Salahattin ALTUNDAĞ
Bilim, Akıl ve Vicdan: Sandalyeden Yaratıcıya Felsefi Bir Yolculuk–20
SCIENCE, REASON AND CONSCIENCE: A PHILOSOPHICAL JOURNEY FROM THE CHAIR TO THE CREATOR – 20
(TÜRKÇE VE İNGİLİZCE)
Sessizlik, odadaki havayı adeta ağırlaştırmış, herkesin üzerine görünmez bir örtü gibi yayılmıştı. Her bir birey, az önce duyduğu sözlerin ağırlığını ve derinliğini kendi içinde tartmaya çalışıyordu. Zihinlerde yankılanan sorular, sanki bir cevabı ararken daha da büyüyor, konuşulmayan kelimeler arasında bir köprü kuruyordu. Bu sessizliğin içinde, kâinatın sırrını çözmek üzere yola çıkan birer yolcuya dönüşmüş gibiydiler.
İnançlı Kişi, gözlerini yavaşça Deist’in yüzünde gezdirdi. O yüz, bir yanda dirençle sarmalanmış bir inancı, diğer yanda ise yeni bir hakikatin eşiğinde olmanın şaşkınlığını taşıyordu. Derin bir nefes aldı ve sanki tüm odaya hitap eden bir bilgelikle konuşmaya başladı:
İnançlı Kişi: Düşüncelerimiz, bizi sınırlı algılarımızın ötesine taşırsa hakikati görebiliriz. Tıpkı bir kitabın her kelimesinin yazarıyla anlam kazanması gibi, kâinat da her an onu var edenin müdahalesiyle anlam bulur. Şimdi, Bediüzzaman’ın bu büyük hakikati aydınlatan benzetmesinin ikinci aşamasına geçerek, hep birlikte bu yolculuğa devam edelim.
Bu sözlerle odadaki merakın boyutu daha da derinleşti. Herkes, anlatılacak yeni düşüncelerin ışığında, varoluşun sırlarına bir adım daha yaklaşmayı bekliyordu.
İnançlı Kişi: İkinci aşamada Bediüzzaman şöyle soruyor:
2. AŞAMA: “Yoksa o kâğıd, mürekkeb, kalem içinde o kitabdan daha san'atlı, daha zahmetli, yalnız o tek kitaba mahsus olarak bir yazı makinesi icad etsin; sonra o şuursuz makineye "HAYDİ SEN YAZ" DESİN DE KENDİ KARIŞMASIN, daha mı kolaydır? Acaba yüz defa yazıdan daha müşkil değil midir?"
ŞUURSUZ BİR YAZI MAKİNESİNİN KİTABI YAZMASI
Bu aşamada, yaratıcı gücün kâinata yalnızca başlangıçta müdahale edip geri çekildiği bir senaryo eleştirilir. Bediüzzaman bu düşüncenin mantıksal açıdan çelişkili olduğunu göstermek için bir yazı makinesi analojisini[1] kullanır.
Analojinin Unsurları:
- Yazı Makinesi: Bilinçsiz ve şuursuz tabiat kanunlarını simgeler. Deist düşünceye göre, bu kanunlar yaratıcıdan bağımsız bir şekilde çalışmaktadır.
- Kâğıt, Mürekkep, Kalem: Kâinattaki madde ve doğal unsurlar.
- Kitap: Düzenli, anlamlı ve karmaşık bir yapıyı, yani kâinatın işleyişini ve içerisindeki düzenli sistemi simgeler.
İnançlı Kişi, analojinin unsurlarını bir bir açıklarken, odanın diğer ucunda derin bir düşünceye dalmış olan Ateist’in dudaklarından neredeyse fark edilmez bir mırıltı döküldü: “Âdetullah… ya da Sünnetullah…” Bu kelimeler, sanki zihnindeki bir düğümü çözmek için bir anahtar arayışı gibiydi. Gözleri boşluğa dalmış, sözcüklerin anlamını ve ardındaki hikmeti tartıyordu. Ses tonundaki hafif titreme, bu kavramların onun zihninde bir yankı oluşturduğunu ve yeni bir sorgulama sürecini başlattığını ele veriyordu.
