İdris TÜZÜN
Bu zamanda I’lâ-yi Kelimetullah maddeten terakkiye bağlıdır
1. Milletler Arası Yarış
Bir Japon’la, Amerikalı ormanda yürüyorlarmış. Çok uzaktan kendilerine doğru gelmekte olan bir aslanı görmüşler. Japon hemen eğilip ayakkabılarını bağlamaya başlamış. Amerikalı müstehzi bir edayla “Bu aslanı geçebileceğini mi sanıyorsun?” demiş. Japon “Hayır” demiş “Aslanı geçemem. Fakat seni geçebilirim.”
Günümüz dünyasında bütün ülkeler arasında, siyasi ve –bilhassa- iktisadî alanda kıyasıya bir yarış var. Geride kalan mahvoluyor ve canavarlar tarafından yeniliyor. Canavarlara lokma olmamak, ancak önlerde olmakla mümkün.
Kur’ân, Ümmeti Muhammed’e “Hayırlı işlerde (diğer ümmetlerle) yarışın!” (Bakara, 148, Maide, 48) buyruğuyla, bu yarışta en önlerde yerimizi almamızı emretmektedir.
Kur’ân’ın emrettiği ve mecbur olduğumuz bu yarışta şu an neredeyiz ve nerede olmalıydık?
2. Ekonomik Cihad
Kur’ân’ın çeşitli âyetlerinde mü’minler ehl-i küfre karşı “can ve mallarıyla” cihad etmekle emrolunmuşlardır. Mesela Sâf Sûresi’nde şöyle buyrulur:
“Ey iman edenler! Sizi elemli bir azaptan kurtaracak bir ticareti göstereyim mi? Allah’a ve Resûlüne iman edip Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihad edersiniz. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.” (Saf, 9, 11)
Kur’ân’ın “mal ile cihad” emri diğer ifadeyle “ekonomik savaş” günümüzde, “bedenen yapılan cihad”dan daha büyük bir önem arz etmektedir. (1) Bu gün adeta her şeyi belirleyen iktisadî faaliyetler ve iktisadî dengeler, Müslümanların da, bu ortamda aktif bir rol üstlenmelerini zaruri kılmaktadır. “Olmak” ve “ölmek” adeta buna bağlı.
Ne yazık ki, günümüzde dünya çapında, başarılı ekonomik cihad yapan, Müslüman bir ülke göstermek neredeyse mümkün değildir. Bu yüzden ister istemez, Müslüman olmayan başka bir ülkeyi örnek göstermek zorunda kalıyoruz: Japonya’yı.
2. Dünya Savaşının yenilgisinden sonra Japon imparatorunun sarayın balkonundan halka şöyle seslendiği anlatılır:
Ey Japon milleti! Gerçekten yenildik. Bugün önümüzde iki yol var. Birincisi harakiri. Ben de size katılacağım. Ama ikinci bir yol daha var ki, o da şu: Amerikalılarla mücadelemize devam edelim. Askeri cenahta yenildik. Onlara ekonomik bir savaş açalım. Ülke ekonomisini canlandırıp doların sırtını yere vuralım. Tercih sizin!"
Japonlar ikinci yolu tercih ettiler ve bugün birçok alanda Amerikalıların sırtını yere getirdiler. Bir Japon profesör şöyle diyor “Üniformalı bir ordu, tek ordu biçimi değildir. Bilimsel teknoloji ve işadamı giysileri ardında gizlenmiş savaşçı ruhumuz bizim yeraltındaki ordumuz olacaktır. Bu Japon-Amerikan savaşını, üniformanın iş adamının giysisine yenilgisi diye yorumlamak çok doğru olur.” (Brezezinsky, Kontrolden Çıkmış Dünya, İş Bankası Yayınları, s. 131)
Bazı gazete haberlerinde bir Amerikan şirketi battığında, Japonların bir Amerikan uçak gemisi batırmış gibi sevindikleri, Amerikan General Motor şirketinin 70 bin işçiyi işten çıkaracağının haberi Tokyo borsasının ekranına yansıdığında genç Japon brokerlerin (simsar) zafer işareti yaptıkları anlatılır.
Savaş sonrası stratejisini “Ekonomik Savaş” olarak belirleyen Japonya’nın geldiği çizgi, bütün dünya milletleri için ders alınacak niteliktedir. Japonlar, baştanbaşa yıkılmış, ağır tazminatlar ödemeye mahkûm edilmiş ülkelerini, yirmi beş yıl içinde dünyanın en zengin ve ileri ülkelerinden biri haline getirmeyi başardılar. Günümüzde ise yaklaşık 4 trilyon dolarlık milli geliriyle, Japonya ABD’den sonra dünyanın ikinci büyük milli ekonomisidir.
İkinci Dünya Savaşı’ndan mağlup çıkan ve ülkeleri tamamen harabeye dönmüş olan Japonya ve Almanya’nın, şimdiki durumlarıyla -İkinci Dünya Savaşı’na girmeyen- Türkiye arasındaki uçurum, ister istemez bazı soruları akla getiriyor: Onlar niçin öyle, biz niçin böyleyiz?
3. Dünya Ve Âhiret Arasındaki Denge
İslâm dini dünya için çalışmayı yasaklamış veya zemmetmiş değildir. Fakat halk arasında çoğunlukla öyle zannedilir.
İslâmiyet ifrat ve tefritten uzak, hemen hemen bütün kurallarında orta yolu tavsiye eden bir denge dinidir. Peygamberimiz “İşlerin hayırlısı orta yollu (mutedil) olandır” demekle buna işaret eder. İslâm’ın orta yolu tavsiye ettiği en mühim konulardan biri dünya ile âhiret arasındaki dengedir. O ne Yahudiler gibi bütünüyle dünyayı, ne de Hıristiyan ruhbanları gibi bütünüyle ibadet ve âhireti tavsiye eder. İslâm müntesiplerine hem dünya, hem de âhiret için çalışmalarını emreder.
Dünya ve âhiret arasındaki dengeyle ilgili hadisler
“Kendini hiç ölmeyecek zanneden kişinin çalışması gibi (dünya için) çalış, yarın öleceğini zanneden kişinin korkması gibi (günahlardan) kork.” (Abdurrauf El-Münavi, Feyzül-Kadir, Mektebetül Ticariyyetül Kübra, Mısır, 1356, c.2, s.12.; Kenzü’l-Ummal, c.3, s.40, hn, 5379, Beyhaki, Askeri ve Ebu Nuaym’dan naklen.)
“Sizin hayırlınız dünyası için âhiretini, âhireti için dünyasını terk etmeyen ve insanlara yük olmayandır. ( Kenzül Ummal, c.3, s.238, 6336.)
“Âhireti için dünyasını, dünyası için âhiretini terk eden, ikisini de kazanıncaya kadar sizin hayırlınız değildir. Dünya âhirete ulaştırıcıdır. (Dünyayı terk ederek) insanlara yük olmayınız.” (Kenzü’l-Ummal, c.3, s.238, 6334.)
4. Zengin mi Olalım, Fakir mi?
Günümüzde İslâm’ı hâkim kılmak, Müslümanları içinde bulundukları felaketten kurtarmak istiyorsak, ekonomi alanında ileri gitmeli ve zengin olmalıyız. Üstad Bediüzzaman şöyle der:
“Herbir mü'min i'lâ-yı kelimetullah [Allah’ın dinini üstün kılmak] ile mükelleftir. Bu zamanda [i'lâ-yı kelimetullahın] en büyük sebebi maddeten terakki etmektir. Zira ecnebîler fen ve sanayi silâhıyla bizi istibdad-ı mânevîleri altında eziyorlar. Biz de, fen ve san'at silâhıyla i'lâ-yı kelimetullahın en müthiş düşmanı olan cehalet, fakirlik ve ihtilâfla cihad edeceğiz.”
Peygamberimizin bu konuya ışık tutacak bazı hadisleri de şöyle:
“İnsanlara öyle bir zaman gelecek ki; (o zamanda) kimin sarısı, beyazı (yani altını, gümüşü), yoksa yaşama hakkı olmayacaktır.” ( Taberani, Ramuz, 6241)
“Ahir zaman olduğunda insanların mutlaka dinar ve dirhemi olması gerekir. Ta ki, kişi onlarla dinini ve dünyasını ayakta tutabilsin.” (Kenzü’l-Ummal, hn, 6333)
“Fakirlik ashabım için saadettir. Fakat ahir zamanda mü’min için zenginlik saadet olacaktır.” ( Kenzü’l-Ummal, hn, 6338.)
Zengin olalım, fakat bu zenginliği helal, haram sınırlarına riâyet ederek elde etmeye çalışalım. Zengin olduktan sonra da, –sahabelerden Sa’lebe örneğinde olduğu gibi– şımarıp, gururlanmayalım, kibirlenmeyelim, Allah’ı unutmayalım. Kazandıklarımızı nefsanî arzular yolunda değil, İslâm’ı yüceltmek için kullanalım.
İslâmda zühd
Burada bazen yanlış anlaşılan İslâm’daki zühd, yani dünyaya değer vermeme hasleti hakkında da açıklama yapmamız gerekiyor.
İslâmdaki zühd anlayışı, mal ve dünya sevgisini kalbe sokmamak demektir. Mal ve dünyayı bilfiil terk etmek değildir. (Üstadın ifadesiyle “Dünyayı kesben değil, kalben terk etmektir.) Bu yüzden nefsine hâkim olarak, helaldan kazanıp, kazandığını da Allah yoluna harcayanlar için Peygamberimiz “Salih mal, Salih kimse için ne güzeldir” demiş, ama Allah’ı unutup, zenginliği asli maksat yapanlar için de "Altının, gümüşun, kulu olan kişiler kahrolsun!” diye bedduâ etmiştir.
Mevlana şöyle der: “Ağzı kapalı testi, denizde yüzer. Fakat su içine girmeye başlayınca, onu dibe indirir.” Abdülkadir Geylani de “Dünyayı kalbinden at, sonra ister eline al, ister cebine koy, o sana zarar vermez” der. Başka bir zat da şöyle der: “Dünya kalbinde durup dururken, onu elinden çıkarmak zühd değildir. Gerçek zühd dünya elinde iken, onu kalbinden çıkarmaktır.” (Sahabenin zenginleri hakkında bkz. İbn Haldun. Mukaddime, MEB yy, C, 1, s, 580..)
Kur’ân iki zengin şahsı bize örnek olarak gösterir: Süleyman (as) ve Karun.
Süleyman (as) “Bana, benden sonra hiç kimseye nasip olmayacak bir saltanat ihsan et.” (Sad: 35) diye duâ etmişti. Dünya malını istemek yanlış bir şey olsaydı, bir peygamber kimseye verilmeyecek kadar bir mülkü istemez, istese de Allah onu vermezdi. Tam tersine Allah onun duâsını kabul etti ve dünya tarihinde kimseye nasib olmayacak bir mülk ve saltanatı ona ihsan etti. Bu saltanat onu ne gururlandırdı, ne de Allah’ı ve âhireti unutturdu. Tam tersine, o, bu saltanatı Allah’ın dinine hizmette kullandı. Hakiki zühd mal sevgisini kalbe sokmamak olduğuna göre, Hz. Süleyman için “zahid bir insandı” diyebiliriz. Belkıs’ın tahtı yanına getirildiğinde o şöyle demişti:
“Bu, şükür mü yoksa nankörlük mü edeceğim diye, beni imtihan etmek için Rabbimin bir lütfudur. Kim şükrederse, ancak kendisi için şükretmiş olur; kim de nankörlük ederse, bilsin ki, Rabbim zengindir, kerîmdir” (Neml, 40)
Dünya malını istemek ve sahip olmak yanlış değildir. Fakat zengin olunca azgınlaşmak yanlıştır. Buna en güzel örnek Karun’dur. Onun hakkındaki âyetlerin bir kısmı şöyle:
"Karun, Musa'nın kavmindendi. Fakat o, onlara karşı serkeşlik etti. Biz, ona, öyle hazîneler verdik ki, anahtarlarını taşımak bile) güçlü kuvvetli büyük bir cemaate ağır geliyordu. O vakit, kavmi(nden Mü'min olanlar) ona; şöyle demişti: Şımarma! Çünkü Allah, şımarıkları, sevmez. Allâh(ın), sana verdiği (maldan harcayıp) âhiret yurdunu ara! Dünyadan, nasibini de, unutma! Allah'ın, sana ihsan ettiği gibi, sen de, (insanlara sadaka vererek) ihsanda bulun. Yer (yüzünde) de, fesat arama. Çünkü Allah, fesatçıları, sevmez. (Karun) dedi ki: Bu (servet), bana, ancak, bende olan ilimle (ilim sayesinde) verilmiştir." (Kasas, 76, 77)
Karun Allah’ın verdiği nimetlerle azgınlaşmış, kibirlenmiş, Allah’ı ve âhireti umursamamış ve neticede yere batırılmıştır. Allah’ın zengin iki kulu; biri şükreden ve havada rüzgârla taşınan, diğeri de azgınlığından yere batırılan iki kişi.
Eğer Hz. Süleyman (as) gibi zengin olunca Allah’ı unutmayacak, şükredecek, helale, harama dikkat edeceksek, malımızı Allah’ın dinine hizmette kullanacaksak zenginliğin bize faydası olur, zararı olmaz. Ama zengin olunca Karunlaşacaksak, İbrahim Edhem gibi o saltanatı terk etmek bizim için daha iyi olacaktır.
5. Ekonomik Savaş Kuralları
Millet olarak ekonomik bir seferberlik başlatmanın zamanı geldi, geçiyor. Maddeten terakkiyi, nefsanî arzuları tatmin için değil, Allah rızası için isteyenler ve bunu diğer milletlerle mücadelenin bir vasıtası olarak görenler, Türkiye’nin ve İslâm Âleminin geleceğini her yönden etkileyebilirler. Tabii ki bunun gerçekleşmesi için bazı noktalar üzerinde de durmalıyız.
A. Ahlâk
Îtikadın zayıflaması yüzünden büyük bir ahlâk erozyonu yaşıyoruz. Bu durum haliyle iktisadî hayata da yansıyor. Kamu veya özel bütün sektörlerde yolsuzluklar, rüşvet, torpil, zimmete para geçirme, ticari hayatta hileler, adeta hayatın normalleri arasına girdi.
Ekonomik cihad, îtikad ve ahlâka istinad eder. Her şeyden evvel îtikad ve ahlâk alanında bir ıslahat yapılmalı, Allah korkusu, cennet, cehennem inancı kalplere yerleştirilmelidir. Allah korkusu kalplere yerleştirilmeden iktisadî durumu düzeltmenin imkânı yoktur.
Allah korkusu kalplere yerleşirse, çalışma ve üretme ahlâkı, satma ahlâkı, tüketim ahlâkı, paylaşma ahlâkı da kolaylıkla halka yerleştirilebilir. Aynı zamanda rüşvet, zimmete para geçirme gibi çirkin işlerin de, vatan hainliğiyle aynı telakki edilmesi sağlanabilir.
B. İktisad mı Israf mı?
İbn Haldun memleketleri, devletleri yıkan şeyin israf olduğunu Mukaddime'sinde tafsilatla anlatır. Üstad Bediüzzaman da şöyle der: “İktisadsızlık yüzünden, müstehlikler (tüketenler) çoğalır, müstahsiller (üretenler) azalır. Herkes gözünü hükümet kapısına diker. O vakit hayat-ı içtimaiyenin medârı olan "san'at, ticaret, ziraat" noksanlaşır. O millet de tedenni edip sukut eder, fakir düşer.” (İktisat Risalesi)
Bu gün ekonomik sıkıntılarımızın temelinde bu sorumsuz ve düşüncesiz israfın büyük bir rolü vardır. İsraf bizi öldürürken, düşmanlarımızı beslemektedir. Zengin ülkeler israfı teşvik ederler ve diğer ülkelerin israfıyla ayakta dururlar. Zaten kapitalizm demek bir cihette israf demektir.
Kur’ân’da “Saçıp savurma (israf etme). Çünkü saçıp savuranlar, şeytanların kardeşleridirler.” (İsra, 26, 27) buyrularak, mü’minler israftan men edilmişlerdir. Peygamberimiz (asv) da “Nehir kenarında bile suyu ısraf etme!” der.
