Ayhan KÜFLÜOĞLU

Ayhan KÜFLÜOĞLU

Deterministik bir evrende Allahu Teâlâ ne iş yapar!?

Bilimsel Bilim’e Suç Duyurusu ve İslâmî Bilim’e Geçme Talebi

Bedî’üzzaman Said–i Nursî Hazretleri’nin (R.Â.) “Medresetüz Zehra” Projesinin Ders Müfredatı kapsamında; “Bilimsel Bilim’in Eksik – Yanlış – Zararları ve İslâmî Bilim’e niçin Geçmeliyiz? / Metabilgi – Metabilim (Sihrin Yapısı)” isimli kitap çalışmamızın ön hazırlığı niteliğindeki Yazı Dizimize kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Geçen haftaki Âlem-i Şehadet (Zahir / Somut / Mülk / Maddî / Fizik / Afak / Dünya / Kuvvet – Enerji) ve Âlem-i Gayb (Batın / Soyut / Melekût / Manevî / Metafizik / Enfüs / Ahiret / İlim – İrade – Kudret) ilişki, etkileşim ve ayrımı ve nerede başlayıp, nerede bittikleri konusuna ara verip; bu hafta şu sorunun cevabını aramaya çalışacağız: Deterministik bir evrende Allahu Teâlâ ne iş yapar!? (*)

İlliyet ve nedenselliğin hâkim olduğu; yani herşeyin varlık ve devam ve çalışma sebebi, diğer sebep ve mekanizmalarla nedensellenip, açıklanabildiği ve nasıllanıp, tasvir edilebildiği böyle bir evrende Rabbimiz ne iş yapıyordur!?

Bilim’in iddia ettiği gibi; gerçekten, herşeyi başka nedenlere dayayarak nedensellediğimize ve nasıl işlediğini tasvir ederek açıkladığımıza inanıyorsak; böyle bir evren Rabbimiz’e hangi konuda muhtaçtır veya muhtaç mıdır acaba!? Peki böyle bir evrende “iman”a nasıl yer açacağız!? Maddenin perdesini aralayıp, Rabbimiz’e nasıl delil bulacağız!? Kütle kazanımı Higgs’e; yerçekimi kütleye; yağmur, suyun buharlaşması vs. mekanizmalara; yaşam ve türler, evrim – elenme – adaptasyona; elhasıl herşeyi başka nedenlere verince Allahu Teâlâ’ya neyi vereceğiz!?

“Rabbimiz bu kâinat makinasını ve yasalarını kurmuş, herşey bu mekanizma ve kurallar gereği otomatik olarak kendi kendine işliyor”dan fazla verecek bir cevabımız var mı!? Bunu geçtik, bu cevabın doğruluğuna herhangi bir delil – gözlemimiz var mı!? Yani bu sözümüz kâinatta karşılığı olan “bilgi” temelli bir söz mü, yoksa “inanç ve iddia” temelli bir ezberi mi tekrarlıyoruz sadece!?

Rabbim affetsin; ama Bilimsel Bilim’in kurguladığı evren modelinde (güya!) Rabbimiz’e ihtiyaç kalmamakta, âtıl kalmakta! Rabbimiz hakkında bu soruların nezih ve zarif olmadığının farkındayım ama konuyu daha kibar ve veciz özetleyen ve bizi sarsıp, şok edici; okuyanı kendine getirici başka bir üslûp ve ifade biçimi bulamadım!

Bu tür sorulara muhatap olan kişilerde; kâinatta iman’a yer açmak, böylelikle itikadını muhafaza etmek için; Rabbimiz’in bu kâinatla münasebet / ilişkisi, elektriğin bilgisayarla ilişki ve etkileşimine benzetilip; bu metafordan, Rabbimiz’in kâinattaki varlık, nesne ve işleyişin temel ve ana sebebi olduğu söyleniyor. Söyleniyor ama bu sözün altı doldurulmuyor; bu cümleyle ne demek istendiği bence söyleyen için bile açık değil! Soruya muhatap olanın, itikadını, deterministik evrenle tutarlı hâle getirmek ve böylece imanını muhafaza etmek için; ezbere söylediği, klişe bir söz bu! “Bilgi” temelinden yoksun; kâinata tespit edilip, delil – ispatlarla sabitlenmemiş, yani “inanç” bazında bir iddia olarak kalıyor bu! Yani bu sözün mantıkî ve rasyonel ve ilmî temelleri ve fizik – kimya içerisinde neye tekabül ettiği belli değil!

Örneğin: “Herşeyin bir nedeni var. Mes’elâ elma ağaçtan, ağaç topraktan, toprak kayaların ufalanmasından (kayaların ufalanması da ısı, basınç, nem vs.’den) meydana geliyor! Elmanın oluşumu ve başka şeylerin hangi nedenle ve nasıl oluşabildiğini Bilimsel Bilim zaten tasvir edip, mekanizmasını açıklamış! Sen ise bu elmanın Allah’ın eseri, in’âmı, ni’meti, rızkı olduğunu söylüyorsun; bir de elmayı Rabbinin terkip, inşa ve icad ettiğini söylüyorsun! Buna delilin nedir!? Elmayı ağaç, tabiât, sebep, mekanizmalar değil de Allahü Teâlâ’nın yaptığına ve sana gönderdiğine delilin nedir!? Bilim’in gösterdiği sebeplerin yaptığı ve yapabileceği elmayı, hangi mantıkî veya ilmî gerekçeyle, neden ve niçin Allah’a bağlıyorsun!? Yaptığın veya okuduğun hangi gözlem sonucu bu neticeye ulaştın!? Allah varsa bile bu işlere bakmıyor; mekanizmayı kurmuş, evrende işler tıkır tıkır işliyor; yani bu evrendeki herşey madde–enerjinin üretimi, dönüşümü; Allah’ın değil!” Sorusuna, çoğumuzun doyurucu ve karşımızdakini ikna edici bir cevabımız yok!

“İşte saydığın bütün bu şeyleri o nedenleri kullanarak zaten Allah yapıyor” gibilerinden bir sürü ezber ve hamasî cevaplarımız var muhakkak! İyi de benim de sorum bu işte: Allahu Teâlâ’nın bu nedenleri kullanarak, bu işleri yaptığını nereden biliyorsun!? Yani bu nedensel bağlantılar arasında Allah’ın rolü nedir!? Mevcut Bilim bize öyle bir evren senaryosu çiziyor ki, bu senaryoda Rabbimiz dahil değil! Bilim’in kurguladığı senaryoda Rabbimiz’e hiçbir iş, verilmesi gereken bir rol, müdahil olması gereken birşey kalmıyor!

Burada konu dışı bir not düşmek gerekiyor: Rabbimiz’in eşya ve işleyişiyle münasebeti konusunda, maâlesef Risale okuyan bizlerin de kafası karışık! “Kâinatın varlık ve devam ve işleyişi için, O’na muhtaç ve mecbur olduğunu göster! Bilim’in gösterdiği hangi neden ve sebep ve mekanizma yeterli gelmedi de; ‘şu işin şurasında Allah devreye girmeli ve giriyor’ diye iddia ediyorsun!?” sorusuna net ve açık bir cevabımız yok! Cevabımız yok, çünkü okuduğumuz Risaleler’i, diğer okuduğumuz veya uzmanı olduğumuz fizik, kimya gibi bilimlere bağlamamışız! Çünkü Risaleler’i beynimizdeki “din” klasörüne atmışız; fizik – kimyayı da “bilim / bilimsel bilim” klasörüne kaydetmişiz! Büyük ihtimâl kitabımız Kur’ân-ı Kerim’de çoğumuz için “din kitabı” kategorisinde; “hayat ve yaşam kitabı” kategorisinde değil! “İslâmiyet”i de büyük ihtimâl sadece “Din Dersi”nde anlatılması gereken; hayatımızın diğer kısımlarına dokunmayan, diğer derslerden ve hayattan kopuk düşünüyoruz! Herhâlde Üstad’ın Medresetüz Zehra Projesini de; Anadolu Fen İmamhatip Okullarının, üniversite versiyonu gibi birşey zannediyoruz! Neyse asıl konumuz bu değil.

İşte Bedi’üzzaman Hazretleri’nin Risale-i Nur’la yaptığı en büyük devrim bence; Rabbimiz’in sadece metafizik, felsefe, ilâhiyyatın konusu olmadığını gösterip; aynı zamanda fizik, kimya, biyoloji, astronomi, coğrafya gibi deney – gözleme dayalı b/ilimlerin de konusu olduğunu göstermesidir! Yani eşyanın varlık ve işleyiş ve kendi arasındaki etkileşiminde; O’nun varlık ve fiil, tecelli ve etkileri olmadan; salt madde – enerji determinizm / illiyet ilişki – etkileşimleriyle hiçbirşeyin varlık ve devam ve işlemesinin açıklanamayacağı ve nedensellenemeyeceği ve tasvir edilip, nasıllanamayacağı gerçeğidir! (Da Vinci’siz Mona Lisa’nın nasıl ve hangi nedenlerle meydana geldiği boya, fırça, tuval ve bir takım enerjilerle hareket eden fırçalar ile ne kadar tasvir ve nedensellenebilirse o kadar!)

Böylece “ışık olmadan eşyayı göremem” veya “kulağım olmadan sesleri işitemem” veya “yeryüzündeki gündüzün kaynağı ve ısı – ışığın nedeni Güneş’tir” demek gibi; “Allahu Teâlâ olmadan ve ilim – irade – kudret eliyle eşyayı çekip çevirmeden; eşya kendi acziyetiyle, bu şeyleri yapamaz”ın farkına vardırmasıdır! Yani asıl neden, esas sebep, tek fail, biricik müessir, ikincisi olmayan yekta kuvvet / etki sahibinin sadece O olduğunu göstermesidir! Üstelik bu gerçeği; sadece duyularına tâbi olan, yani aklı gözünde olan insanlara da gösterebilmesidir! Yani bu gerçeği görmek ve farketmek için kâlp gözü, vicdan, sezgi, ilham, basiret – firaset gibi ek duyulara veya mikroskop – teleskop gibi yardımcı araç veya uzmanlık alanlarına ihtiyaç ve zorunluluk olmadan; sadece çıplak baş gözümüzle bile bunu göstermeyi başarmasıdır!...

Burada, geçen haftalarda da tekrar ettiğimiz bir konuyu hatırlamamızda yarar var, şöyle ki: Kâinattan elde ettiğimiz ve edeceğimiz bilgiler sor(g)ularımızdan bağımsız değildir; yani neyi ararsak, onu buluruz mes’elesi. Evet, evrende bulduğumuz ve bulacağımız şeyler, aradıklarımızdan bağımsız değildir. Yani eşyaya bakarken sorduğumuz sorular, aradığımız şeyler ve deney – gözlem araçlarımız; farkedip, bulacağımız cevapları da belirliyor.

İşte geçen haftaki yazılarımızı; “Bilimsel Bilim’in yerine ‘İslâmî Bilim’i niçin ve neden tercih etmeliyiz veya tercih etmek zorundayız? Mevcut Bilim’e alternatif olduğunu iddia ettiğiniz bu yeni B/İlim Anlayışının farkı ve üstünlüğü nedir?” sorusunun cevabını arama niyetiyle okursak; yazılarda, bu sorunun kadraj ve kamera açısına giren cümle ve anlamlar netleşip, koyulaşır; diğer anlamlar odak noktasından çıkıp, bulanıklaşmaya başlar. Yazılardan hafızamızda kalacak olanlar da, işte zihin kameramızın zum ve objektif alanına giren bu alanlar olacaktır.

İşte zihin ve niyet kameralarımızın sayısını arttırdığımızda, bunların bir de açı ve yüksekliklerini çeşitlendirdiğimizde yazılarda şu nokta belirginleşmeye başlayacaktır: Herhangi bir düşünsel sistem içerisinde, mes’elâ Bilimsel veya Felsefî Yöntem ve dizge içerisinde ortaya çıkan bir problem ve soru; başka bir sistem içerisinde, mes’elâ Vahyî Yöntem içerisinde belki hiç karşılaşılmayacak bir problemdir. Dahası: Bir metodun, kendi kavram ve yöntemlerinin sonucu olarak doğan; yani yönteminin zorunlu sonucu olarak karşılaştığı problem ve soru(n)ları; Vahyî Yöntem ve enstrüman – kavramlarla cevaplamaya çalışmak doğru değildir. Çünkü problem, Nübüvvet / Vahiy Sisteminden doğmamış ki, o yöntem içerisinden cevap vermek zorunda olalım veya cevap bulabilelim.

Demek istediğim: Bilimsel Yöntem veya Felsefî Düşünce Sistemi’nin kendi dar ve sınırlı kalıpları içerisinde cevaplamaktan aciz kaldığı veya cevabının doğrulama – yanlışlama ve sağlama’sından aciz kaldığı sorular; gene kendi düşünce sistem ve metodundan kaynaklanmakta olup; kendi yöntem ve kavramlarından kaynaklanan bu problemlere, gene o sistem içinde kalınarak veya başka sistemlerden devşirme usulüyle, eklektik / demonte çözümler bulunamaz. Çünkü parçası olduğu kendi sistemi içerisinde fonksiyonel olan bir çözüm veya uygulama, başka sistem içerisinde işlevini kaybeder; hatta çözüm yerine, ithâl edildiği sistem içerisinde yeni problemler üretip, zarar verir. Bir nevi doku uyuşmazlığı gibi.

Peki çözüm için ne yapmalı? Başa dönüp, sistem tekrar check ve revize edilmeli; belki paradigma değişimiyle, sistem tamamen terkedilmeli. Örneğin: Bilimsel Yöntem ve kavramlarına bağlı kalındığı müddetçe “Rabbimiz, ahiret, melekler” delil – ispatı mümkün değil veya sınırlı ve yerin altından tünel açmak gibi zor (30. Söz 1. Maksad’taki temsile bakınız: http://www.erisale.com/#content.tr.1.738). Fakat İslâmî Bilim’in kendi yöntem, tanım ve kavramlarıyla bu mümkün ve gösterilebilir ve Risaleler’de zaten gösterilmiş.

Zaten “bilim” dediğimiz, “bilimsellik” dediğimiz şey; nötr ve tarafsız, evrensel ve objektif değil. Çünkü birşeyi “ya Yaratıcı ve Rabbi, faili ve ustası var(mış)” gibi inceler ve ifade ederiz veya “yok(muş)” gibi. Yani bu konunun ortası, tarafsız kalınacak objektif ve nesnel bir noktası yok.

Bu konuda gözlem yapıp, delil toplamak için, var – yok arası eşit uzaklıkta orta veya dış ölçüm ve yorum noktası ve a’rafta kalınabilecek tarafsız nötr ve yüksüz bölgesi olmadığı için ve zaten Bilimsel Bilim de taraf olarak “Allah var(mış)”ı kabul etmediği, hatta reddettiği için; mecburî istikamet “Allah yok(muş)” gibi ifadeler kullanır ve gözlem – ölçümlerini de öyle tasvir ve ifade eder! Yani gözlemlerinde sadece yatay sebep – sonuç ilişki / etkileşimlerine yakın çekim, zum yaparak; ateist ve materyalist, natüralist ve determinist odaklı bir dünyanın filmini çeker! Sonra bu kurgu ve senaryoya göre; “yaratma” yerine “oluşma”; “Allah irade eder ve yapar” yerine “tesadüfen, rastgele oldu / oluyor”; “sevk-i İlâhî” yerine “içgüdü / sevki tabiî” gibi öznesiz ve failsiz (yani eşyanın varlık ve çalışma ve birşeylere sebep olmasında Allahu Teâlâ yokmuş; varsa bile O müdahale etmeden, zaten O’na ihtiyaç ve zaruret olmadan da işler yürüyebilir ve yürüyormuş gibi) kendi yöntem (Bilimsel Yöntem) ve kavramlarını (Bilimsel Kavram) kullanır! Üstelik, kâinattan keserek montajladığı ve senaryosunu yazarak, seslendirmesini de yaptığı bu yapay animasyonun gerçekliğine herkesin inanmasını dikte eder! Üstelik bunu, Bilimsel Bilim’in objektif ve nesnel, inançtan tarafsız ve bağımsız olduğu yalanıyla, bu ambalajla zihinlere enjekte ve ilka ve telkin eder!

Bilimsel İfadeler’de saklı buna benzer Subliminâl Mesaj ve Gizli İknâ örnekleri, Birden çok Anlamlı Virütik Mesajlar; hemen hemen her ifadelerinde vardır; bazı örnekler için: http://www.metabilgi.org/hurafeornekleri/ linkine bakılabilir. Bu tür, yani şuurumuzun farkına varmadığı için, şuurumuz ve irademizce filtrelenmeyip, sorgulanmadan direkt bilinç ve bilinçaltımıza buyur ve kabul ettiğimiz derin ve gizli ve fısıltılı alt mesajları farkedip, korunmak ve içimizdekileri temizlemek için henüz antivirüs ve aşı ve tedavi programlarımız gelişmemiş! Bu tür parazitli, kirli mesajların tekrar ve telkini; bizde, bu mesajların doğruluğuna delilsiz – ispatsız inanma sürecini başlatır ve derinleştirir! Sinsice yayılan bu tür Yanlış Bilgi Virüsleri kendisini içimizde zihin ve kâlp klasörümüze, oradan tüm davranış kodlarımıza kopyalar; bizi ve tüm davranışlarımızı ele geçirir! Sonraki aşamada; “cami – namazda” ve “çarşı – namaz dışında” olmak üzere, parttime müslümanlık dönemi başlar!

İleride lâzım olacak, bu noktaları zihnimizde tutarak konumuza devam edelim. Yani Bilim, önünde gördüğü masaya bakarak; “ben bunun; marangoz ve ustasını, fail ve öznesini denklem ve teorilerime dahil etmeden; nasıl nedenseller ve tasvir edip, açıklayabilirim?” sorusunun cevabı peşindedir! Üstelik Bilim; “kâinatta Allah’ın varlık ve icraatını gösteren ve ispat eden bir delil ve gözlemim yok! Bilâkis herşeyi O olmadan ve O’na ihtiyaç ve mantıkî zarurette duymadan, çok daha iyi tasvir ve nedenselleyebiliyorum!” iddiasındadır. Yani Bilimsel Yöntem ve ürünü olan Bilim; “Rabbimiz’in olmadığının, olsa bile kâinattaki bu işleyişte etki ve fonksiyonu olmadığının; zaten buna ihtiyaç ve zarurette bulunmadığının” delil – ispatı peşinde! Başta inandıkları veya doğru varsaydıkları “yok(muş)” olduğu için; ister istemez bütün gözlem – ölçümleri ve bunların Bilimsel İfadeleri; bu başlangıçtaki öninancın delil – ispatı olarak iş görüyor!

Bilimsel Makale ve yayınlarda; madde ve işleyişi için “madde – enerjinin dönüşüm ve hareketleriyle açıklanabilen deterministik bir kâinatta, Allahu Teâlâ gibi ek bir sebep ve neden, fail ve özneye ihtiyaç ve zaruret yok” hurafesi, sanki doğruluğu ispatlanmış ve tartışılmaz bir tezmiş gibi kâinat tasvirleri yapılır! Rabbimiz’i hatırlatan veya çağrıştıran, hatta ihtimâl dahiline alan en küçük bir kelime ve cümleye müsaade edilmez! Bilimsel Yöntem ve Yayın Kurallarının dayattığı bu otosansür mekanizmasıyla, hayâlde rafine bir ateist ve materyalist dünya inşa edilerek; okuyucunun bilinçaltı veya şuursuz bilincine, “bu sahte ve kurgusal gerçekliğe inanması” mesaj / komutu gönderilir!

Elhasıl Bilim’in aradığı “Allah” değil; bilâkis “bilim(sellik)”in yöntem ve tanımı nedeniyle, özellikle olayları Rabbimiz’e bağlamaktan (tabir-i caizse; O’na en küçük bir rol vermekten bile) kaçınır! Bilim’in yöntem ve tanım ve niyeti bu olduğu için; mantıken ve zorunlu olarak “Allahu Teâlâ’nın olmadığı, olsa bile O’ndan bağımsız (kâinatın varlık ve devamı için O’na ihtiyaç ve zaruret duymayan) için bir kâinat nasıl mümkün olabilir?” sorusunun cevabı peşinde! Bunun tasvir ve açıklama, nedenselleme ve ispatına çalışıyor!

Bu yetmezmiş gibi, bir de; sanki evrenin Rabbimiz’e ihtiyacı olmadığı delillendirilip, ispatlanmışta artık evrenin bunu nasıl başardığı araştırılıyormuş gibi; failsiz ve öznesiz Bilimsel İfadeler inşa eder! Bilimsel Yöntem bu hâliyle; aslında ateizm ve materyalizm, natüralizm ve determinizmin teori ve pratiğini yapıyor! Bu sebepten mevcut Bilim ve Bilimsel Yönteminin yolu ve amacı Rabbimiz’e giden yol üzerinde değil! Üstelik O’na giden yolları bile bozup, köreltiyor!

Elhasıl mevcut Bilim yanlış sorunun cevabı, yanlış iddianın ispatı peşinde! Yazının başında dediğimiz gibi; yanlış sorunun, doğru cevabı olmaz ve bulduğumuz cevaplar, sorduğumuz sorulardan bağımsız değildir! Çünkü neyi ararsak, onu buluruz; yani bulduklarımız da aradıklarımızdan bağımsız değildir. Kâinatı gözlem ve ölçümlerimizde av ve keşif aletimiz olan “soru” ve kullandığımız “yöntem” ve “kavram / ayrımlar”; filtre ve ağımızın aralıklarını belirler. Aletlerimizi morötesi ışınları farkedip, bulacak şekilde ayarlamışsak; kızılötesi ışınları görmeyeceğiz demektir. Elinde çekiç olanın, herşeyi çivi olarak görmesine benziyor bu…

Bilim: “Madde ve işleyişini açıklamak ve nedensellemek için, kâinatta gösterdiğim bu fırça, tuval, boya ve bunların enerji ve hareketleri gibi madde – sebep – süreç – mekanizmalar yeterli; ayrıca ilim – irade – kudretiyle resmin hem her yerinde, hem de hiçbir yerinde olan (yani resimdeki zaman ve mekân sınırlarından münezzeh; yani metaresim, metafizik, doğaüstü) bir fail ve özne, usta ve ressam olduğunu varsaymak veya varlığını kabul etmek zorunda değilim” gibi gizli – açık mesaj ve ima ve ihsaslarla; “kâinatın varlık ve işleyişinde, her ân ve kesintisiz kendisine muhtaç ve ba(ğım)lı olduğu Allahu Teâlâ”yı kabul etmez, üstelik bunu gereksiz ve spekülâtif sayarak reddeder; yani hipotez bazında bile buna ihtimâl vermez, araştırmaya değer bulmaz! Elhasıl kâinattaki zengin veri ve bilgi çeşidinin, Bilimsel Bilgi ve Bilimsel Bilim’e indirgenip, daraltılması; ufkumuzu daraltıyor!...

Bu Bilim’e göre; “eskiden insanlar sebebini bil(e)medikleri tabiat olaylarını Yer Tanrısı, Gök Tanrısına veriyorlardı; sonra Bilim gelişip, herşeyin sebep – sonucu çözüldükçe, Tek Tanrılı İnançlara evrildiler ama ileride Bilim’in ışığı bu bilinmeyenleri de aydınlattıkça İlk Sebep Tanrısına atıf ve inanma için de mantıkî gerekçe veya zorunluluk kalmayacak!…” gibilerinden küçümseyici ifadelerle; müslüman olan bizleri güya çaktırmadan ilkel ve geri kalmış, imanları cehaletten beslenen diye hakaret eder! Çünkü mevcut Bilim’in zihninde yonttuğu tanrı; Boşlukların Tanrısıdır! (Yani Bilim’in de bir teolojisi ve Tanrı tanımı var!)

Burada bir açıklama ihtiyacı doğdu. “Neden – sonuç / illiyet ve determinizmin hâkim ve genelgeçer olduğu bir evrende, Rabbimiz’in ‘rol ve fonksiyonu’ nedir?” soru ve cevabında biz; nisbeten basit nedensellik örneği olan “bilardo topları ve ıstaka” ilişki – etkileşiminden bahsetmiyoruz! Çünkü eğer masadaki topların hareketi, herhangi bir kanun nizama uymayan ve sürekliliği olmayan ve öngörülemeyen tesadüfî çarpışma ve hareketler olsaydı, zaten mevcut Bilimi de yapamazdık. Çünkü genelleyip, bağlayabileceğimiz bir düzen ve istikrar ve kanunlar olmazdı! O zaman ıstakaların tesadüf rüzgârlarıyla toplara tesadüfen vurabileceği ve vurduğunu ihtimâl alanına dahil ederdik ve araştırmalarımızı bu yönde derinleştirir, buna deliller arar, bunu ispatlamaya çalışırdık! Fakat böyle bir evrende denge, ölçü ve düzen, bilinç ve yaşam da olmazdı; faraza olsaydı bile devam etmez, hemen silinirdi!

Çünkü dediğimiz gibi Bilim yapmayı sağlayan şey evrendeki bu istikrar ve genelgeçerliliktir. İstikrar ve ölçülü bir süreç veya nesnenin, istikrar ve denge nedeni ise, sistem ve sürecin kendi içerisinde aranmaz. Sürece dahil olmadığından sürecin dezavantajlarından etkilenmeyen, süreçdışı faktörler araştırılır! Süreci sürdüreni bulmak için (sürecin nedeni; yani süreçteki nesne, kuvvet ve diğer sebepleri harekete geçirip, kullanan; yani sebepleri sebep ve alet ve vasıta yapan asıl sebep ve fail kim anlamak için) sistem dışına atıf yapmak zorunludur! Yani resmin sebep ve faili olan ressam, resim içinde aranmaz; resmin uzağı – dışında da aranmaz! Resimdeki fırça, boyaları da sebep ve alet yapan asıl sebep ve fail, yani ressam; (resimdekileri etkileyebilmek ve çizebilmek için) resimdeki herşeye hem en yakın, (resimdeki sınırlılık / kayıtlardan etkilenmemek için de) hem de resim cinsinden olmadığı için en uzak olmalı!

Kâinattaki nedensellik ve determinizm ve Rabbimiz’in bu kâinatla nisbeti derken; görece basit nedensellik örneği olan “bilardo topları ve ıstaka” ilişki – etkileşiminden bahsetmiyoruz demiştik. Bizim bahsettiğimiz evrende sentilyonlarca top ve hareketleri birbirine karışıp, çarpışmadan ve hercümerce sebebiyet vermeden (Rabbimiz yönetmezse, her ân / mekân imkânsız gerçekleşiyor yani) ve belli kural ve ölçülerle hep girmesi gereken deliklere giriyor ve hep aynı sonuçların üretilmesi için çarpması gereken noktalara çarpıyor; durmaları gereken yerlerde de belli süre duruyor ve çalışıyorlar!

Yani; “o hâlde bilardo sopalarıyla, zerreleri kim gitmesi gereken hedeflere hareket ettiriyor ve durmaları gereken yerlerde sabitliyor?” sorusu halâ önemli ve öncelikli ve güncelliğini koruyor! Yani Bilim’in, bu “kim” sorusunu geçersiz ve gereksiz ve spekülâtif görmesi kendi inancı! Bunu bilgi’nin değil, inancın konusu olarak görmesi de kendi amentüsü! Yöntem ve tanımı icabı “kim” sorusunu kendi konusu görmeyip; bunu ilmî ve gözlemsel bulmaması ve topu taca atar gibi konuyu metafizik ve felsefeye atması da kendi itikadı!

Mevcut teori ve çözemediği olay / olguları açıklamak ve çözümlemek için; şimdiki ân / mekânda olmayan ve mevcut teknolojisiyle de direkt veya indirekt gözlem yapamadığı ama “olmalı ve şu şu vasıflarda olmalı” diyerek, varsaydığı ve aradığı; hatta matematiksel olarakta teorisini kurduğu “10 – 12 Boyutlu Uzaylar, Alanlar, Sicimler, Paralel – Sonsuz ve Çoklu Evrenler, Boşluk (vakum) Enerjileri, Karanlık Madde, Karanlık Enerjiler, kütlesiz parçalar, dalgalar, antimaddeler, hatta Kütleçekim kuvveti veya Big Bang ve öncesi” gibi konuları belki metafizik görmüyordur! Belki mevcut Bilim için bunlar gayet somut ve ölçülebilir şeylerdir!...

“Bilimsel Bilim, tanım ve yöntem ve niyeti icabı ‘kim’ sorusunun bilimdışı görüyor, bilimsel kabul etmiyor, hatta reddediyor” demiştik. İslâmî Bilim’in, mevcut Bilimden en önemli farklarından birisi de, bu soruyu ana merkeze almasıdır. Örneğin: Bahçedeki bu elma ağacını buraya kim çizdi; zerrelerini tuğla gibi kim ördü!? Bundan daha acaibi: Şapkadan tavşan çıkması gibi, ağacın içinden yaprak – elma – çiçeği kim çıkartıyor!? Yoksa bütün bunların nedeni; bir takım kuvvet, rüzgâr – enerjilerin bu top ve sopaları hareket ettirmesinden başka birşey değil mi!? Ay’dan bakarsak, Dünya’ya uzay boşluğundan (Hazine-i Gayb’tan) her mevsim tonlarca elma ırmakları, armut ırmakları, sütten – baldan ırmaklar akıtılıyor, yağdırılıyor, gönderiliyor, yokken var ediliyor!...

Elhasıl bu tür soruların cevabını bulmak için dâhi veya dedektif, düşünür veya biliminsanı olmaya gerek yok! O’nu görmek için kâinatın dışına veya başlangıcına veya atomun içlerine yolculuk yapmak veya karışık ihtimâl hesapları yapmakta gerekmiyor! Çünkü ve zaten olanlar “mümkün” olduğu için olmuyor; bilâkis olduğu için biz “mümkün(müş)” zannediyoruz o kadar! Mevcut Bilim de yaptığı tasvir ve nedensellemelerle, bizi bütün bunların mümkün olduğuna inandırmaya çalışıyor! “Bak mümkün olmasa olur muydu, oluyor ki mümkün!” diyerek yaptığı totoloji ve safsata, mugalata ve gözboyama, sahte delil ve akıl yürütmelerle bizi de bu ilüzyona inandırmaya çalışıyor!

Aslında günümüzün otoriter ve totaliter mevcut Bilim anlayışı da; görünenden görünmeyene, somuttan soyuta, maddeden manâya ve kanun – fiziğe geçme; yani mahsusu, ma’kûl yapma sürecidir. Ama kâinat fizik – kimyayla işlemez; bilim’in “kanun ve yasalar” diyerek sebep gösterdiği mekanizma ve süreçler, “sebep” değil, “sonuç”tur; daha doğrusu eşyanın davranış biçimi ve bunun tasviridir. Kanun, mekanizma, süreç denilen şey; maddeyi etkileyen ve belli bir davranışa zorlayan enerji ve kuvvet türünden bir varlık değil; sadece zihinde olup, bu sebepten maddeyi etkilemesi imkansız zihnî ve soyut bir kavramdır…

Bilim’in uzun geçmişte olup, yani şimdi – şurada olmadığı için gaybî ve metafizik kategorisinde olup, yani gör(e)mediği ve algılayamadığı ama “kızıla kayma, kozmik fon radyasyonu” gibi bir takım delil – ispatlarla varlığına emin olduğu Big Bang (Büyük Patlama) veya şimdi – burada olduğu hâlde bile hiçbir şekilde algılayamadığı ve göremediği yerçekimi (kütleçekimi) gibi kuvvetlerin varlığına bir takım etki ve delillerinden iman etmesi ve üzerine teori ve hesaplar kurması gibi; İslâmiyet, Rabbimiz ve ahiretin bu Big Bang ve Yerçekimi’nden çok daha fazla sayı ve çeşit ve nitelikte ve aletsiz çıplak gözle bile görünür somutlukta delil ve ispatları olup, gösterilebilir! Ama Bilim’in Bilimsellik Kriterleri’ne (yani sebep – sonuç yumaklarıyla ördüğü, madde – enerji dönüşümleriyle, kuvvet – tabiat – tesadüf – uzun zaman – evrim – mekanizma – süreç – kanun gibi operasyonel kavramlarıyla zihnimize kurguladığı ve gerçekten böyle işlediğine inandırdığı sahte kâinat ilüzyon ve metaforuna) bağ(ım)lı kalındıkça bu mümkün gözükmemektedir. Yani önce Bilim’in zihnimizdeki bu esaret, teshir, sihir ve manipülâsyonundan uyanmak gerekiyor. Bunun için de önce zihnimize bir antivirüs programı gerekiyor!...

Elhasıl gör(e)mediğimiz ve zaten görmemizin de mümkün olmadığı; Bilimsel olarakta gözlem, deney ve DNA testleri yapamayacağımız geçmiş ata, dede, ninelerimizin varlığını kabul edip, inanmadan; burada olan kendi varlığımızı bile açıklayamamız gibi; Allah olmadan da en küçük bir zerrenin varlık ve hareket ve devamını bile açıklayamayız!

Biraz yukarıda verdiğimiz bilardo topları örneğinde olduğu gibi; “yağmurun nasıl yağdığını tasvir etmek”te, “yağmurun neden ve niçin ve niye, hangi sebep ve faille yağdığını açıklamak ve nedensellemek” değildir! Çünkü tasvir; olayların hangi sırada ve ne surette olduğunu söylemektir; açıklama ve nedenselleme değildir! Hatta nasıl olduğunun tasviri bile değildir! Bu işleyişin (yağmurun) failsiz ve öznesiz olmasının mümkün olabileceği ve olduğunun delil – ispatı hiç değildir!

Nasıl ki aşçının hiç sözünü etmeden, sadece yemeğin tasvirini yaparak, aşçısız yemeğin varlık ve devam sebebini açıklayamaz ve nedenselleyemeyiz. Çünkü aşçı gösterdiğimiz sebep – neden – araçları bile “sebep / neden” yapan, asıl sebep ve fail ve ustadır. Aşçı olmazsa; yer – zaman sırasıyla sebep gösterdiklerimiz, yerinden kalkıp, hareket edemez ve organize olup, “sebep” bile olamaz! Yani Allahu Teâlâ gibi bir fail – sebep – özne – neden – usta – müessir olmadan; cansız nesneler canlı gibi hareket edip, “sebep” rolü ve alet edevat fonksiyonu bile kazanamaz! Yani aşçıdan bahsetmeden, yemeğin neden ve niçin ve niyesini açıklayamayıp, nedenselleyemediğimiz gibi; aslında ve hakikâtte aşçı olmadan yemeğin nasıl olabileceği ve olduğunu bile nasıllayıp, tasvir edemeyiz!

Bilimsel Bilim’in indirgemeci ve analiz / parçalamacı; herşeyi maddede arayıp, maddeye indirgemeye çalışan; manevîyatta kör olup, insan zihnini kesret ve çoklukta, madde ve tesadüfte boğucu bakışından kendimizi kurtararak; bir adım geriye çekilerek resmin bütününe bakma zamanı geldi. (Biraz önce Ay’dan Dünya’ya bakmıştık.)

Bilim; “bu tencere, ocak, bıçak, ateş, soğan; (yani Bilim’in gösterdiği sebep, madde, tabiat, tesadüf, zorunluluk, kanun, kuvvetlerin) bu yemeği yapması mantıklı ve mümkün mü?” sorusunu gündeme bile getirmeden; “evet mümkün ve vaki, zaten olan da bu” anlamına gelen tasvir ve nedensellemeleriyle; “aşçı kim?” sorusunu bile doğmadan öldürmekte, böyle bir merakın doğmasına izin bile vermemektedir! Fail ve özneye ihtiyaç ve zaruret olmadan kâinatın varlık ve devam ve çalışması mümkün ve vakiymiş gibi yaptığı evren tasvirleriyle, bu sorunun zihinde uyanmasının önüne geçmektedir!

“Bilim’in tanımı ve Bilimsel Yöntem olarak ‘kim’ sorusunu sormayacağım; çünkü amaç ve niyetim olayların failsiz ve öznesiz olarak; yani doğal ve fizikî sebeplerle olabileceğini; yani bunların İlâhî değil, tabiî ve doğal hâdiseler olduğunu göstermek ve anlatmak!” Kendi yöntem ve tanım, niyet ve tarafını böyle seçen ve belirleyen Bilim; niyetinin doğal sonucu olarak neyi ararsa onu buluyor; sormadığı sorunun cevabını göremiyor; görse de farketmiyor, farketse de bozuyor! Olaylar Bilim’in prizmasında kırılıp, filtrelenerek; Rabbimiz’e çıkan ve çıkabilecek soru ve cevaplar, başka sahte fail ve sebeplerle; hiçbir sebep ve özne bulunamazsa; oluşan açık, görünmez ve herşeye muktedir “tabiât, tesadüf, uzun zaman (evrim), kanun” gibi operasyonel kavram ve soyut süreçlerle kapatılıp, köreltiliyor!

Buradan Bilimsel Makale ve ifadelerde; Sevk-i İlâhî, sevk-i tabiîye; yaratma, oluşmaya; Allah’ın mu’cizesi, doğanın mu’cizesine; Kanun-u İlâhî / Sünnetullah (yani İrade-i İlâhî), Fizik – Tabiat Kanunlarına dönüşüyor. Olay; mevcut kanun, teori veya modellerle açıklanamadığı için öngörülemeyen veya istisnaî bir durumsa, “tesadüf” veya “Bilim ileride çözecek” inancına sığınılıyor!

Özet olarak: Eşyaya bakışımızı inşa ederken ve bu gözlemimizi ifade ederken; ya “fail Rabbi ve işleteni var(mış)” veya “yok(muş)” gibi bakılabileceği ve bunun (var–yok’un ortasının olmaması gibi) orta ve objektif bir noktası yok demiştik.

Mes’elâ yeryüzündeki gündüz, ısı – ışık ve aynalarda görünen Güneşler’in kaynağı ve sebebi gökteki tek “azametli” Güneş’in yansımaları olduğu kabul edilmeli. Aksi hâlde bu yansımaların gökteki tek Güneş’le bağlantısı inkâr edilirse; yerdeki her Güneşçik timsalinin, gökteki Güneş’le aynı sıfatlarda ayrı bir Güneş ve etraftaki bu ısı – ışığın kaynak, sebep ve faili olarakta, yerdeki bu Güneşçiklerin olduğuna inanma zarureti hasıl olmaktadır! Yani cansız ve şuursuz eşyada görünen “ilim, irade, hayat, bilinç” gibi ışıkların kaynağı ve doğum yeri bu “aciz” madde ve zerreleri kabul edilmeli! Yani madde denizinin geniş yüzeyinde ve her damlasında görünen bu ısı – ışık ve Güneşçiklerin Rabbimiz’den değil de; madde ve zerrelerinin kendi tabiat ve özelliğinden kaynaklandığı mantıksızlığı; delilsiz – ispatsız aksiyom olarak kabul edilmek zorunda kalınmalı!… Veya eşyadaki bu özellik ve sıfatlar, Rabbimiz’in isim ve sıfatlarının tecelli ve tezahürleri olduğu görülerek, bunun delil – ispatları gösterilmeli. Herşey bulunması gereken noktaya yerleştirilmeli.

Yani tek ve azametli Güneş’i kabul etmemek veya ret için; yani sadece Rabbimiz’e ait olabilecek ve olan mutlak özellik ve sıfatlar; yerdeki madde ve zerrelere dağıtılıp, böylece tek hakikî Rabbimiz’e inanmaktan kaçınırken; aslında ve hakikâtte sayısız zerre ve eşyaya İlâhlık ve İlâhlık Sıfatları vermek ve çarnaçar öyle de inanmak zarureti hasıl olmaktadır! Farkında bile olmadan insan ürünü politeist (çoktanrılı) bir din inşa edilmiş olunmaktadır! “Farkında olunmadan” diyorum, çünkü kâfir ve müşrikler de içine girdikleri durumun farkına varıp, bilselerdi; zaten pişman olup, tevbe – istiğfar eder; yanlıştan dönerlerdi!

Kısaca kâinatı ve madde – enerjinin varlık ve işleyişini nedensellemek ve nasıllamak (tasvir) için; tüm inanç ve inançsızlıklara eşit ve uzak mes’âfede konumlanıp, tarafsız gözlem ve ifadeler kurabileceğimiz bir gözlem noktası veya eşyanın agnostik olmamıza izin verebileceği nötr ve renksiz bir alan yok! Bu konuda kurulabilecek nötr, yani inanç ve değer’den bağımsız ve ayrı bir cümle yapısı ve ifade biçimi yok! Başta dil ve mantığın yapısı izin vermez buna! Çünkü fiil fâilsiz; eser müessirsiz; isim müsemmasız; sıfat mevsufsuz ve san’ât san’atkârsız olamaz!