Bu mırıltı, odanın sessizliğinde yankılanarak İnançlı Kişi’nin kulağına ulaştığında, onun yüzünde fark edilir bir memnuniyet belirdi. Bu küçük ifade, onun için bir zafer gibiydi-sadece bir tartışmayı değil, bir düşünceyi, bir kalbi ve belki de bir inancı harekete geçiren bir zafer. Gözlerindeki ışık daha da parladı; çünkü bu, sıradan bir diyaloğun ötesinde, derin bir zihinsel yolculuğun başlangıcıydı.
İnançlı Kişi, içinde hissettiği bu coşkuyu dizginleyerek, daha bir şevkle konuşmasına devam etti. Çünkü biliyordu ki, kelimelerinin gücü, yalnızca anlamlarıyla değil, karşısındakinin zihninde ve kalbinde uyandırdığı yankılarla ölçülürdü. Şimdi, Ateist’in düşünceleriyle bir köprü kurduğunu, bu köprünün diğer ucunda ise hakikate dair bir pencere açıldığını hissediyordu. Ve o pencereye daha çok ışık taşıyabilmek için, sözcüklerine derin bir bilgelik ve içten bir inanç katmayı sürdürdü:
İnançlı Kişi: Mantıksal Aşamalar
1. Bilincin Yokluğu:
- Analojideki Karşılık: Burada yazı makinesi, kâinatın işleyişini sürdüren tabiat kanunlarını temsil eder. Bediüzzaman, makinenin kendisinin “bilinçsiz” ve “şuursuz” olduğuna dikkat çekiyor; dolayısıyla makine, yazacağı metnin ne anlamını ne de amacını bilir. Bu da tabiat kanunlarının kendi başına anlamlı bir düzen sürdüremeyeceğini ifade eder.
- Deist Görüşe Cevap: Deist görüşte yaratıcı, kâinatı bir kez düzenleyip geri çekilir; ancak Bediüzzaman, bilinçsiz ve iradesiz bir mekanizmanın (tabiat kanunlarının) kendi başına anlamlı bir kâinat sürdürebileceğini mantıksız bulur. Bir yazı makinesi, kitabın yazım süreci üzerinde herhangi bir bilince sahip değildir. Nasıl işlediği veya hangi amaç doğrultusunda çalıştığı konusunda farkındalığı yoktur. Bediüzzaman, bilinçsiz ve şuursuz bir makinenin, yani tabiat kanunlarının, kendiliğinden bir düzen meydana getirmesinin imkansızlığını vurgular. Bu, tabiat kanunlarının kendi başına kâinattaki hassas ve dinamik sistemleri anlamlı bir şekilde sürdüremeyeceğini gösterir. Tıpkı yazı makinesinin tek başına mantıklı ve anlamlı bir kitap yazamaması gibi, tabiat kanunlarının da bilinçsiz bir şekilde kâinatı düzenli bir yapıya sokması mümkün değildir.
2. Daha Büyük Zorluk: Bilinçsiz Bir Mekanizmaya Belirli Bir Amacın Yüklenmesi
Bediüzzaman, bir yazı makinesi icat etmenin bile kitaba doğrudan yazmaktan daha zahmetli ve karmaşık bir işlem olduğunu belirtir. Bu da yalnızca bir kitabın yazılması için bu kadar karmaşık bir mekanizma oluşturmanın gereksizliğini ve mantıksızlığını ortaya koyar.
- Analojideki Karşılık: Burada yaratıcı, yazı makinesini icat etmek yerine kitabı doğrudan yazmakla daha kolay bir iş yapmış olurdu. Çünkü yazı makinesinin her detayının, o tek kitabın yazılmasına uygun şekilde tasarlanması, başlı başına kitabın kendisini yazmaktan daha zahmetli ve karmaşık bir süreçtir. Yazı makinesini her aşamada kontrol etmek zorunda kalmaktansa kitabı doğrudan yazmak daha basit olurdu.
- Deist Görüşe Cevap: Deist görüş, kâinattaki düzenin hassas ve dinamikliğini kabul etse bile bu düzenin kendiliğinden sürdüğünü öne sürer. Ancak, Bediüzzaman’ın analojisinde olduğu gibi, kâinatın düzeni öyle hassas bir mekanizmadır ki, bilinçsiz bir işleyişle amaca uygun bir düzeni sürdürebilmesi imkânsızdır. Bilinçsiz tabiat kanunlarının bu kadar anlamlı ve uyumlu bir düzen sağlayabilmesi, mantıksal olarak yaratıcı bir gücün doğrudan müdahalesinden daha karmaşık bir açıklamaya muhtaçtır.
İnançlı Kişi’nin sözleri odada yankılanırken, her bir dinleyicinin zihninde farklı bir soru ve içsel bir sorgulama baş gösterdi. Deist, derin bir düşünceye dalarak bakışlarını uzaklara çevirdi; sanki bu sözler, ona kâinata dair bildiğini düşündüğü her şeyi yeniden değerlendirtecek bir bakış açısı sunuyordu. Ateist, bu açıklamaların mantıksal tutarlılığına dair içinde yükselen şaşkınlıkla, alışık olmadığı bir sorgulamanın ağırlığını hissediyordu. Agnostik ise, bu konuşmaların zihninde oluşturduğu merak ve belirsizlik duygusuyla sessizce, düşüncelerine dalmış gibi, yüz ifadesi giderek ciddileşiyordu.
İnançlı Kişi, dinleyicilerinin yüzlerinde beliren bu değişimi göz ucuyla fark etti. Sözcüklerinin onlarda uyandırdığı etkiyi gördükçe, konuyu daha da derinlemesine anlatma isteğiyle doldu. İçinde büyüyen bu coşkuyla, açıklamaların bir sonraki şıkkına geçerek tüm varoluşu aydınlatacak yeni bir pencere daha aralamaya hazırdı.
İnançlı Kişi: Açıklamalara devam edelim:
3. Düzenin Sürdürülmesindeki Zorluk: Kontrol Gereksinimi
Yazı makinesi ne kadar karmaşık ve detaylı bir işleyişe sahip olsa da kendi başına anlamlı bir kitap yazması için bir kontrol mekanizması gereklidir. Burada Bediüzzaman, bir makinenin belirli bir düzen ve amaca uygun olarak işlemesi için sürekli bir kontrolün zorunlu olduğunu belirtir.
- Analojideki Karşılık: Bir yazı makinesi, ancak yazdığı her harfi ve cümleyi anlamlı bir bütün haline getirebilen bir denetim ile anlamlı bir kitap oluşturabilir. Yazı makinesi, bilinçsiz ve iradesiz olduğu için kendi başına bir düzen oluşturamaz; her aşamasının bir kontrolle denetlenmesi gerekir.
- Deist Görüşe Cevap: Bediüzzaman, kâinattaki düzenin sürdürülebilmesi için sürekli bir müdahale gerektiğini vurgular. Bilinçsiz bir yazı makinesi ne kadar karmaşık ve gelişmiş olursa olsun, bir kontrol mekanizması (sürekli bir denetim) olmadan anlamlı bir eser ortaya koyması mümkün değildir. Bilinçsiz bir makinenin, baştan sona mantıklı bir bütünlük oluşturarak kitabı yazması için sürekli bir kontrol ve yönlendirme gereklidir. Benzer şekilde, tabiat kanunlarının bilinçsiz bir şekilde kâinattaki karmaşık düzeni sürdürebileceği düşüncesi imkansızdır. Düzenin sürekli sağlanması için bir yaratıcının bilinçli bir müdahalesi gereklidir. Tabiat kanunları, kendi başlarına herhangi bir bilince sahip olmadıkları için, düzenin sürekliliğini ve kâinattaki uyumu devam ettiremezler. Kâinattaki düzenin sürekliliği, ancak yaratıcı bir gücün sürekli müdahalesiyle sağlanabilir.
4. Anlamlı Düzenin Kendi Başına Sürdürülemeyeceği
Bediüzzaman’ın analojisinde, yaratıcı gücün yazı makinesini icat ederek kitabın yazılmasını makineye bırakması, anlamsız bir beklentidir. Çünkü makine bilinçsiz olduğu için kitaptan beklenen anlam ve düzeni kendi başına sağlayamaz.
- Analojideki Sonuç: Yaratıcı, makineye “Haydi sen yaz” diyerek kendi karışmadan anlamlı bir kitap elde edemez. Bu durumda makinenin ürettiği şey ya anlamsız olur ya da sürekli bir kontrol gerektirir. Aynı şekilde, kâinattaki düzen, bilinçsiz tabiat kanunlarına bırakılarak sürdürülemez; düzenli bir işleyiş ve amaca uygun yapı ancak yaratıcı bir gücün sürekli müdahalesiyle mümkündür.
- Deist Görüşe Cevap: Bediüzzaman göre, yaratıcı bir varlık, kâinatı yalnızca başlatıp sonra geri çekilmiş olsaydı, kâinattaki karmaşık düzenin sürekli olarak korunması mümkün olmazdı. Tıpkı bilinçsiz bir yazı makinesinden anlamlı bir kitap yazmasının beklenemeyeceği gibi, tabiat kanunlarının da kendi başına kâinattaki düzeni devam ettirmesi beklenemez. Kâinatın işleyişinin yalnızca bilinçsiz tabiat kanunlarına bırakılması, düzenin sürdürülebilirliğini sağlamaz ve yaratıcı bir gücün devam eden müdahalesini zorunlu kılar. Bu durumda kâinatın düzeni, yalnızca bir başlangıç müdahalesiyle değil, sürekli bir yaratıcı kontrolle anlam kazanır
Bediüzzaman’ın “yazı makinesi” analojisi, deist görüşün mantıksal açmazını ortaya koyar. Ona göre, kâinat bilinçsiz tabiat kanunlarına bırakıldığında karmaşık ve anlamlı bir düzeni sürdüremez. Yazı makinesi gibi bilinçsiz bir mekanizmanın “haydi yaz” denilerek anlamlı bir eser üretemeyeceği gibi, kâinat da “haydi sen işle” denilerek kendi başına anlamlı bir düzen oluşturamaz. Bu düzen, yaratıcı bir varlığın sürekli müdahalesini ve kontrolünü gerektirir.
Deist, açıklamaları dinlerken hayranlığını gizleyemiyor, neden bu tür bilgilerden habersiz olduğunu düşündükçe[2] hayıflanıyordu. Bu hayranlık ve şaşkınlık hareketlerine yansıyordu; yüzündeki aydınlanma ve gözlerinin büyüyerek bakması, içindeki derin etkiyi ortaya koyuyordu. Bu durum, İnançlı Kişi’nin gözlerinden kaçmıyordu ve onu mutlu ediyordu.
Bir süre sonra Deist, bu yeni bakış açısını kavramaya çalışarak düşünceli bir ifadeyle İnançlı Kişi’ye baktı:
Deist: Sanırım Bediüzzaman, bir kitabın kendiliğinden anlamlı bir şekilde yazılmasının zorluğunu, hatta imkânsızlığını anlatmaya çalışıyor.
Deist’in bu ifadesi odadaki havayı yeniden derin bir düşünceye bürüdü. Herkes, İnançlı Kişi’nin getirdiği örnekler ve açıklamalar üzerinden kâinattaki düzenin anlamını bir kez daha sorguluyordu. İnançlı Kişi’nin sözleri, Deist’in zihninde ufak çatlaklar açmış, bu çatlaklardan sızan yeni fikirler zihnine ulaşmıştı. Yine de Deist, kendi düşüncesine bağlı kalmak istercesine başını sallayarak derin bir nefes aldı ve karşı görüşünü belirtti.
Deist, bu içsel sorgulamayı bastırmaya çalışarak tekrar söze girdi:
Deist: Her zamanki gibi çok mantıklı argümanlar sunuyorsunuz, bunu anlıyorum. Ancak biz deistler şöyle düşünüyoruz: Tanrı, sonsuz kudret sahibi olan bir yaratıcı; her istediğini, her şeyi, dilediği gibi yaratabilir. Bu evreni de mükemmel bir düzen ve işleyişle yaratmış. Her ihtiyacını karşılayacak şekilde evrene bir yapı kazandırmış, onu hiçbir şeye muhtaç olmayacak hale getirmiş ve şimdi sanatını uzaktan seyretmekte. Tanrı, her detayıyla ilgilenmesine gerek kalmayacak bir eser ortaya koymuştur.
Odadaki herkes bu bakış açısının etkisini sessizce tartarken, İnançlı Kişi yüzünde hafif bir gülümsemeyle gözlerini Deist’e çevirdi. Bu bakış, odadaki sessizliği daha da derinleştiriyor, sanki aralarındaki görünmez bir tartışmanın yeni bir aşamasına işaret ediyordu.
İnançlı Kişi bir süre düşündükten sonra, sanki beklenmedik bir karar almış gibi arkadaşlarına dönüp sakin bir ifadeyle:
İnançlı Kişi: Peki, tamam, sizin dediğiniz gibi olsun.
