Feyzullah CİHANGİR
Demokrat milliyetçilere çağrı
Türkçülük, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecinde önemli rol oynamış siyasi ve kültürel bir akım. Resmi tarih söyleminde Osmanlı İmparatorluğu devrinde Türklerin aşağılandığı ve hor görüldüğü dile getirilir. Cumhuriyet ve sonrası ise Türklüğün doğuşu olarak öne çıkarılır. Kuruluş döneminde siyasal bir proje haline getirilen bu söylemin milliyetçiliğin doğasında var olan heves ve coşkunun kimlik projesinde kullanılması, Türkçülüğün geçmişin tasfiyesinde bir araç haline getirilmesi olarak kullanıldığı görülmektedir. Türkçülük bazen doğrudan bazen de dolaylı olarak hem batılılaşmanın aracı ve itici gücü olarak öne çıkarılmış hem de bu süreçte batılılaşma politikalarına destek verenlerin ihtiyaç duyduğu moral-motivasyon kaynağı olmuştur. “On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan” marşının hala coşkuyla söyleniyor olması bu yönden manidardır. Bediüzzaman genel olarak tüm milliyetçi akımlarda görülen din ile çatışma eğilimini milliyetin mabud ittihaz edilmesi olarak değerlendirir.
Esasen bu durum bugünkü Avrupa’nın ortaya çıkmasına neden olan uzun, karmaşık ve çalkantılı sürecin kötü bir kopyasıdır. Batıda kiliseye başkaldırarak özgürleşen insanın aynısının burada da (Anadolu ve Ortadoğu’da) olması gerektiğine dayalı bir dogmanın egemenliği batılılaşma düşüncesinin temelini oluşturmuştur. Bu tabii ki Cumhuriyet Halk Fırkası ile birlikte ortaya çıkmış değildir. Bediüzzaman’ın “İttihad ve Terakki içindeki farmasonlar”, “gizli dinsizler” sözleriyle ifade ettiği grup Osmanlı’nın son döneminde de modernleşmenin yönünün belirlenmesinde etkili olan zihniyeti ifade etmektedir.
Hiç kuşkusuz Türk milleti tarihin eski milletlerinden birisidir ve tarihte derin izler bırakmıştır. Türk milletinin uzun yıllar İslamiyet’in bayraktarlığını yapmış olması, üç kıtaya yayılması, Avrupalılara üstün gelişi Batılı zihninde Türk ile Müslüman kavramının aynı anlamda kullanılmasına neden olan tarihi bir realitedir. Cemil Meriç’e “Bütün Kur’anları yaksak, bütün camileri yıksak, Avrupalının gözünde Osmanlıyız. Osmanlı yani İslam. Karanlık, tehlikeli, düşman bir yığın” sözünü söylettiren Batılılara egemen olan bu bilinç halidir.
Batılılaşmanın çıkış noktasını bu bilinçte aramak gerekir. Batılının şuur altına bir korku ve nefret olarak yerleşen Türk imajının yerini yaşam tarzına varıncaya dek her şeyiyle batılı olan Türkleri vücuda getirme düşüncesi. Adeta Batılıların kendisine rahat bir dünya tasarlamasıdır bu. Batıda olup bizde olmayan bilim, teknoloji ve sermaye her yönden batılılaşmayı meşrulaştıran ve zaruri gösteren olgulardır ve geri kalmamızın nedeni İslamiyettir. “Böyle ahmaklardan mühim bir mevkii işgal eden birisi demiş ki: “Biz Allah Allah diye geri kaldık, Avrupa top tüfek diye diye ileri gitti.” (Mektubat, s.424) Bu söz dönemin ruhuna egemen olan modernleşme anlayışıdır.
Türk modernleşmesi ile yaşanan tecrübe tarihin tersine döndüğünü gösteren önemli bir işarettir. Düne kadar İslamiyet’in bayraktarlığını yapan ve Avrupalı zihninde İslamiyet ile aynı anlama gelen bir milletin İslamiyet’in izini taşıyan her türlü değer ve şeairden sıyrılmak için adeta çırpınması ve bu uğurda yaşadığı büyük dönüşüm suni, icat edilmiş ve tasarlanmış bir süreçtir. Bu sürecin Türkçülüğün kullanılarak yönlendirilmesi hem kaderin garip bir cilvesidir hem de yeni bir “Türk” tasarımı ile ifade edilebilir.
Bugünkü anlamda milliyetçilik her yönüyle modern ve batılı bir kavramdır. Avrupa’da “ulus devlet” adı verilen siyasi yapının ortaya çıkmasına neden olan bu siyasi akım bugün ulus devlet yapılarının aşındığı, siyasal ve bölgesel entegrasyonların giderek güçlendiği bir zeminde tartışılmaya başlanmıştır.
21. yüzyılda ortaya çıkan siyasi ve hukuki değerler milliyetçi siyasetin demokratik bir zemine taşınmasını, kurucu-yapıcı bir siyaset geliştirmesini veya böyle bir siyasete destek vermesini zorunlu kılmaktadır. Bu pek tabiidir ki demokratik değerlerin benimsenmesi, diğer kimliklerin de sahiplenilmesi ve çatışmadan uzak durulmasıyla mümkün olacaktır. Bu aynı zamanda milliyetçiliğin ırkçılıktan kesin çizgilerle ayrılması anlamına da gelmektedir.
Bediüzzaman’ın ırkçılıktan uzak duran milliyetçileri demokrat olarak yorumlaması bu yönüyle çok önemli ve erken bir tespit. (Emirdağ Lahikası, s.386) Bediüzzaman’ın bu ölçüsü farklı milliyetçi taleplerin çatışma potansiyeli taşıdığı göz önüne alınarak değerlendirilmelidir. Tarafları çatışmadan uzak tutarak bir arada yaşamayı mümkün kılacak tek yol samimi ve iyi işleyen bir demokrasinin vücuda getirilmesidir. Bunun ilk şartı tarafların çatışma çıkarmaya müsait tavırlardan ve şiddetten uzak durduklarını açık şekilde ortaya koymalarıdır. Şiddetin olduğu yerde ne adalet, ne hukuk ne de insan onuru ayakta kalabilir.
Uzun vadede Bediüzzaman’ın işaret ettiği ve Demokratlara destek olmaya çağırdığı milliyetçiler ancak bu uyanıştan veya tercihten sonra ortaya çıkacak gibi görünüyor. Burada Bediüzzaman’ın Türkçülüğü (aynı zamanda Arapçılığı, Kürtçülüğü ve diğer milliyetçi türevleri) İttihad-ı İslam’ın içinde mezc olma şartına bağlamasını iyi anlamak gerekiyor. Bediüzzaman’ın İslami değerlerin hiçbir şey ifade etmediği her türlü milliyetçiliğin tam karşısında durduğunu söylemeye dahi gerek yok.
Bu tercih milliyetçilerin önemli bir sorunu. Ya milliyetçi siyaseti 21. yüzyıla taşıyabilmek için demokrasi ve insan haklarına sıkı sıkıya sarılarak milletlerini ileriye taşıyacaklar ya da 20. yüzyıldan kalma sorunlu bir siyaseti devam ettirebilmek için renkten renge girecekler ve milletlerini çatışmanın nesnesi haline getirecekler.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.