
Muhammed Emin ŞÜKRÎ
Allah ilgisiz olur mu hiç?
Âşık, ey âşık, ey gözü kalbine takılmış kişi, bil ki, aşk cevapsız kalan suallerden doğar. Cevapsızlığın düşürdüğü boşluklar yeni yeni muhabbetlerin kaynağıdır. Düşmekten korkma o yüzden. Fakat soramamaktan kork. Aramamaktan kork. Soranın-arayanın bir ümidi vardır. "Bulanlar ancak arayanlardır..." denmiş ya. Hüda'nın ona hidayetini bahşetmesi, uğruna cihad edene yollarını göstermesi, ümit edilir. Ama ya ötekinin? O yüzden sualler ediyorum sana. Ve sorular öğreniyorum senden. Soruşturalım aslımızı, ki, aslımız bize garip olmasın. Gafletimiz bize galip gelmesin. O halde sor şimdi sen de benimle birlikte:
Âlemlere müstağni olan Allah âlemleri neden yarattı? Hiçbirşeye muhtaç olmayan es-Samed'e ne bahşedeceklerdi ki? Şüphesiz Onun mahlukata ihtiyacı yoktu. Fakat kemalinin şânı lütfetmeyi iktiza etti. Büyüklük öyle olurdu çünkü. Onun şân u keremine öyle yakışırdı. İşte, biz, Onun bu şânının tezahürüne 'Rahmet' diyoruz, daha hassa 'Rahimiyet' diye tesmiye ediyoruz. Fatiha'da 'Âlemler Rabbi' olduğunu hatırladıktan sonra 'Rahman u Rahîm' adlarını da kendimize hatırlatıyoruz. Bu, bir manada, Allah'ın neden 'Âlemler Rabbi' olduğunun da izahı. Evet. O el-Ganî istiğnasında bir yalnızlığı seçmedi. Mahlukatıyla bir Allah olmayı seçti. 'Hazine' yalnız da varolabilirdi. Fakat, O, ilahlık derecesinde kemalinin tecellisiyle 'bilinmeyi' de hediye etti bizlere.
Ateistler aşağılık varlıklar. Suizan makineleri. Kemlik kutuları... Bunu yüzlerine de söylemekten çekinme. Çünkü Allah'ın 'bilinmek istemesi'ni megolamanlıklarıyla karıştırıyorlar. Narsistliklerini Allah'a taşıyarak, hâşâ, Allah'la bir empati yapıyorlar. Halbuki Allah mahlukatına benzemekten münezzehtir. Onun kibriyası mahlukatının kibrine benzemez. Onun senası kendine dair bir 'sanrı' içermez. O nasıl övüyorsa, övdürüyorsa, hem de fazla fazlasıyla hakediyor zaten onları. 'Âlemler Rabbi' olmasıyla herşey ortada zaten. Varolan her ne varsa yokluktan varlığa çıkarmasıyla ancak varolmuş. "Ol!" demiş de olmuş. O oldurmuş. Olanların övmesiyle büyüklüğüne ne katılabilir? Övmeseler, hâşâ, neyi eksilir? Bizden istedikleri yine hep bizim için. Hem uluhiyetinin şânı hem de fıtratımızın hakkı için. Şeriat indiyse ' olanların olması gerektiği gibi olması' için. Nasıl karıştırıyorsun?
Senin narsistliğin hakkın olmayanı istemekten. Kendini olmadığın şeyler gibi görmekten. Layık olmadığın makamlarla anmaktan. Yaratmadığın şeylerin hamdini hırsızlamaktan. Eğer 'Elhamdülillah' demek nedir tastamam bilseydin bu beladan da kurtulacaktın. Yaratmadıklarını yarattım sanrılamanın en büyük sebebi övgülerini haksızca kendine celbetmekten. Övgüler sana gelmeseydi ayılacaktın. Zaten her sarhoşun başını döndüren aynı şaşkınlıktır. "Ne güzel yapılmış, yerine 'Ne güzeldir!' der, perestişe lâyık bir sanem hükmüne getirir." O yüzden hamdin asıl adresi öğretildi sana Fatiha'ya başlarken. Sonra da Allah'ın Rahmanlığı ile Rahimiyeti hatırlatıldı. Böylece yoktan vara neden çıkıldığını da kavramış oldun. Evet, sen yoktan vara çıkarıldın, elinde yaratmak olduğu için değil, seni yaratanın şânında rahmet olduğu için. O rahmet sahibi olduğu için sen bu haldesin. Ve varlığın içinde yol almak istiyorsan da 'alaka' tam burada duruyor. Rahmete tutunduğun ölçüde varda kalabilirsin.
"Vereceğin her hayra muhtacım!" derken Musa aleyhisselam tam isabet söylüyor. Pehlivanlığına, pazusuna, gençliğine güvenmiyor. "Şuayb aleyhisselamın sürüsünü ben sulattım. Gücümü gösterdim. Diğer çobanlar da birşey diyemedi." demiyor. O delikanlılık içinde hâlâ aczini biliyor. İşte, bu, çok büyük bir iştir. Ve bizim işi bilmezliğimizin delili de budur. Böyle bir Musa, gün gelir, Firavun'a da meydan okur. Çünkü o gücün kaynağını çok iyi biliyor. Hamdin kime ait olduğunu tam takdir ediyor. Muvaffakiyetlerini kendine yazmıyor ki teşebbüslerinin de sınırı kendisiyle bir hudut olsun. Allah'ı kendine yardımcı bilen yapabileceklerinin sınırlarını yoktan vara kadar açmıştır. Asâsını denize vurduğunda olanları garipsememek gerekir. Göğe elif çizeni için, Allah, Ay'ı da ikiye de bölecektir. Kudretinin herşeye yettiğini 'herşeyi yaratarak' gösterene bunlar ağır değildir.
O zaman aşk için de güvenilecek yalnız Allah'tır. Hem zaten Rahmanlık içre Rahimiyeti bulmak için değil midir? Rahmet bize bir ümit veriyor. Allah mahlukatına ilgi gösteriyor. Onları yoktan vara çıkaracak kadar hem de. Her an varda tutacak kadar hem de. Cemaliyle bir ilgi gösteriyor. Celaliyle bir ilgi gösteriyor. Keremiyle bir ilgi gösteriyor. Kemaliyle binbir ilgi gösteriyor.
Bütün bunlar mahlukatına gösterdiği rahmet ilgisinin renkleri... Rahimiyeti ise o ilgiyi parlatıyor. Hatta Kahhariyeti dahi bir ilgidir. Hasımlarına 'unutmadığını' gösterir. Cehennem ehlinin, belki, bunu muhabbetten saymaları mümkündür. Allah'ın ilgisinden kaçamayacaklardır. Ademe saklanamayacaklardır. Allah mahlukatına ilgisiz olmaz. İlgisiz bir 'Allah' yaratıcı olamaz. Yaratıcılık zaten ilgisizlikle bir olmaz. O yüzden deistlere 'Aptal!' diyorum işte ben. Onlar şu ayet-i kerime mealinin nasıl büyük bir hakikati haber verdiğini kavrayamıyorlar: "İnsan başıboş bırakılacağını mı sanır?" Yaratacak kadar ilgilenen sonra başıboş bırakır mı? İşte binbir alakasına bir alakayla cevap vermenin adıdır aşk. Ne kadar şiddetlense de hakettiği dereceye ulaşamaz.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.