Bu sözlerle odada derin bir sessizlik oluştu, ardından şaşkınlık ve hayret dolu sesler yankılandı. Deist’in gözleri fal taşı gibi açılmış, gözlerini şaşkınlıkla İnançlı Kişi’ye dikmişti. Ateist, yerinde duramayıp şaşkınlıkla ayağa fırlamış, Agnostik ise eliyle ağzını kapatmış, kafası karışık ve hayret dolu bir ifadeyle bakıyordu.
Ateist, şaşkınlıkla:
Ateist: Ne… Ne oluyor? Bu, pes etmek mi demek?
Agnostik, sessizce mırıldandı:
Agnostik: Bu kadar mantıklı ve bilimsel temellerle açıklamalardan sonra… Böyle bir taviz mi veriyor?
Odada belirsiz bir hava esmeye başlamıştı; herkes İnançlı Kişi’nin bu çıkışını anlamaya çalışıyordu. Oysaki, İnançlı Kişi şimdiye kadar mantıklı ve bilimsel temellerle güçlü argümanlar sunmuş, tartışmada üstün bir pozisyonda gibi görünüyordu. Bu durum, beklenmedik bir geri adım ya da havlu atmak mıydı?
İnançlı Kişi, diğerlerinin şaşkın bakışları arasında yüzünde sakin bir tebessümle onların tepkilerini izliyordu. Sanki tartışmanın seyrini kendi lehine çevirmek için bilerek stratejik bir adım atmış gibiydi.
İnançlı Kişi, derin bir nefes aldı, bakışlarını etrafında gezdirdi ve herkesin dikkatini topladığından emin olduktan sonra sakin ama anlam dolu bir tonla:
İnançlı Kişi: “Ama…” dedi ve bakışlarını ağır ağır Deist’e çevirdi, sanki bir sonraki cümlesi tüm tartışmanın yönünü değiştirecek gibiydi.
Sözlerini tamamlamadan durdu. Bu kısa duraksama, odada yeni bir merak ve heyecan dalgası uyandırmıştı. Deist, Ateist ve Agnostik, İnançlı Kişi’nin ne demek istediğini anlamaya çalışarak birbirlerine baktılar. O an, herkesin içinde aynı soru yankılanıyordu: “Ne demek istiyor?”
Ateist, sabırsız bir ifadeyle İnançlı Kişi’ye doğru eğilerek:
Ateist: Devam et, lütfen! Ne demek istiyorsun? Bu “ama” sözcüğünün ardında ne var?
Agnostik de merakla başını sallayarak Ateist’e katıldı:
Agnostik: Evet, açıklamanı bekliyoruz. Bizi bir merak içinde bırakıyorsun.
İnançlı Kişi, gülümseyerek onlara döndü. Gözlerinde derin bir anlayış ve bilgi birikiminin ifadesi vardı. Onları hafif bir tebessümle karşılık verip başını onaylar şekilde salladı. Fakat bu sessiz onay, onun zihninde bambaşka bir derinlik taşıyordu. Odadaki sessizlik, adeta yeni bir tartışma dalgasının habercisi gibiydi; kâinatın ardındaki hikmeti ve düzeni yeniden düşünmeye başlayan dinleyiciler için ise bu son derece merak uyandırıcıydı.
Ve o an, odadaki herkes hissetti: Bu sadece bir tartışma değil, belki de bir hakikatin eşiğindeydiler.
DEVAM EDECEK (İNŞALLAH)
[1] Analoji: İki farklı şey arasındaki benzerlikleri vurgulayarak bir kavramı veya durumu açıklama ve anlama yöntemidir. Bu benzetme, genellikle daha karmaşık veya soyut bir konuyu, daha basit ve anlaşılır bir örnekle açıklamak için kullanılır.
Örneğin, "Beynin işleyişi, bir bilgisayarın çalışması gibidir" ifadesi bir analojidir. Bu cümlede, beynin ve bilgisayarın nasıl bilgi işlediği arasındaki benzerlik vurgulanmaktadır. Analoji, eğitimde ve bilimde sıkça kullanılarak karmaşık fikirlerin daha anlaşılır hale getirilmesine yardımcı olur.
Başka bir örnek: "Toplum, bir makine gibi işler." Burada toplumun işleyişi, bir makinenin parçalarının birlikte çalışmasına benzetilmiştir.
[2] Bunu Risale-i Nur’ları okuyup bildiği halde pasif duranların da düşünmesi gerekmez mi acaba? Bunlara yetişmek gerekmez mi? Bunun hesabı olmayacak mı?
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.