Mehmet Ali KAYA
Cihat, kıtal ve harb
Kuran-ı Kerimde cihat ve savaşı ifade eden üç farklı kelime vardır. Bunlar: Cihat, Kıtal ve Harb kelimeleridir. Harb kökünden gelen ve savaşmayı ifade eden altı kelime geçmektedir. Kıtal kelimesi doğrudan savaşmak ve öldürmek anlamında olup yüzden fazla ayette geçer. Allah yolunda nefsi, canı ve malı ile mücadele etmek anlamındaki C-H-D kökünden gelen kelimeler türevleri ile beraber kırka yakın ayette geçmektedir. Allah yolunda her türlü gayret ve çabaya cihad adı verilmektedir. İlimde çok gayret gösteren kişiye Müçtehit denmesi bundan dolayıdır.
Harb kökünden gelen ayetleri ele alarak incelediğimiz zaman ikisinin münafıkların fitne amacı ile bir mescit inşa ederek müslümanlar ile savaşmayı amaçladıkları (Tevbe, 9:107) fitne ve fesat, anarşi ve terör amacı ile bir araya gelenlere yakalanınca verilecek cezayı belirleyen ayette (Enam, 5:33) geçmektedir. Ayrıca Allahın emirlerine uymayarak Allaha ve Resulüne isyan etmek, (Bakara, 2:279) Yahudilerin yeryüzünde fitne ve fesat ile anarşi ateşini körüklemeleri, (Mâide, 5:64) yine Yahudilerin müşrikler ile ittifak kurup müslümanlarla olan anlaşmalarını bozarak savaş alanından çekilip fitne ile Müslümanları perişan etmeyi amaçladıklarını ifade ettiklerini bildiren ayette (Enfal, 8:57) ve son olarak harp aletleri anlamında (Muhammed, 47:4) kullanılmıştır. Peygamberimizin (sav) Harp hiledir (Muhtasar Tecrid-i Sarih, 1984-İstanbul, İmam Zeynuddin Ahmet bin Abdullatif Zebidi, Kitabul-Cihat, 1298; Riyazus-Salihîn, İmam Nevevi, 1970-Kahire, s. 388) hadisini bu açıdan değerlendirmekte fayda vardır. Yani anarşi ve terörü önlemek amacı ile alınacak tedbirlerde hile metodunu da kullanmayı düşünmek gerekir.
İslam dininde Fî-Sebilillah yapılmayan hiçbir mücadele Cihad olmaz. Savaş anlamındaki Kıtal de yine Fî-Sebilillah olmak şartı ile cihad olarak isimlendirilebilir. Bu durumda cihad umumidir, savaş onun içinde hususi ve arızî bir durumdur. Barış içinde cihad esas, savaş ise geçici ve istenmeyen, ama mecbur kalınınca son çare olarak kendisine başvurulan bir durumdur. Bunun için cihad genel olup savaşı da kapsamı alanına almıştır. Harb kelimesi ayrıca cihad ve savaştan farklı olarak Allah ve Resulüne isyan etmek anlamında fitne, terör ve hareketlerini ifade etmek için de kullanılmıştır.
Kuran-ı Kerimde öldürmeyi ve savaşı ifade eden Kıtal kelimesi 13 ayette geçmektedir. KTL kökünden türeyen kelimelerin geçtiği ayet sayısı ise 140 adettir. Bu kökten türeyen değişik fiiller, Kurân-ı Kerimde farklı anlamlarda kullanılmıştır. Meselâ katele fiili, dünyevî ve uhrevî hükümler bağlamında kasten adam öldürme, yanlışlıkla adam öldürme, ihramlıyken bir av hayvanını öldürme gibi değişik anlamlarda kullanıldığı gibi, aynı kökten türeyen ıktetele fiili, kavga etme (Kasas, 28:15) birbirini öldürme (Bakara, 2:253) savaşma (Hucurat, 49:9) anlamında kullanılmıştır. Ayrıca kâtele fiili normalde savaştı anlamında kullanılmakla beraber, kâtelehümüllah tabiri, Allah onları kahretsin anlamında kullanılmıştır. Yine kutile kelimesi öldürüldü anlamında kullanılmakla beraber, nankör kimselerle ilgili olarak, kutilel-İnsan tabiri, kahrolası insan anlamında kullanılmıştır. Aynı kökten türemekle beraber, Allah yolunda savaşma ve böyle bir savaş esnasında öldürme ve öldürülme anlamında kullanılmakla cihad kapsamına giren kelimelerin geçtiği ayet sayısı ise 50ye ulaşmaktadır.
Kuran-ı Kerimde Kıtal ile ilgili yüz küsur ayetin bulunması, savaşı esas aldığı için değil, fiili bir durum olan savaş istenmese de bunun ile ilgili hükümlerin çok olmasındandır. Çünkü savaş pek çok hukuk-u insaniye ile ilgilidir. Hak ve adaleti esas alan Kuran elbette haksızlığı önlemek için pek çok ahkâmı bildirecektir. Çünkü Kurana göre Bir insanı haksız yere öldürmek veya yeryüzünde fesat çıkarmak bütün insanları öldürmek gibi büyük bir günah ve vebaldir. (Maide, 5:32) Adalet-i Mahzayı esas alan Kuran-ı Kerimdeki adaleti en güzel şekilde ifade eden bu ayet ile Kuran-ı Kerim buyuruyor ki: Bir masumun hakkı, bütün halk için de olsa iptal edilemez. Cenab-ı Hakkın nazar-ı merhametinde hak haktır; küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük büyük için iptal edilemez. Bir cemaatin selameti için, bir ferdin, rızası bulunmadan, hayatı ve hakkı fedâ edilmez. (Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, 1998-İst, s. 56)
Bu dünyaya mühim görevler için gönderilen insanın pek çok vazifeleri vardır. Yaratıcısı olan Allaha karşı iman ve ibadet, kendisini doğru yola davet eden peygamberin sünnetine uymak ve kendisine ahiret saadetini kazandıran dinini tebliğ ve onun başkalarına ulaştırmak için mücadele etmek bu vazifelerinden bazılarıdır. Burada anlatılmak istenen cihad, dini başkalarına ulaştırmak için sabırla, gayretle, meşakkatlere katlanarak çalışmak anlamındadır. Yine cihad, dini tebliğ ve insanları irşat ile beraber, nefis ve şeytanla mücadele, toplumdaki kötülükleri ve zulmü ortadan kaldırmak için azami gayret sarf etmek anlamına gelmektedir. Cihad her Müslümanın her zaman yapması gerekli olan bir ibadet iken, Kuranın KITAL dediği savaş ise harici tecavüze karşı devlet eliyle yapılır. Bunun için Kuran-ı Kerimde içerisinde CİHAD ve MÜCAHEDE kelimelerinin geçtiği ayetler manevi cihadı yani kişinin nefsi, malı ve canı ile yapacağı cihadı anlatır. İçerisinde KITAL ve MUKATELE kelimelerinin geçtiği ayetler ancak maddi ve silahlı olan ve devlet başkanının liderliğindeki bir savaşı ifade etmektedir.
Ehli Sünnet vel-Cemaatin mezhep imamları ve müçtehitleri Ey İman edenler! Allaha, Resulüne ve sizden olan meşru ulül-emre itaat edin. Aranızda ihtilafa düşerseniz onu Allahın kitabına ve Resulünün sünnetine havale ediniz. Allaha ve ahiret gününe inanıyorsanız böylesi sizin için daha hayırlıdır ve neticesi daha güzeldir (Nisa, 4:59) ayetine uyarak devlet eliyle olmayan bir savaş ve kıtali fitne sayarak dâhilde asayişin teminine önem vermişlerdir. Kuran-ı Kerime ittibaen cihadı kıtalden ayırmışlardır. Cihadı daha çok manevi mücahede olarak anlayıp ilimle, Emr-i bil-Maruf ve Nehy-i Anil Münker görevini en güzel şekilde yapmışlar ve halkı irşada önem vermişlerdir. Dâhili fitnelere alet olmamışlardır.
