Mehmet Ali KAYA
Cumhuriyet
Cumhur, halk ve topluluk anlamına gelir. Sosyal hayatta hayatını geçirmek durumunda olan insan için cumhurun ve toplumun büyük önemi vardır. Dinin insana yüklediği sorumlulukların büyük bir çoğunluğu sosyal hayat ile ilgilidir. Bu nedenle insan, toplum ve yönetim şekli olan cumhuriyet arasında önemli bir ilgi ve alaka vardır.
Yüce Allah'ın âdemi toplum içinde ihtiyaçlarını giderebilecek bir mahiyette yaratmıştır ki sosyal hayat teşekkül etsin. Toplum hayatı oluşturma amacına yönelik yarattığı insana yüce Allah'ın Kur’ân-ı Kerimde “Nâs” ve “Ey İnsanlar!” şeklinde hitap etmesi “Herkesi cumhur-u nâsa tabi olmaya davet eder. Çükü, cumhura muhalefet öyle bir hatadır ki, o hatayı irtikâp etmek, kalbin, vicdanın şanından değildir.” (İşaratu’l-İ’câz, 2006, s.163) Bu önemli sebeplerden dolayıdır ki cumhuriyet insana değer veren ve insanın yaratılıştan kendisine ihsan edilen iradenin kullanımını sağlayan “temel hak ve hürriyetlerin” kullanımına imkân tanıyan ve insanı insan yapan değerlerin ortaya çıkmasına yardım eden siyasal sistemdir.
Bediüzzaman Said Nursi hazretleri bu nedenle Cumhuriyeti “adalet, meşveret ve kanun hâkimiyeti” (ESDE, Makâlât, 2009, s.53) şeklinde tarif etmiştir. Çağımız hak ve hürriyetlerin kâmil manada uygulanması ile insanların insanlık özelliklerinin ortaya çıktığı ve kabiliyetlerinin inkişaf ettiği bir dönemdir. Teknolojik gelişmelerin ve insanların hayatını kolaylaştıran gelişmelerin yaşanmasının sebeplerinden en önemlisi de budur. İnsanın kendisini keşfettiği, hak ve hürriyetlerin değerini anladığı ölçüde insanlığı da medeniyeti de gelişme kaydetmeye devam edecektir.
Sosyolojik olarak insanlığın geçirdiği dönemleri de dikkate alan Bediüzzaman “Hayat-ı içtimaiye-i siyasiye itibarıyla beşerin birkaç devir geçirdiğini, bunların bahşet ve bedevilik, memlukiyet, esaret, ecirlik ve son olarak da malikiyet ve serbestiyet devrine geldiğini” (Mektubat, 2004, s.617) tespit ifade eder. Malikiyet ve serbestiyet devrinin siyasi sisteminin de ancak Demokratik Cumhuriyet olacağını çeşitli yerlerde ifade eder. Kur’ân-ı kerim ve onu esas alan sahabe ve mezheplerin insanların saadeti açısından siyasi olarak ancak çoğunluğun rızasına dayanan “Cumhurî Demokrasi” sistemini işlettikleri ve bilhassa sahabelerin uyguladıklarını ifade eder. Bediüzzaman bu hususu “Dört halife birer reisicumhur idiler.
Hem manasız isim ve resimden ibaret bir cumhuriyetin değil, belki hakiki adaleti ve şer’i hürriyeti içinde barındıran dindar anlamdaki bir cumhuriyetin reisleri idiler” (Şualar, 2005, s. 445-446) şeklinde ifade eder.
Cumhuriyet halkın iradesine önen veren bir sistem olduğu için “Din ve vicdan hürriyetini” ve “Fikir Hürriyetini” en kâmil manada uygulayan “Temel Hak ve Hürriyetlere” en geniş şekilde uygulayan bir sistem olmak durumundadır. Böylece Cumhuriyet “manasız isim ve resim olmaktan” çıkacak ve gerçek manada bir cumhuriyet olacaktır.
Bediüzzaman Said Nursi hazretleri 1922 Kasımında Ankara’ya gelerek TBMM’de bir beyanname neşretmiş ve “Bu ınkılab-ı azimin temel taşları sağlam gerek” (Tarihçe-i Hayat, 2006, s.224) buyurarak Cumhuriyetin sağlam temeller üzerine oturması gerektiğini izah etmiştir. Ama ne ki Cumhuriyet “Tek Parti Diktasına” dönüştürülerek isim ve resimden ibaret hale getirilmiş, Cumhuriyet ve hürriyet namına en şiddetli istibdat uygulanmıştır.
Bediüzzaman Said Nursi hazretleri Cumhuriyete değil, cumhuriyetin istibdada alet edilmesine karşı çıkmıştı; ama “Cumhuriyet düşmanı” ithamı ile çıkarıldığı hakim huzurunda şöyle diyordu: “Eskişehir mahkeme reisinden başka, daha sizler dünyaya gelmeden, ben dindar bir cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki Tarihçe-i Hayatım ispat eder.” (Şualar, 2005, s.445) Bediüzzaman “dindar bir cumhuriyetçi” idi. Bediüzzaman’ın “Meşrutiyet-i Meşrua” “Hürriyet-i Şer’iye” ve “Dindar Cumhuriyet” kavramlarını aynı manaları ifade eden farklı kelimelerdir. Kelimelere takılıp kalmayan ve manaya önem verenler anlarlar ki “Hulefa-i Raşidin hem halife, hem reis-i cumhur idiler. Sıddik-i Ekber (ra) Aşere-i Mübeşşereye ve Sahabe-i Kirama elbette reis-i cumhur hükmünde idi. Fakat mânâsız isim ve resim değil, belki hakikat-ı adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan mana-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler” (Şualar, 445-446) cümlesinde “Cumhuriyet” kavramı “adalet ve hürriyet” (Volkan, 26 Şubat 1909, sayı: 70) kavramlarının açılımından ve uygulamasından ibarettir.
Bediüzzaman’a göre esas olan isim değildir; içeriktir. İçinde “adalet, meşveret ve kanun hâkimiyeti” olmayan her sistem ve idare şekli adı ne olursa olsun ister “Şeriat” ister “Cumhuriyet ve Demokrasi” fark etmez istibdattan ibarettir. Bediüzzaman, Meşrutiyet ve Kanun-i Esasiyi de “Adalet ve meşveret-i şer’iye” olarak görür. (ESDE, Divan-ı Harb-i Örfî, s. 120) “Tebeddül-ü esma ile hakaik tebeddül etmez.” (Age, s. 137) “İstibdat ne şekilde olursa olsun, meşrutiyet libasını giysin ve ismini taksın, rast gelsem sille vuracağım” (Age, s. 136) der.
Yüce Allah'ın idareciden istediği şey adalettir. (Nisa, 4:58; Nahl, 16:90) Allah'ın en sevmediği şey ise zulümdür (Âl-i İmran, 3:57) ve Allah zalimleri hidayete erdirmez. (Âl-i İmran, 3:86) Bu nedenle idarecinin ibadeti her şeyden önce adaletle hükmetmektir. Adaletin sağlanması ise öncelikle “Hürriyetin” en geniş manada uygulanmasına bağlıdır. İşlerin de meşveret esasına göre yapılması gerekir ki yüce Allah'ın inananlara emri budur. (Âl-i İmran, 3:159; Şura, 42:38) Seçim, yani halkın idarecisini seçmesi ise zaten istişare mekanizmasının işlemesidir ki sahabelerin halifeleri seçmesi bu şekilde olmuştur. Bu şerî ve Kur’ânî prensiplerin ve kanunların uygulanması ise Demokratik Cumhuriyetin “Cumhuriyet prensiplerine göre” uygulanması ile hayatiyet kazanır.
Bediüzzaman ve ondan iman ve Kur’an dersi alan “Risale-i Nur Talebeleri” be manada Cumhuriyeti “hürriyet-i fikir ve hürriyet-i vicdan düsturunu en geniş manasıyla tatbik eden cumhuriyet ve demokrasi kanunları” (Emirdağ Lâhikası, 2006, s.707) olduğuna inanmışlardır.
Bediüzzaman’a göre “cumhuriyet” hürriyetin en geniş şeklidir. TC hükümeti de cumhuriyetin en serbest şeklini kabul etmiştir. Dolayısıyla asayişe dokunmamak şartıyla cumhuriyet hürriyeti hürriyet-i ilmiyeyi baskı altına alamaz. (Tarihçe-i Hayat, 2006, s.359)
Cumhuriyetin ilanından 1950’de “Demokrasiye” geçene kadar geçen 27 sene Cumhuriyet adına koyu bir istibdadın yaşandığı dönem olmuştur ki bu dönem “Milli Şef Dönemi” ve “Tek Parti İstibdadı” olarak tarihe geçmiştir. Bediüzzaman gibi “ben dindar bir cumhuriyetçiyim” diyenler dahi cumhuriyet düşmanı olarak hapislere ve sürgünlere mahkûm edilmiştir. Bu nedenle Bediüzzaman mahkemede zamanın idarecilerini “İstibdad-ı mutlaka ‘cumhuriyet’ namı vermekle, irtidad-ı mutlakı rejim altına almakla, sefahat-i mutlaka ‘medeniyet’ namı vermekle, cebr-i keyf-i küfriye ‘kanun’ namını takmakla” (Tarihçe-i hayat, 638, 859) itham ederek, uygulamanın cumhuriyet ve medeniyetle ilgisinin olmadığını yüzlerine haykırmıştır.
Sonuç olarak cumhuriyet, “Adalet, eşitlik, hürriyet, meşveret ve seçim” gibi siyasi prensipleri içine alan (ESDE, Makâlât, s.53) ve uygulayan ideal bir idari sistemdir. Demokrasi de seçimi ve imtiyazsızlık manasında eşitliği esas aldığı için cumhuriyetin demokrasi ile taşlanması ve “Cumhurî demokrasi” olması cumhuriyeti şeriatın da istediği ideal bir sistem haline getirmiştir. Cumhuriyetçi demokrasiyi diğer demokrasilerden ayıran en önemli özellik de cumhurun yani, halkın idarecisinin azınlık tarafından değil halkın yüzde ellisinden fazlasının yani çoğunluğun rızası ile seçimine dayanmasındandır. Bu da iki dereceli bir seçim sistemi ile halkın cumhurbaşkanını seçmesi ve başkanlık sistemine geçmesi ile sağlanabilir. Bu durumda “adalet, hürriyet, seçim, meşveret, kanun hâkimiyeti ve kanun karşısında herkesin eşit olması” gibi temel prensiplerini dinden alan cumhuriyet Bediüzzaman’ın istediği ve tarif ettiği “dindar bir cumhuriyet” olacaktır.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.