Şahin DOĞAN
Dindarlık ile modernlik arasındaki uyuşmazlık
Modernlik ile birlikte dindarlığın bizzat kendisinde ve aynı zamanda bütün sahalarında, görmezlikten gelinemeyecek ölçüde, bir açı farklılaşmasının, bir uyuşmazlığın yaşandığı realite artık. Dindarlık ile modernlik arasında ters bir orantının olduğu hususu mevzuya vakıf olan sosyologların sayıları yüzleri bulan bilimsel tespitleriyle sabit. Modernliğin ontolojisi dindarlığı dışlıyor, doğal olarak. Bunun tersi de geçerli. Bu açı farklılaşması ve uyuşmazlığı mimari, felsefe, edebiyat, musiki gibi sahalarda net bir şekilde görmek ve gözlemlemek mümkün. Bilhassa mimari de.
Dinin şekillendirdiği, merkezinde kutsalın yer aldığı geleneksel dünya tasavvurunda mimari, Allah’ın ya da tanrının iradesinin yeryüzünde tecessüm etmiş bir hali gibiydi. Sözgelimi cami kubbesiyle, minaresiyle, harimiyle, mihrabıyla, minberiyle, bitkisel ve geometrik süslemeleriyle kısacası cami ikonografisi İslami dünya tasavvurunun (tevhid) bir özeti, bir izdüşümü gibiydi. Aynı şekilde nef, narteks, naos gibi bölümler ile fresk ve ikonalardan müteşekkil kilise ikonografisi Hıristiyan dünya tasavvurunun (teslis) bir özeti, bir izdüşümü gibiydi. Mabetler, şehrin en merkezi yerlerine yani tam ortalarına her taraftan görülebilecek şekilde kurulurdu. Ve ev gibi diğer sivil yapılara nazaran genellikle zamana karşı daha dayanıklı olan taştan, mermerden inşa edilirdi. Taş, ezeli ve ebedi olanın simgesiydi. Allah’ın yani. Şehrin bütün caddeleri mabede çıkardı.
Bu durum Roma Şehir Tipolojisinin belirgin bir özelliği idi. Orada da şehrin bütün yolları ve caddeleri agoraya çıkardı. Modern AVM’lerin atası agoraya. Zaten Emevi, Abbasi, Selçuklu, Osmanlı ve ortaçağ Avrupa’sının şehir planları ve tipolojisi Roma’dan esinlenmiştir. Kısacası, geleneksel dünyada mabet şehrin kalbiydi. Bütün hayat onun çevresinde akardı. Modernlik, bu düzenli ahengi yerle bir etti. Şehir, kent oldu (kent (site) ile şehir (Medine) arasında esaslı bir fark var. Kent tarihsiz, mazisiz, musikisiz, geleneksiz ve sevimsiz bir kelime. Aksine şehir, bir parça tarihtir, mazidir, gelenektir, musikidir) Aslında şehir ile kent arasındaki uyuşmazlık ne ise dindarlık ile modernlik arasındaki uyuşmazlık odur. İkincisini anlamakta zorlananlar birincisine bakabilir. Çünkü en azından birincisi ikincisine göre daha somut. Mabet, merkezi konum ve görkemini yitirdi, yerini devasa alışveriş merkezlerine (AVM) ve müzelere bıraktı. Gökdelenler kapladı üzerini mabedin. Kentte bütün yollar ve hayat, modern mabetler diyebileceğimiz bu alışveriş merkezleri ve müzelere doğru akar. AVM’ler avamın mabedi, müzeler ise havassın.
Geleneksel dünyada felsefe, henüz bağımsızlığını kazanmamış, haddini bilir bir edayla daha üst bir ilkenin emrindeydi. Sanat ve edebiyat gibi. Felsefenin bağımsızlığını kazanması, aklın vahye karşı zaferinin bir sonucu olarak okundu. Ve kendisini tek ve biricik hakikat mercii olarak ilan etti. Descartes’e ait “düşünüyorum o halde varım” (Cogito, ergo sum) sözü bu gerçeği ifade eder. Modernlikle birlikte kutsaldan kopan felsefenin geldiği son noktayı egzistansiyel filozof Albert Camus çok veciz bir şekilde hülasa eder “Felsefenin nihai amacı intihar etmektir.” Karl Marks daha da insafsız “felsefe öldü” diyordu. Tıpkı “tanrı öldü” (Gott ist tot) diyen Nietzsche gibi. Dinden ve kutsaldan kopmakla felsefe dünyası tam bir taziye evine dönüştü. Gelen öldürdü, giden öldürdü. Arkadan gelenler ise yas tuttu. Musiki ve edebiyatı söylemeye gerek var mı?
Dindar muhayyilenin modernlik ile inançları arasında yaşadığı bu çatışma ve uyuşmazlık karşısında önünde üç seçenek duruyor: Birincisi, inançlarının dünyasına sımsıkı sarılıp var olan gerçekliği/realiteyi ona göre düzenleye çalışmak. İkincisi, inançlarından vazgeçip kendisini var olan modern gerçeklik içinde kaybetmek yani bir nevi imha olmak. Üçüncüsü, inançları ve realite yani dindarlık ile modernlik arasında mümkün olan en asgari mutabakat zeminini arayıp bulmak. Dördüncü bir seçenek ise henüz ufukta görünmüyor. Bir empati yapmak ya da birazcık iyimser olmak icap ederse, modernist eğilimli bazı Müslüman düşünürlerin yaklaşık bir buçuk asırdır yapmaya çalıştığı şey, üçüncü seçeneği hayata geçirebilmek. Zaten modernist İslam’ın hikayesi dindarlık ile modernlik arasındaki uyuşmazlığı giderme hikayesidir. Ama bunu ne kadar becerebildikleri ve başarabildikleri ayrı bir tartışmanın konusu.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.