Bazı müfessirler Kuranın emri olan cihad ile yine Kuranda Kıtal olarak geçen savaşı birbirine karıştırmış, İslamda cihadın gayesi, batıl sistemleri yıkıp yerine İslam nizamını getirmektir (Seyid Kutup, Fi Zılâlil-Kuran, 1973-İst, 6:427) diye manevi mücahedeye gereken değeri vermemişlerdir. Bu anlayış nihayet Siyasal İslama, dinin siyasete alet edilmesine ve bundan netice alınamayacağı görüşü de Radikal İslam denilen anarşiye götürmüştür. Günümüzün İslam dünyasını saran sıkıntının temelinde bu vardır.
Bediüzzaman Said Nursi (ra) ise Dâhilde cihad manevidir. Manevi tahribata karşı sed çekmektir. Bununla dâhilî âsayişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir. Cihad-ı manevinin en büyük şartı da vazife-i İlahiyeye karışmamaktır. Bizim vazifemiz hizmettir; netice Cenâb-ı Hakka âittir. Biz vazifemizi yapmakla mecbur ve mükellefiz (Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ Lahikası, 2001-İst, s. 455) diyerek işin gerçeğini ortaya koymuş ve Kuranın yanlış anlaşılmasını önlemiştir. Selef-i Salihinin ve Ehli Sünnet vel - Cemaatin haklı görüşünün doğruluğunu ispat etmiştir.
Kurana göre kıtal, yani savaş da insanları öldürmek için yapılmaz. Zulmü önleyerek mütecavizlerin tecavüzünü defetmek, barışı, emniyeti ve adaleti sağlamak için devlet eliyle yapılır. Amacı da insanların hak ve hukukunu korumak ve halkı barış içinde yaşatmak ve insanların hayat hakkını korumaktır. (Hac, 22:39; Enfal, 8/6162, Nisa, 4:90; Tövbe, 9:613) İslam hukukuna göre bir kâfir küfründen dolayı öldürülmez. Savaşın sebebi küfür değil, zulüm ve tecavüzdür. Zulüm ve tecavüzünden dolayı ölümü hak ederse öldürülür. (Mevdudi, Cihat, 322) Ayni hüküm baği, yani isyan ve tecavüz eden, zalim müslüman için de geçerlidir. Bir müslüman cana ve namusa tecavüz ederse, yol keser, isyan eder anarşi çıkarırsa diğer suçlular gibi ceza görür. (İbn-i Abidin, Reddul-Muhtar, 2:273)
Cihat ve savaş konusu mutlak olmayıp zamana ve şartlara göre değişik hükümler alabilen ve her zaman yanlış anlaşılmalara yol açan bir konudur. Sonuç itibarı ile çok büyük sorumlulukları, ağır ferdi ve toplumsal sonuçları, dolayısıyla yanlış uygulamalarda zulüm ve haksızlıkları da beraberinde getirir. Yüce Allah Kuran-ı Kerimde Allah yolunda nasıl mücahede etmek gerekiyorsa öyle cihad ediniz. O Allah, dinine yardım etmeniz için sizi seçti ve sizin için dinde bir zorluk da yapmadı. Tıpkı İbrahimin (as) dininde olduğu gibi Allaha teslimiyeti size emretti ve sizi Müslüman diye isimlendirdi. Öyle ise namazınızı dosdoğru kılın, zekâtınızı verin ve her işinizde Allaha dayanıp güvenin. Sizin dostunuz ve Mevlanız Odur. O Allah ne iyi dost ve ne güzel yardımcıdır (Hac, 22:78) buyurmaktadır. Bu ayet bize Allah yolunda zamanın ve şartların gerektirdiği şekilde cihat yapmamızı emretmektedir.