C. Şirketleşmeler
Hem yapı, hem de ahlâk yönüyle sağlam şirketler, ekonomik seferberlikte en mühim ordumuz olabilir. Bu gün dünya üzerindeki ekonomik savaş, şirketlerin savaşı olarak cereyan etmektedir. Şirketlerin savaşı, orduların savaşını aratmıyor. Hatta çoğu zaman şirketler orduları yönlendiriyor.
Müslümanlar da günümüzde şirketleşme yönüne gidiyorlar, fakat bu alanda bazı pürüzlerin, acemiliklerin, suistimallerin olduğu da bir gerçek. Müslüman görünen ve Müslüman halkın sermayesiyle ortaya çıkan, bir kısım holdinglerin durumları oldukça düşündürücü.
Şu kudsi hadise bakalım: “Allahu Teala buyurdu ki: Ben birbirlerine ihanet etmedikleri müddetçe, iki ortağın üçüncüsüyüm. Eğer birbirlerine ihanet ederlerse aralarından çıkarım.'' (Ebu Davud)
Halkı kandırmayacak (ihanet etmeyecek), halkın parasıyla kendi egosunu tatmin etmeyecek, kaliteli mal üreterek, yabancı şirketlerle rekabet edecek, Müslümanların ekonomi alanında yüz akı olabilecek şirketlere, holdinglere ihtiyacımız var.
D. Çalışma
Türkiye insanının pek çok problemi olduğu doğrudur. Fakat bu problemlerin hiç biri halledilmeyecek cinsten değildir. Yeter ki, ümid, cesaret ve gayret olsun. Halkımızda eksik olan en mühim şeyler de bunlardır.
İnsanı hareketli ve canlı kılan, insanın hedefi, idealidir. Milletimize milli bir hedef benimsetebilirsek ve ekonomik üstünlüğünde bu ideali gerçekleştirmenin en mühim yolu olduğuna inandırabilirsek, milletimizi çalışkan ve aktif hale getirebiliriz. Peygamberimiz şöyle buyurur: “Allah (çalışıp, kazanan) sanat sahibi mü’min kulunu sever.”
E. Güven, Kalite
Peygamberimiz “Muhammedül Emin”dir. Ve yine peygamberimiz mü’mini tarif ederken “güvenilen kişi” olarak tarif etmiştir. Mü’minler bu vasıflarını ekonomi alanına da taşımalı, dünya çapında kaliteli ve güvenilir mallar üretmelidirler. Peygamberimiz şöyle buyurur: “Bizi aldatan bizden değildir” (Müslim), “Doğru, güvenilir tacir, mahşerde peygamberler, sıddıklar ve şehidlerle beraberdir.” (Tirmizi, Darimi.)
“Muhakkak ki Allah Azze ve Celle sizden birisi bir iş yaptığında o işi sağlam yapmanızı sever.”( Taberani. Mucemül Evsat, Ebu Ya’la, Beyhaki)
F. İslâm Ortak Pazarı
Peygamberimiz Medine’ye hicret ettiğinde Müslümanlarla Yahudiler aynı pazar yerini kullanıyorlardı. Peygamberimiz Müslümanları Yahudilerden ayırarak, onlara ait bir Pazar yeri oluşturdu.
Peygamberimizin bu fiilinden yola çıkarak, bir milyarın üzerindeki Müslüman milletlerde, bir “İslâm Ortak Pazarı” oluşturmalıdırlar. Böylelikle başkalarının değil, Müslümanların kuvvetlenmesini sağlayabilirler.
1) “Mal ile cihad” müfessirler tarafından çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Elmalılı, Ebu Bekir Cessas'ın "Ahkâmu’l-Kur'ân"ından naklen şöyle diyor: “Mal ile cihad iki şekilde olur: Birisi malını, savaşta kendisine lazım olacak hayvan, silah alet ve edavat, araç gereç erzak vs. gibi levazım ve mühimmata sarfetmektir. Diğeri de öbür mücahitlerin ihtiyaçlarına harcamaktır.” Eski müfessirlerin izahları yanlış değil elbette ama, değişen dünya şartlarına göre “Mal ile cihad”ı değişik ve daha geniş manada anlamak ve uygulamak mecburiyetindeyiz.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.