Daha hapishaneye geldikleri gün Risale okumaya başladılar
Bediüzzaman Hazretleri ile birlikte 1943 senesinde Denizli’de hapis yatan 1925 Buldan doğumlu Memiş Orhan, geçen sene bugün 18 Eylül 2014’de vefat etmişti.
Ömer Özcan’ın haberi
RİSALEHABER
Bir kız kaçırma hadisesinden dolayı çocuk yaşta hapse giren Memiş ağabey, hasbelkader Bediüzzaman ve talebeleri ile birlikte dokuz ay aynı çatı altında kalmış olur.
Çok ilginç hatıralarından kısa bir bölüm:
İlk gelişlerini çocuk koğuşunun penceresinde gördük
Ben içerde iken geldi Bediüzzaman ve talebeleri. İkindi vaktinde geldiler onlar. İlk geldikleri gün, -eski-hapishanenin önü boştu, orada yataklarına dayanıp oturdular, okudular. Hepsinin kucağında kitaplar vardı. Biz çocuk koğuşunun penceresine çıktık, baktık. Çocuk koğuşundan, pencerelerden görülüyordu orası. Biz büyük olduğumuzdan gördük. Diğer çocukların çoğu tıfıldı, onların okuduklarını göremediler.
Onlar gelmeden iki-üç gün önceden derin bir hoca gelecekmiş diye hapishanede duyulmuştu. Bediüzzaman daha hapishaneye gelmeden ün aldı, ünü geldi. Bir hoca gelecekmiş, her şeyi biliyormuş diye nam aldı evvela. Ne dersen cevap veriyormuş dediler. Herkes bunu konuşuyordu. O zaman 650 mahkûm vardı hapishanede. Geleceği duyulunca bugün gelecek, yarın gelecek derken, sonunda geldiler. O gün soğuk yoktu, bahar mevsimiydi galiba.
Memiş Orhan’ın, Denizli Hapishanesi önünde bekleyen Risale-i Nur talebelerini gördüm, dediği manzara. Ağabeyler hapishane önünde. Sene 1943.
Gardiyandan Bediüzzaman’a abdest suyu vazifesi
Çocuk koğuşunda büyük olarak bir Halil vardı, bir de ben varım. Öteki çocuklar ufak, tefek... Çocuk koğuşunun idaresi, iki kişi bizim elimizdeydi. Ertesi gün gardiyan çocuk koğuşunu topladı, tembih etti bize: “Hocanın mangalını yakacaksınız, suyunu ısıtıvereceksiniz, kalktığı zaman sırayla eline suyunu döküvereceksiniz, sıraya koyun” dedi. O gün vazife alan erken kalkıp, ne işi varsa görecek hocanın işini. Biz o gardiyandan aldık vazifeyi. Öylece konuşabildik biz hocayla.
Teneke kapaklı mangallar vardı. O zaman ağaç kömürü (odun kömürü) vardı, yer altı kömürünü o zamana kadar görmemiştim daha ben. Kömürü yaktıracak bir şey de yoktu yanımızda. Kâğıtla falan yakmaya gidiyorsun. Kâğıt, yonga, şudur-budur ne varsa koyuyorsun, o kâğıdı yakıyorsun. Ağaç kömürü öyle yanıyordu. Bu kömürün yanması biraz telaşeli... Bir abdest ibriği vardı onun, saplıydı. Abdest suyunu ılıtıvermek için yakıveriyoruz biz mangalı.
Evladım ayağa su dökülmez
Yarın için benim mahkemem vardı. Halil’e: “Yarın benim mahkemem var, bugün ben yakıvereyim hocanın mangalını” dedim. Benim maksadım “Neylersen neyle, yarın çıkacak mıyım, çıkmayacak mıyım, ben onu soracağım hocaya, içimden geçen o. ” O da: “Tamam yakıver” dedi. Halil’le aramız iyiydi.
Mahkemeden bir gün evvelsi, hocanın mangalını yakıverdim, ibriğini mangalın üstüne koyuverdim. İkindi vakti abdestinin suyunu döktüm eline, nasip oldu. Her namaz vaktinde abdest alırdı. Abdest aldırdığım yer yemekhanenin içi.
Bediüzzaman geldi elini kolunu sıvadı, oturak vardı, onun üstüne oturdu. Ben döküverdim ellerini yıkadı, yüzünü yıkadı falan, sıra ayağına geldi. Eğildiydim döküvereyim diye. “Evladım ayağa su dökülmez” dedi. İbriği koyuverdim yere. İbriği aldı, ayaklarına bir eliyle su döktü, bir eliyle kendisi yuğdu. Peşkiri vardı, ellerini, yüzünü sildi. Ben ayakta dineliyorum gayri, gitmedim, bekledim.
Yarın tahliye olacaksın, yatağını bağla
Abdest aldıktan, elini yüzünü sildikten sonra Bediüzzaman oturdu, ben dineliyordum. Bir şey diyeceğimi anladı. “Evladım sen bir şey konuşacaksan konuş bakalım” dedi. İlk konuşuverdiği bana bu oldu. Ben konuşmadan diyor bunları bana. Ben söylemeden bileceğini biliyordum gayri zaten. Ne dediğimi hatırlamıyorum, herhalde hocam demişimdir. Ahmet ağa diyecek değildim herhalde. Ben daha askere bile gitmemiştim. “Yarın mahkemem var, on birinci mahkeme (duruşma) acaba yine tevkif mi oluruz, tahliye mi oluruz?” dedim. “Sen sabahtan evvel erkenden kalk, millet yatarken her yerine su değesiye kadar gusül abdesti al. Götüremeyeceğin bir şey varsa arkadaşlarına ver, üzerine koyma, yatağını bağla. Sen yarın çıkacaksın” dedi bana. Sonra o kalktı gitti. Onunla benim konuşmam bu kadar oldu. O sırada benim derdim dışarı çıkmak olduğundan başka bir şey konuşmak aklıma bile gelmedi. Yatağını bağla dedi ya, asıl o sevindiriyordu beni. Ben güleçtim herhalde, Halil benimle eğleniyor; “Sen biraz evvelsi gibi değilsin” diyordu bana.
Sabah gardiyanlar yarım saat kala “Mahkemeciler!” diye bağırırlardı. Bağırdılar… Kimin o gün mahkemesi varsa salona çıkar, kelepçeleri takarlar, hep beraber yürüyüşe... Benim gece belki iki saat, üç saat uykum vardı. Kalktık sabahleyin. Ben çanak, kaşık ne varsa verdim, yatağımı bağladım. Yatağımı bağladığımı görünce Halil “Yahu sen ne yapıyorsun?” dedi. “Ne var?” dedim. “Yatağı bağlıyorsun” dedi. “Belki tahliye olacağım” dedim. Yalnız tahliye olanları koğuşa katmıyorlar, müdür odasına gidiliyor ama çıkana hapishane yasak. Yani düşmanı varsa bıçaklayıveriyorlar içerde, çıkarmıyorlar. Hapishanenin türlü türlü işleri var.
Ömer Özcan, Ağabeyler Anlatıyor-6
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.