içine girilmesi çok mahrumiyetlere sebeb olmaktadır. En başta teavün ve tesanüdü zedelemektedir.
  • Hakiki meşvereti canlandırmak hayatımıza hayat katacaktır. Kendi fikrimizi dayatmak ve benimsetmenin ötesinde hakkı aramak için bir araya gelmeye ihtiyaç vardır.
  • Hakikat konuşunca nefsin desiseleri susar. Nefsi susturmanın en güzel yolu defaatle ona hakikati ihtar etmektir. Emirdağ Çiçeğinde Kurandaki tekraratın sırı lüzumu bunu îzah eder.
  • Bediüzzaman’ın sözleri tesirlidir. Bunun sebebi sözlerini hayatı boyu hiç bir şeye (menfaat, siyaset, şöhret, manevi makamlar, Cehennemden kurtulmak, yüksek manevi makamların sahibi olmak... ) âlet etmemesidir.
  • Maddi ve manevi menfaatleri için çok kelam sarf eden birinin hakikat namına sarf ettiği kelimeler israf mı olur? neticesiz mi kalır? Tesiri azalır mı?
  • Manevi kuvvete sebeb olan “maddi ve manevi feragat”tır.
  • İnsanın emanet-i kübra vazifesinin tahakkuku, çekirdek hükmündeki istidadının inkişafı iledir. Taallüm ile tekemmülün en büyük bir vazife olması da bunu teyid ediyor.
  • “Demokrasi”, “Şer’i Meşrutiyet” kavramını tam karşılamıyor. İkisinin karşılaştırılması Siyaset Bilimi alanında ciddi bir araştırma konusudur.
  • Bediüzzaman, daha kırk yaşlarına yakın iken diyor “Hem maddi hem manevi büyük bir zelzele-i içtimaî ve beşerî olacak. Benim dünya terki ile inzivamı ve mücerred kalmamı gıpta edecekler” diyordu[i]. Bu maddi zelzeleler herkesin malumudur manevi zelzelelerin ise vahim neticeleri göz ünündedir. Müfsit aletlerle çalışan ifsat komitelerinin faaliyetleri tevarüs eden imanî hisleri yandırmıştır. Böylece vicdan-ı umumi ve kalb-i küllî bozulmuş. Bu büyük yangını söndürmek ve büyük yaralara merhem olmak iman ve Kur’an hakikatleri ile mümkündür.
  • Van kal’asının yekpare taşı, belki de hakikî medreselerin son temsilcisi olan Horhor medresesi ile beraber Anadolu’da vefat eden ve öldürülen tüm medreselerin mezar taşı hükmündedir.
  • Bediüzzaman diyor ki: “Cismen dirilmemiş, fakat ruhen bâki ve geniş bir hey’ette yaşayan Medreset-üz-Zehra’yı cismanî bir surette bina ediniz. [ii]
  • Malumdur ki cesed ruha göre şekil alır 29. Söz’de îzah edildiğine binaen ceset ruhun hizmetkârıdır. Madde aslı değildir ki işler ona irca edilsin, emirler onun üstüne bina edilsin. Esas olan ruhtur. Ruh ki hayatın zatıdır, cismaniyet de onun hizmetkarıdır. Öyle ise madem Medreset-üz-Zehra’nın yaşayan hayatlı bir ruhu vardır öyle ise elbette cisim sadece onun hizmetkarı olup esas maksadına hizmet etmelidir. Maksadı aşan veya maksada münasib olmayan maddi yapılanmalar Medreset-üz-Zehra’nın ruhuna mesken olabilirler mi?
  • Bediüzzaman, Medreset-üz-Zehra talebelerine son vasiyetinde, maddi ve manevi her şeyden feragat mesleğinden ayrılmamalarını tavsiye etmiştir. Elbette Onunla alakadarlığı seviyesine göre kimileri bunu bir emir olarak da telakki edebilirler. Nebevî bir emir gibi ki, sadece hadislerde değil Ayetlerde de din hususunda bizden bir ücret istemeyenlere tâbi olmamız emredilmiştir. Bediüzzaman; Allah’ın emri ve Resulünün (asm) kavli ile sabit olan bu hakikati son vasiyetinde ehemmiyetle bildirmiştir. Nur talebelerinin dinde “emin” olarak görülmesini temin eden de bu düstura titizlikle riayet etmeleridir.
 

[i] Emirdağ Lahikası 2 erisale 82. Mektub, Envar N.s.112

[ii] Emirdağ lahikası 2, 82. Mektub, s111

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum