Caner KUTLU
Deizmin bir büyük çaresi
Bediüzzaman'ın her iddiayı evrensel bir dilde ispat etme yöntemi onun eserlerini diğer İslam klasiklerinden ayıran en büyük farklarındandır.
Tabiat Risalesi’nde varlığın sebep, kuvvet, tabiat ilişkilerini bir büyük ispatın parçası olarak ehl-i küfrün elinden çekip alarak imanın diliyle konuşturabilmesi bu yöntemle olmuştur.
Haşir konusunda, yine örneğin, birçok İslam kelamcılarına, felsefecilerine karşı olarak akıl ve mantık diliyle bir büyük ispata ulaşması hayret edilecek bir durumdur.
Bediüzzaman'ın yalnızca ehli küfre karşı değil, ehli imanla konuşurken kullandığı dili de aynı evrensel düzlemden çıkmamıştır.
Örneğin; Allah’a ve haşre iki kere iki dört eder bir evrensel dilde imanı olan bir kişi, Peygamber'ini de aynı yöntemle tanıyabilecektir.
Evet, biz bütün peygamberleri (a.s.) ve peygamberimizin (a.s.m.) peygamberliğini Üstadın dilinden -iki kere iki dört eder derecesinde- bir kesinlikle biliyoruz.
Efendimiz (a.s.m.) bizim için tarihten gelen bir şahsiyet olarak görünmüyor.
Bediüzzaman'ın dilinden, önce peygamberliğin ispatını buluyoruz. Bunun için hiçbir dini bilgiye gerek olmadan, tarihi pek çok veriye ihtiyaç duymadan, sadece akılla başlayan ve oradan kalbin tatmini ve vicdanın dilinde ikrarıyla tamamlanan ve sonrasında diğer duygu ve latifelerin de, tabir-i caizse, aromasını, kokusunu verdiği bir büyük imanı ve muhabbeti ve yakîni yakalayabiliyoruz.
Efendimizi (a.s.m.) yukarıdan, zamanı ve mekânı devre dışı bırakarak, bir mantık silsilesiyle peygamber olarak tanımlıyor ve başkası mümkün olmayan bir sonucu bu şeklide görüp seyredebiliyoruz.
Onu sevmeyi, O'nu evrensel bir tanımayla gerçekleştiriyoruz.
Bu şekilde şüphelerden, insanî endişelerden, olayların törpülemesinden kurtarıyoruz.
Büyük ‘peygamber hakikati’ne kendi aklımız, kalbimizle birlikte ulaşıyoruz.
Bediüzzaman'ın İslam peygamberini bütün dünyaya bir büyük ispat olarak anlatmasıyla biz O’nun (a.s.m.) evrensel bir peygamber olduğunu hakkalyakîn derecesinde görüyoruz.
Bunu gördüğümüz için de her gün bu hakikati yaşamak için bir büyük gücü de takınıyoruz.
Bu güç O’nu (a.s.m.) her an düşünmeyi, sevmeyi ve Yaratıcımızın adıyla birlikte anmayı netice veriyor.
Bediüzzaman, imanı ispatın bir ilk adımı olarak görmediği, bilakis, imanın ‘cüz-i iradenin sarfı’nı gerektiren başlangıç bölümünün mutlaka bir akıl ve kalp bütünleşmesiyle tamamlanmasını ve insanın kendi içinde bir mümküne dönüşmesi şekliyle ele aldığını görüyoruz.
Evet, biz Peygamberimizin (a.s.m.) gerçekten kim olduğunu kesinlik derecesinde biliyor ve O’nu (asm) tanıdıkça imanımız bizi muhabbete ve O’na ulaşacak yakîne götürüyor.
Risalelerin bu şekilde en büyük keşiflerinden biri de peygamber efendilerimizi (a.s) ve Efendimizi (a.s.m.) anlatma yöntemidir.
Bu yöntemle Bediüzzaman, ateizmin olduğu gibi deizmin de panzehrini birlikte kullanmış olmaktadır ki buna insanlık her zamankinden daha çok şimdi muhtaçtır.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.