Hüseyin YILMAZ

Hüseyin YILMAZ

Cemaatleri Ergenekon’un insafına terk etmek revâ mı?

Cemaatleri Ergenekon’un insafına terk etmek revâ mı?

Bin yıllık nehrin yatağını bambaşka bir yöne çevirmek için kolları sıvayan Ankara muktedirlerinin karşısına savaşların bitirip tükettiği yorgun bir milletin yekvücud olarak çıkması beklenemezdi.

Buna rağmen memleketin dört bir tarafında irili ufaklı isyanlar, direnişler baş gösterir. Hemen tamamı da silâh gücüyle ve çoğu katliamlara varan tenkillerle bertaraf edilirler… Hamidiye’nin topa tuttuğu Ofluların “Atma Hamidiye, yapma Hamidiye! Şapka da giyeceğiz, vergi de vereceğiz!” deyişleri târihin hâfızasına trajikomik, ama bir o kadar da elîm bir hâtıra olarak nakşolunur.

Zor kullanılarak, yeri geldiğinde kan akıtılarak yerleştirilmeye çalışılan yeni anlayışın milletin vicdanında mâkes bulmayışı, Ankara muktedirlerinin sahneye amansız diktatörler olarak fırlamasını netice verir. Ve devletin yeni bânileri baş düşman olarak “irticâ”yı ilân edip hedef tahtasına koyarlar. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tehlikeli ve amansız asırlık hasmıdır, “irticâ”!..

Dürüst olmak gerekirse, devletin târif ettiği “irticâ” İslamiyet’in tâ kendisidir; “mürteci” de bütün unsurları ile millet… Hükmün tek istisnası, en azında belli bir devir için, Osmanlı küskünü Alevilerdir. Onlar da zâten Ankara muktedirlerinin yanında ve ekibinin yanında yer alırlar…

Millet, güç ve silâh karşısında sinmek mecburiyetinde kalınca bâzı öncü unsurları ile yeraltına kayar; toprağın üstünde bulamadığı hayat hakkını altında bulmaya çalışır. Bu, yer altına kayış, bilâhare irticâın temsilcisi makamına oturtulacak cemaatleri doğurur. Başta Bediüzzaman Hazretleri’nin başlattığı iman ve Kur’an hizmetinin muharrik unsurunun İnkılâblar olduğu sır değildir. Yirmisekiz yıllık sürgün ve hapishâne hayatında çeşitli zeminlerde ve çoğu da mahkemelerde olmak üzere net bir şekilde Ankara muktedirlerine dost olmadığını, düşünce ve icraatlerini tasvib etmediğini ilân eder.

Devlet önceleri, gösterdiği istikamette hareket eden müesseseleri ile, açık bir şekilde cemaatleri tâkib ve te’dip eder. Mahkemeler mahkemeleri, hapishâneler hapishâneleri kovalar… Din maznûnlarının amansız çileleri Cumhuriyet zindanlarının izbe ve karnlık hücrelerinin taş duvarlarına ürpermeler yaşatır, yarım asır…

Neticede göl maya tutmaz, bin yıllık nehrin yatağı doldurulamaz ve târih’in akışı istikamet değiştirmek istemez. Her geçen gün Kemalist zihniyet kan kaybetmeye, cemaatlerin temsil ettiği İslâmî hareketler ise palazlanmaya devam eder. 1990’lı yılların sonlarında gûyâ meşru müesseseleri ile  cemaatleri durduramadığını anlayan Devlet, Derin unsurlarını devreye sokmaya başlar. Tamamen hukuksuz, tamamen insafsız ve gayr-i insanî dehşetli bir hareketi başlatır. 

28 Şubat denen devr-i mel’un, Derin Devlet tarafından kotarılır. Ergenekon ve benzeri teşekkülleri ile hedef tahtasına koyduğu müslümanların üzerine kendi tertibi olan Aczimendi ve Ali Kalkan-Fadime Şahin maskaralıklarını kullanarak bir daha yürür. 28 Şubat, Derin Devlet’in yapabildiği en büyük hamle olarak târih kayıtlarına geçer.  Sonrasında AK Parti’in iktidara gelmesi ile Devlet için bir ricat başlar…

Ergenekon Dâvâsı’nın bugüne kadar âlenileşen kısmı, devlete karşı işlenen suçlar noktasındandır: Darbe hazırlıkları en çok bilineni ve en çok kabul edileni… Ama gözden kaçırılan asıl husus, bu darbe arayışlarının aslî sebebi olan Cemaatlerin Ergenekon’un nasıl bir faaliyet sahası haline getirildiğidir.

Meselâ, “Islak imzalı Belge” diye ifâde edilen “İrtica İle Mücedele Eylem Plânı”nda diğer Müslümanlar ile “özdeşleştirilip” bir takım tertiplerin içine sokulacakları beyan edilen iki isim ve cemaatleri hakkında bugüne kadar en ufak bir adımın atılmamış olması yadırgatıcı değil mi? Ergenekon, bu cemaat veya câmiaların içinde ne tarz faaliyetler yaptı; kimleri nasıl, ne zaman ve nerede kullanacaktı?..

İsmailağa Cemaatinin iki önde gelen isminin alenen katledilmesinin Ergenekon işi olduğu sağır sultanlar tarafından bile işitildiği halde neden adam akıllı üzerine gidilmiyor? “Ergenekon Çaycısı” lâkablı Erol Ölmez’in basına akseden itiraflarının ciddiye alınmaması tuhaf değil mi?

Bediüzzaman Hazretleri’nin yakın talebelerini tâkibe alan isimlerin itiraflarına rağmen bu Cemaatlerin içindeki Ergenekon faaliyetlerinin doğurduğu neticelerin merak edilmemesi çok mu normal? Ne yapmak istediler, elde ettikleri netice ne?.. Hedef olan devlet değil de sivil hayatın omurgası cemaatlerse görmezlikten mi gelmek gerekiyor?..

Herkes biliyor ki, Ergenekon her türlü tehdit ve şantajı cemaatlere karşı kullanılmıştır. Son yıllarda çizgilerinde ciddi kırılmalar yaşanan, durup dururken Atatürkçü kesilen, Ergenekon ile işbirliğini âdeta alenileştiren sakallı liderlere sahip cemaatlerin hazîn ve garip hâli el atılmayı beklemiyor mu?

Ya iğfalâtla, ya şantaj ve tehditle iş gördüklerine gore; hangi cemaatleri ne ile tehdit ediyorlar? Hayat kasdı mı? Yoksa bir takım kaset şantajları mı? Bâzı cemaatlerin zaman zaman tabanlarının erimesi pahasına takındıkları tavırlar hiç mi şüpheyi mucib değil?

Yoksa arada bir ifâde edildiği gibi, hasımların zorakî sulhüne cemaatler mi kurban verildi?.. Bu mevzua devam edeceğim ama makaleyi son bir soru ile noktalayalım:

Ergenekon’un asıl faaliyet sahası olan cemaatlerin bu tasalluttan kurtulması AK Parti ve milletin geleceği için en az darbecilerin bertaraf edilmesi kadar hayatî değil mi?

Bugün

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum