
Mustafa KILIÇ
Hukuk
Risale-i Nur'dan bir paragraf: "İnsandaki kuvve-i şeheviye, kuvve-i gazabiye, kuvve-i akliye Sâni' tarafından tahdid edilmediğinden ve insanın cüz'-i ihtiyarîsiyle terakkisini temin etmek için bu kuvvetler başıboş bırakıldığından, muamelâtta zulüm ve tecavüzler vukua gelir. Bu tecavüzleri önlemek için, cemaat-i insaniye çalışmalarının semerelerini mübadele etmekte adalete muhtaçtır. Lâkin her ferdin aklı, adaleti idrakten âciz olduğundan, küllî bir akla ihtiyaç vardır ki; ferdler, o küllî akıldan istifade etsinler. Öyle küllî bir akıl da ancak kanun şeklinde olur. Öyle bir kanun, ancak şeriattır." (İşarat-ül İ'caz)
Evet, insan kendisinde bulunan kuvvelerin derecesine göre çeşitli hallere girebilen bir varlıktır. Bu 3 kuvvenin ifrat mertebesi sapıklığa, zulme, dolandırıcılığa ve daha nice kötülüğe sebep olur. Bu 3 kuvveyi bireysel planda had altına alacak olan şey din olduğu gibi sosyal anlamda düzene sokacak olan şey ise dinin hukuku olan şeriattır.
Gerçi batı tarzı hukuk Roma hukuku ile Hz. İsa'dan öncesine zamanlansa da 124 bin peygamberden sadece 20-30 tanesinin adını bildiğimizden Roma hukukunun da temeli İlahi bir saike dayanıyor olabilir. Zaten her türlü hukuk kurallarına meşruiyet kazandıran ve her vicdanda bir savcı ve polis bırakan şey dindir.
İnsanoğlunun sınırlandırılmamış duyguları nasıl İlahi bir sınırı gerektiriyorsa, kâinatta her şeyi bir kanun altında işlettiren İlahi Rububiyet ve Hikmet de aynı şekilde şeriatı gerektirir.
Toplumsal düzen ancak etkin ve adil bir hukuk sistemi ile korunabilir. En iptidai toplumların bile töreleri, yazılı olmasa da sözlü kanunları vardır. Bu topluma güven duygusu verir. Çünkü fiillerin sonuçları önceden bellidir. Neyin ödüllendirileceği ve neyin cezalandırılacağı keyfi durumlara değil, kanunlara bağlıdır. Bu da insanlara güven verir. Ve ancak bu şekilde toplum yaşayabilir.
Risale-i Nur'da küfrü mutlak için istibdat ve anarşi ile neden sonuç ilişkisi kurulur. Eğer galaksileri çeviren İlahi gücün hakemliği reddedilirse insanın kendisi gibi insanlar tarafından konulmuş kurallara samimi bir biçimde uyması mümkün olmaz. Ahlak ve hukuk soysuz kalır. Ateistler ne kadar ahlaktan dem vursalar da bu köksüz ve kişisel bir yaklaşım olabilir ancak. Çünkü kimisi için hırsızlık bir ahlaksızlık olmayabilir. Diğer biri zinayı meşru görür. Öbürü için kendisine söven birini öldürmek gereklidir. Vesaire vesaire. Böylece sosyal düzen zir ü zeber olur. Bu anarşi ortamı da hakim sınıfları istibdada razı eder.
Hukuksuzluk özellikle bizim toplumumuz için çok riskli bir zehirdir. Çünkü Türk milletinin İslam öncesine dayanan kut anlayışı az çok devam ediyor. Bu inanışa göre hükümdarlığa geçen kişi Tanrıdan Kut almıştır. Bu inanış Türk toplumunda eskiden beri liderlere karşı bazen körü körüne denebilecek bir itaati sonuç vermiştir. Peki devlet ve lider kutsalsa ama hukuk işlemezse ne olur? Tabi ki despotluk kaçınılmaz olur. Kanunilik yoksa toplum çöker. Çökmüş bir toplum da devleti ayakta tutamaz. Türklerin kurdukları onca devlet arasında en uzun ömürlüsünün şeriate dayanan Osmanlı olması tesadüfi değildir.
Hani meşhur bir söz vardır: Hem müslüman hem laik olunmaz diye. Daha mantıksal bir çıkarımda bulunacaksak "hem laik hem adil olunmaz" diyebiliriz. Çünkü hukukun İlahi olan ile bağlantısını kesen bir laisizm anlayışının hukuk doktrini keyfilikten kurtulamayacaktır. Son 200 yıllık insanlık tarihi buna şahittir.
Bu yazıda hukukun insan fıtratından dolayı bir gereklilik olduğuna ve hukukun ise ancak İlahi bir dayanakla adaleti sağlayabileceğine değindik. Ama teferruatta şu şöyle olmalıdır kısmı boyumuzu aşacağı için girmedik. Yani tezimiz önceliğin Allah'ın hükümlerini uygulama iradesini ortaya koymak olması gerektiğidir. Bu hükümlerin ne olduğunu konunun uzmanlarına bıraktık.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.