Misafir Kalem
Dava vekili
Günümüz ekonomik ve sosyal hayatında bir söz vardır. ‘‘Bu zamanda iyi bir avukat, iyi bir Mali Müşavir edinip işlerini ona göre yönlendireceksin.’’ Evet bu tavsiye içerisinde bir çok zorluk barındırmakla birlikte, dünyevi bir endişe ve beklenti taşımaktadır. Dava vekili’nin günümüzdeki karşılığı ise avukatlıktır.
Ancak vekiller davanın önemine münasip olmalı ki dava kazanılsın. Dünyevi davalar hem fani ve geçici ve izafi şeylerdir. Ancak dünyaya imtihan üzere gönderilen insanın başında öyle önemli ve kalıcı bir dava var ki; imanını kaybetmek ya da kazanmakla karşı karşıya. Bu davanın ihmal edilecek bir tarafı yok. Ebedi olarak kazanıp kaybetmek meselesi.
‘‘Müslümanların başına öyle bir hadise ve öyle bir dâvâ açılmış ki, her adam, eğer Alman ve İngiliz kadar kuvveti ve serveti olsa ve aklı da varsa, o tek dâvâyı kazanmak için bilâ tereddüt (hiç terddüt etmeden) sarf edecek. İşte, o dâvâ ise, yüz bin meşâhir-i insaniyenin (insanların en meşhurlarının) ve hadsiz (sayısız) nev-i beşerin (insan nevinin) yıldızları ve mürşidlerinin (yol göstericilerinin) müttefikan (ittifakla), Kâinat Sahibinin ve Mutasarrıfının binler vaad ve ahdlerine (söz ve vaatlerine) istinaden haber verdikleri ve bir kısmı gözleriyle gördükleri şu ki:
Herkesin, iman mukabilinde, bu zemin yüzü kadar bağlar ve kasırlarla (köşklerle) müzeyyen (süslenmiş) ve bâki ve daimî bir tarla ve mülkü kazanmak veya kaybetmek dâvâsı başına açılmış. Eğer iman vesikasını sağlam elde etmezse kaybedecek. Ve bu asırda, maddiyyunluk tâunuyla (maddeciliğe bağımlılık hastalığı), çoklar o dâvâsını kaybediyor. Hattâ bir ehl-i keşif ve tahkik, bir yerde kırk vefiyattan (vefattan) yalnız birkaç tanesi kazandığını sekeratta müşahede etmiş; ötekiler kaybetmişler. Acaba bu kaybettiği dâvânın yerini, bütün dünya saltanatı o adama verilse doldurabilir mi?’’(Bediüzzaman Said Nursi, Asa-yı Musa, 4.Mesele)
İşte o dâvayı kazandıracak olan hizmetleri ve yüzde doksanına o dâvayı kaybettirmeyen, hârika bir dâva vekilini; o işte çalıştıran vazifeleri bırakıp, ebedi dünyada kalacak gibi âfakî mâlâyaniyat ile iştigal etmek; tam bir akılsızlık bildiğimizden, biz Risale-i Nur Şâkirdleri; "Her birimizin yüz derece aklımız ziyâde olsa da ancak bu vazifeye sarfetmek lâzımdır." diye kanaatımız var.
O büyük davayı yüzde doksanına kazandıran ve yirmi senede yirmi bin adama o davanın kazancının vesikası ve senedi ve beratı olan iman-ı tahkikiyi veren ve Kur’an-ı Hakimin mu’cize-i maneviyesinden neşet edip çıkan ve bu zamanın birinci bir dava vekili bulunan Risale-i Nurdur. (Meyve Risalesi)
Evet bu zamanın birinci dava vekili olan Risale-i Nurlar’a vekalet vermenin yolu nedir diye sorsak, bizden bu vekalet karşılığında ne isteniyor desek, bu vekaletin karşılığında istenen bedel; sadakat ve ihlasla Risale-i Nurlara sahip çıkmak ve neşrine çalışmaktır. Evet nurları anlamanın yolu bir büyüğümüzün ifadesiyle harem dairesine girmekle olur. Nurlar kendine aşık olmayana peçesini sıyırmaz. Mahrem daireye ise, kalp ve ruhun derece-i hayatına çıkabilenler ancak girebilir. Bütün insanlığın böyle bir dava vekiline şiddetle ihtiyaç duyduğu ise aşikardır, vesselam.
Yakup Aksoy
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.