Şayet Kuranın emrettiği şekilde cihat yapılmazsa o zaman büyük ve acı mağlubiyetlere düşme ihtimali vardır. Belki de günümüzdeki Müslümanların mağlubiyetinin temelinde Kuranın emrettiği şekilde cihat edilmemesi yatmaktadır. Çünkü emredilen şekilde yapılan bir cihatta mağlubiyet olmaz. Hak daima galiptir. (Buhari, Cenaiz, 79; Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, 1998-İst, s. 665) Yüce Allah Akıbet müttakilerindir (Hud, 11:49) buyurmaktadır. Gevşemeyin ve üzülmeyin, inanıyorsanız üstünsünüz (Âl-i İmran, 3:139) emreder. İnananların mağlubiyeti dinden değil; nefislerine, hevalarına uymalarından, şeytanın, ehl-i küfür ve ehl-i dalaletin tuzaklarına düşmelerinden kaynaklanır. Yine, inananların ehl-i dalalet karşısında mağlup düşmesi bilgisizlikten değil, tatbik-i nazariyat ve muktezay-ı hali bilmemekten kaynaklanır.
İlk cihad "Oku!" (Alak, 96:1-5) emriyle başlamıştır. Dinin temeli ve esası imandır. İman ise bir olan Allah'ın vahdaniyetine, her şeye kadir olduğuna, her yerde hazır ve nazır olduğuna, her şeyi bildiğine, gördüğüne ve her işi bizzat kudreti ile yarattığına iman etmek demektir. Bu iman okumak ve ilim öğrenmekle kazanılır. Sonrasında ise imanın verdiği teslimiyet ile Allah'ın emirlerine uymak, gönderdiği peygamberine itaat etmek gelmektedir. Allah'ın dinini kabul edip, ona uyduktan sonra bunda sebat etmek, dinin düşmanları olan başta nefis ve hevası, kötü arzu ve istekleri ile mücadele etmek gerekir. Bu da mücadele ve mücahedeyi gerektirir. Bunun için cihad namaz, oruç, zekât ve hac gibi her Müslüman'a farz kılınmış bir ibadettir.
Yüce Allah Ehl-i Kitap ile nasıl mücadele edeceğimizi de şöyle belirler: Ehl-i kitapla en güzel şekilde mücadele edin. Güzellikle, yumuşaklıkla, delil ve ispat yoluyla onlara vahdaniyet delillerini anlatın. Ancak onlardan zulme sapanlar müstesnadır. Onlara deyin ki Bize indirilene de size indirilene de inandık. Bizim ilahımız da sizin ilahınız da birdir. Biz ancak Ona boyun eğeriz. (Ankebut, 29:46) Sen onların kötülüklerini en güzel hasletlerle, şirk ve inkârlarını da en güzel tevhit delilleri ile defet. Onların yakıştırdıklarını biz daha iyi biliriz. (Müminun, 23:96) Bu ve benzeri ayetlerde yüce Allah vahdaniyeti tevhit delilleri ile ispat ederek ehl-i kitap ile mücadele etmemizi istemektedir.
Âlemlere rahmet olarak (Enbiya, 21:107) gönderilen Peygamberimizin (s.a.v.) getirdiği en büyük rahmet, tevhit esasına dayanan Allaha imandır. Yine onun getirdiği inanç esaslarından olan ahirete iman gerek ailede, gerek şehirde ve gerekse memlekette huzurun, emniyet ve asayişin, hukukun ve ahlakın kaynağıdır. Bütün bunlar bizatihi rahmettir. Gerçek manada cihad da herkesin bu rahmetten istifadesi için çalışmak ve gayret etmektir. Bu gayretin en güzel şekli de Bediüzzamanın dediği gibi Ahlak-ı İslamiyenin ve hakaık-ı imaniyenin kemalatını efalimizle izhar etmek tarzında olmalıdır. O zaman sair dinlerin tabileri cemaatlerle islamiyete gireceklerdir. (Bediüzzaman, Hutbe-i Şamiye, 1996-İst, s.30) Zaten cihadın amacı da, cihattan istenen sonuç da budur.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.