Elhasıl Bilim; kâinattaki “ilim, irade, kudret, güzellik, denge, ölçü, adalet, koruma, doyurma, temizleme” gibi fiil, isim ve sıfat ve kanun – hakikâtlerin sahibi ve faili olan Rabbimiz’i kabul etmekten, hiç değilse önvarsaymaktan, yani “var(mış)” gibi yapmaktan kaçındığı ve “yok(muş)” gibiyi varsaydığı için; sadece Rabbimiz’in olabilecek ve olan eşyadaki fiil, kuvvet, sıfat, özellik ve neden – sonuç, eserlerinin; gene maddenin kendi zâtında içkin, kendi tabiat ve özelliğinden kaynaklandığını kabul etmek zorunda kalıyor. Bu zorundalık sebebiyle; “madde–enerji + tabiat + tesadüf–zorundalık + hareket–süreç + uzun zaman (evrim)’in bütün bu işleri yapmasının mümkün olduğuna ve zaten olanın da bu mümkün’ün gerçekleşmesinin delili olduğu” totoloji ve kısır döngüsüne inanmak zorunda kalıyor ve bütün bu zorundalıklarının sonucu olarak; gözlem – deney, teori ve bilimsel ifadelerini de bu inançlarına göre şekillendiriyor!

Yani gözsüz – kulaksız eşyanın kabul etmeyip, bilâkis acziyetiyle reddettiği İlâhlık Sıfatlarını, eşyaya verme politeizminin dava ve savunuculuğunu yapmakta ve bunun farkına bile var(a)mamakta Bilimsel Bilim! Tıpkı eski putperestlerin; “putların maddesine tapmadıkları, bunlarda bazı mukaddes ve kutsal özellikler bulunduğu veya Âlemlerin Rabbi’nin dünyadaki işleri bu putlar gibi vasıta / sebeplerle düzenlediği ve bu putlar vasıtasıyla onlarla iletişime geçtiği” küfür ve şirki gibi!...

Evet putperestler de Allah’a inanıyordu, fakat kafalarında yonttukları bir antropomorfik (insan özelinde yaratılmışa benzeyen) İlâh’a Allah ismi vermiş ona inanıyor, yani kafalarındaki Allah tasavvuruna tapıyorlardı! Yani salt Allah’ın varlığına inanmaları, onları kâfir ve müşrik olmaktan çıkarmıyordu; çünkü gerçek ve reel Allah’a iman etmiyorlardı! (İnkâr etmemek ayrı, kabul etmek ayrı, iman etmek çok daha ayrı mes’elesi.) Yeri gelmişken; ateistler de kafalarında şuradan buradan okuyup şekillendirdikleri ve hayata bakıp tasvir ettikleri bir ilâh tasavvuru çiziyorlar zihinlerinde, sonra bu realitede olmayan Zihnî Tanrıyı inkâr ediyorlar!

Sonuç olarak: Bilimsel Bilim eliyle tutamadığı, gözüyle görmediği ve kavrayamadığı, yani zekâsını ve sınırlarını ve yöntemini aşan bazı soyut ve manevî şeyleri kabul etmediği için; hatta (herşeyi madde–enerjiye indirgemeye ve öyle açıklamaya çalışması ve bu konuda net ve emin ifadeler kullanmasından da anlaşılabileceği gibi) bunu reddettiği için; yani “kâinattaki fiillerin faili ve öznesi, eserlerin müessir ve ustası var(mış)”ı kabul etmediği için; “yok(muş)”u doğru kabul etmek ve bu önvarsayımı doğruymuş gibi “failsiz ve öznesiz” Bilimsel İfadeler kullanmakta ve ilk düğmenin yanlış iliklenmesi gibi, başlangıçtaki önvarsayım / inançlarının kendilerini zorunlu olarak bu yola sevketmesiyle; Rabbimiz’e ait isim – sıfatların, madde’den nedensellenip, doğduğu ve kaynaklandığına inanmaktadır.

Yani mevcut Bilim, ancak putperest ve müşrik, ateist ve materyalist insanların kullanabileceği dil ve argümanlarla hareket etmekte! Bunun sonucu olarak; Higgs Bozonu, Holografik Evren, Sonsuz (yani yaratılmamış veya sonsuz sayıda yaratılan) Paralel Evrenler, Sicim Kuramları, Çoklu Boyutlar, Boşluk Enerjisi, elhasıl Bilim’in keşfedip, bulduğu her “neden (sebep)” veya olmasını varsaydığı herşey; Rabbimiz’le aramıza bir perde sebep, uzaklığı arttıran bir mes’âfe daha eklemekten daha ileriye gidememekte!

Haftaya devam edelim inşâallah.

(*) İnsanlığın tüm felsefe ve bilim, din ve kelâm tarihinde belki en temelde tüm soru ve problemleri temel olarak bu soruya sadeleştirilebilir ve özetlenebilir veya bu soruya verdikleri cevaba göre sınıflandırma yapılabilir. Bu soruya verdikleri cevaba göre temel olarak; teizm, ateizm, deizm, idealizm, rasyonalizm, realizm, materyalizm, natüralizm, determinizm veya mu’tezile, cebriye, eş’âriye, maturidiyye veya katolik, protestan gibi yollara ayrılmışlar. Belki asıl soruları bu olmasa bile; farkında olmadan, bilerek veya bilmeyerek başlangıçta bu soruya verdikleri cevaba göre yollar ayrılmış. “O zaten yok ki evrenle bir münasebeti olsun!...” veya “O var, evren ve bizle ilişkisi de şöyle: ...” diyerek verdikleri cevapların çeşitlerine göre ana ve sonra da diğer tâli yollar açılmış.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.