Abdulkadir MENEK

Abdulkadir MENEK

Cumhurbaşkanlığı seçimleri

Türkiye gelecek yılları önemli ölçüde etkileyecek çok önemli bir süreci yaşıyor. 2010 yılında ki Anayasa Referandumu ile kabul edilen bir değişikliğin neticesi olarak, 10 Ağustos’ta elli milyon civarındaki seçmen ilk kez Cumhurbaşkanını seçmek için sandığa gidecek. Bu bile başlı başına ülkemizin demokratikleşmesi yönünde çok önemli ve tarihi bir adımdır.

Ülkemizde Cumhurbaşkanlığı seçimleri hep sancılı geçmiştir. Çünkü Cumhurbaşkanı devleti temsil eder ve herkes bu temsil özelliğinden dolayı da bu makama çok büyük önem verir. Özellikle devletin derin katmanlarında son yıllara kadar egemen olmuş güçler, Çankaya Köşkü’ne Cumhurbaşkanı olarak gönderecekleri Zat’ın, hep belli bazı özelliklere sahip olmasını istemişler ve çizdikleri çerçevenin dışına taşmamasına çok özel bir itina ve dikkat göstermişlerdir.

Bu çerçeveyi aşarak seçilen Cumhurbaşkanları ise, Çankaya Köşkü’nde görev yaptıkları süre içerisinde, aynı şablonun içine sokulmaya çalışılmış ve adeta bir kuşatmaya tabi tutulmuştur. Bu çerçeveye girmeyi kabul edenler, görevlerini sonuna kadar devam ettirebilmişlerdir. Süleyman Demirel, bunun için çok çarpıcı bir örnek olarak tarih sayfalarındaki yerini almışken, Turgut Özal ise, bu kayıt altına girmeyi kabul etmeyen bir Cumhurbaşkanı olarak ancak üç yıl kadar bu görevi sürdürebilmiş ve bugün bile vicdanlarda aydınlanmayan şüpheli bir vefat neticesinde Hakkın rahmetine kavuşmuştur.

Sun yıllarda, yürütmenin başı sayılan Cumhurbaşkanı’nın, Anayasa’da yapılan bazı değişiklikler ile birlikte icra ile ilgili olarak da yetkileri artırılmıştır. Yüksek mahkemelerin de hepsinde üye ataması konusunda da çok önemli bir ağırlığı var.

Önemli bazı kriz dönemlerinde, Cumhurbaşkanlığı makamı hep ön plana geçmiştir. Turgut Özal, aksiyoner bir Başbakan olarak Çankaya Köşkü’ne çıktıktan sonra, orada pek rahat edemedi. Yetkilerinin azlığından daima şikâyet etti. Eğer konjonktürü uygun bulsaydı, yetkilerin arttırılması ile ilgili olarak bazı adımlar atacaktı. Fakat o dönem şartlar uygun değildi. Bütün bunlara rağmen, çok farklı bir Cumhurbaşkanı profili çizmeye çalıştı. Yetkilerini de olabildiğince kullandı.

Hatta istifa edip yeniden siyasete döneceğine dair görüşlerini ifade ettiğini, çok yakınında bulunanlar, zaman zaman hatıralarında anlatmaktadırlar. Fakat ömrü kifayet etmedi. Şüpheli bir vefatın sonunda Hakkın rahmetine kavuştu fakat milletin de vicdanında ve gönlünde çok önemli bir yer bıraktı.

Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanlığı dönemi ise hatırlandığı zaman, maalesef milletin vicdanında olumlu olarak bir etki bırakmamıştır. 28 Şubat Sürecinin milletin hafızasında çok acı ve elim hatıralarla kazındığı konusunda, milletin büyük bir ekseriyeti hem fikirdir. O zamanlar, bizim cenahın her şeye rağmen desteklemeye devam etmesi ve sürekli olarak yanlışlarını gizleme çabalarına rağmen, çoğumuzun vicdanı, o günlerin dehşetli icraat, kıyım ve zulümlerine tahammül edemedi.

Bu yazı Demirel’in Cumhurbaşkanlığı dönemini kritize eden bir yazı değildir. Fakat bu dönemi her hatırladığımızda vicdani olarak; İmam Hatip Okulları, Kur’an Kursları, Meslek Liseleri, İlahiyat Fakülteleri ve Başörtüsü konusunda yapılan dehşetli kıyım, zulüm ve despotizmi hatırlamadan asla geçemeyiz. Çünkü bu hususları her zaman hatırlamak ve canlı tutmak, sağ kaldığımız sürece bizim üzerimizde çok önemli bir vecibedir.

‘’Başörtülüler Arabistan’a gitsin’’ sözünün söylendiği sırada Sayın Demirel’in yüz ifadesi, tepkisi ve küçümseyici tavrı, bizim için her şeyi açığa çıkaran bir ölçü olmuştu. O zaman tepkimize karşı çıkan kardeşlerimizin pek çoğu, bugün haklılığımızı tasdik ediyor. Ama bugün, bunca gelişmenin ardından bile, hala Demirel’i savunan, 28 Şubat’ta her şeyi dindarları korumak için yaptığını söyleyen bizim mahalle mensupları var. Çok şükür, bunlar artık dikkate alınmayacak kadar çok küçük bir seviyeye gerilediler.

‘’Eğer Demirel 28 Şubat’ta bu tavrı göstermeseydi, askerler milyonlarca Müslümanı öldüreceklerdi’’ sözünü sık sık tekrarlayan ve bugün bile, emeklilik döneminde, ilerlemiş yaşına rağmen yaptığı aynı paralelde bu kadar canhıraş gayret ve sarf ettiği bunca söze rağmen kendisine inanan safdil insanlar için de artık sanırım bir şey demeye gerek yoktur.

Demirel dönemi bittikten sonra da, kaos ve karmaşa devam etti. Çünkü bu sefer de Çankaya Köşkü’ne, Anayasa Mahkemesi Başkanı olarak görev yaptığı süre içerisinde demokratik çıkışlar yapan Ahmet Necdet Sezer seçildi. Bu seçilme konusunu da ayrı bir değerlendirmeye tabi tutmak gerekir. Demirel’in icraatlarından son derece memnun olan Ecevit ve Yılmaz gibi parti liderleri, görev süresinin uzatılması için bir çalışma başlattılar ve parti liderleri ile görüşmelere başladılar.

O zaman TBMM’nde grubu bulunan bütün partiler- ki bunlardan bir kısmı, o zamanın tablosu gereği başka çareleri olmadığı içim sırf Demirel’i yeniden seçtirmemek için- ortak bir önerge ile Ahmet Necdet Sezer’i Cumhurbaşkanlığına aday olarak gösterdiler ve ilk tur oylamada seçildi.

Sezer’in Cumhurbaşkanlığı dönemi ise, hakikaten bu makam için tam bir kayıp yıllar şeklinde geçti. Fakat siyasetten gelmeyen birisinin bu makamda bulunduğu zaman; dengeleri hesaplayabilme, hassasiyetleri ölçebilme noktasında son derece yetersiz kalabileceklerinin Dünya Siyaset Tarihine geçmeyi hak eden çok büyük ve üzücü bir örneğini hep beraber yaşadık.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum