Sami KURT
İki Sema İki Nur – Hayat ve Şuur (2)
Bir elime kalemi alıyorum, diğer elim aşağıda. Kalemi boşluğa bırakıyorum. Kalem aşağıya doğru olan hareketinin sonunda diğer elimle buluşuyor. El ve kalem bir araya geliyor… Anlamlı birliktelik oluşuyor.
Kalem neden düşüyor?
-Yer çekimi kanunu ya da diğer ifadeyle kütle çekim kanunu nedeniyle…
Peki, sebep - sonuç açısından bakıldığında;
Kalem düştüğü için mi yerçekimi kanunu var?
Yoksa yer çekimi kanunu var olduğu için mi kalem düşüyor?
-Yer çekimi kanunu var olduğu için kalem düşüyor.
O halde kalemden önce yer çekimi kanunu vardı… O halde, Âlemde zerrelerden, maddeden önce kanun vardı. Zerre (madde), o kanunların içine doğdu, onların hükümlerine (ahkâmına) tabi olup ona göre hareket ediyor.
Aynı deney, örn. tuz zerreleriyle uzayda yapılsaydı, tuz parçacıklarının bilinçsizce bir araya geldiği ve kümelendiği görülecekti. Kendilerinden önce ortama konumlandırılmış (ikame edilmiş) olan kanunun hükmüne göre zerreler hareket ediyor ve birliktelikler oluşturuyor.
Ne kadar da gariptir! Kanunu yorumlayacak, işleyecek bir şuur olmamasına rağmen maddî zerreler, görünmeyen bir şeylerin yani kanunların ahkâmına tabi oluyor. Bir araya gelmeler (terkip), biçimlenmeler (teşkil) ve işleyişler oluyor, sonrasında o görünmeyen kanunların içlerinde irade edilmiş mana zuhura çıkıyor ve görünüyor. Diğer bir ifadeyle, görünen (şehadet) âlemin hem biçim hem de işleyişlerinde görülen düzen, sanat ve mükemmellik, önceden işlenmiş, dercedilmiş bir kullî iradenin, kanunlar suretinde, maddenin o kanuna tabi hareketiyle somutlaşması (tecessüm etmesi) ve maddî gözlere sergilenmesidir.
“Her bir şey, nizam-ı âlemi teşkil eden düsturlara ve muvazene-i mevcudatı idame eden kanunlara tatbik-i hareket etmekle o Alîm-i Kadîre şehadet eder. “(Lem'alar, 17. Lem'a)
Düşünceyi daha derin bir alana götürürsek; örneğin, tuzun zerrelerine… Tuz zerrelerinin içlerindeki atomik yapılarda da anlamlı bir araya gelmeler, kümelenmeler, birliktelikler görülüyor. Ancak bu kez kütle çekim kanunu değil, iyonik bağlarla ilgili kanun hükümlerine tabi olmakla, zerreler bir araya geliyor ve anlamlı birliktelikler oluşturuyorlar. Diğer bazı maddelerin atomik ölçeklerinde ise başka kanunların hükümlerine; örneğin, kovalent bağlarla ilgili hükümlere tabi oluyorlar…
Görüldüğü gibi zerreler, bulundukları ortam (tabaka) ve vaziyete göre hangi kanuna tabi olacaklarsa o kanuna uygun hareket ediyorlar. İç içe, hükümleri (ahkâmı) birbirine zıt gibi görünen yüzlerce kanun içinde zerreler, bir tabakadan diğerine geçtiği anda o tabakaya ait kanunun rollerini yerine getiriyor, mükemmel sanat ve işleyişler sahneliyorlar.
Materyalizm burada insan algısını yönetiyor. Âleme konumlandırılmış (ikame edilmiş) o kanunları, tabiata veriyor; zerrenin hareketini tesadüflere veriyor, onların altındaki iradeyi reddediyor…
Oysa zerreler kanun adı verilen görünmeyen sırlı bir şeylere tabi oluyorlar. Tıpkı tiyatroda oyuncuların, oyun yazarının düşünce âleminden sahneye konumlandırılan oyunun hükümlerine (ahkâmına) uygun hareket etmeleri gibi… Oyunda hiçbir oyuncunun hareketi, ne kendi iradesinden ne de rasgelelikten! Eğer böyle olsaydı, her bir zerrenin hem iradesi hem de oyunun gelecek sayfalarına giden, geleceği gören bir nazarı olmalıydı… Diğer halde sahne herc ü merc olacaktı ve oyun olmayacaktı.
Sadece kâinatın camid, cansız heyet-i mecmuasına bakmakla dahi görülüyor ki birbiri içinde görünüşte birbirine muhalif; ancak derininde yüksek hikmetler ve anlamlı birliktelikler, işleyişler gösteren binlerce kanun var. Zerreler, bir kanunun alanından diğerine geçmekle bir sahneden diğerine geçen oyuncu gibi ilgili senaryoya (kanuna) bir anda uygun (tevfiki) hareket ediyor. Hangi kanunun alanına girmişse ona uygun işliyor.
Mesnevi’de Şemme bahsinde geçtiği gibi Kullî bir âlemden, cüzî âlemlere; Kainat tabakatından, ta esir tabakatına kadar indirgenen gözlem alanlarına ayrı ayrı bakmakla her bir âlemin farklı hükümlerine aynı zerrelerin, yüksek hızlarda uygun hareketleri aslında bir kaos ve karmaşa getireceği zannına rağmen hem makro hem de mikro alanlarda yüksek hikmetler ve mükemmel işleyişler gösteriyorlar.
Demek kâinat sahnesinin (varlık âlemlerinin) bütününe ve o sahnenin zaman boyutunda ileri düzlemine –geleceğine- hangi manalar irade edilmişse oyunun bütününde ve zaman mekân katmanlarında o manayı izhar edecek, ortaya koyacak işleyiş ve biçimleri sergileyecek kanunlar her bir katmana ayrı ayrı konumlandırılmış ki aynı zerreler her bir katmanda tiyatrodaki oyuncular gibi ayrı roller icra ediyorlar, mükemmel işliyorlar.
Zaman boyutuna bağıl (zamana mukayyed) bir irade, zamanın gelecek sayfalarına nazarı ve kudreti olamayan bir irade nasıl bir model ortaya koyabilir ki eşya hem var olsun hem de işleyişini sürdürebilsin, devamı olsun? Bu noktada zamandan ve mekândan münezzeh bir İrade, vücub derecesinde kendisini gösteriyor.
Kanunların oraya ikamesini zamana, mekâna bağıl (mukayyed) şuursuz tabiata vermekle, big-bang’in sıfırıncı saniyesinde yani zamanın olmadığı bir anda iş için zamana ihtiyaç olması ve halbuki zaman parametresinin sıfır olması nedeniyle zamana mekana bağlı olmayan Sübhan bir İrade’den başka, tabiatın kendisi dâhil hiçbir şey olamayacağını; hatta mekânın da sıfır olması nedeniyle yine hiçbir şey olamayacağını nasıl görmezden gelebiliyorlar?
Nasıl defter varsa, kalem onun haberidir; yani defter var diyorsanız, kalemi görmeseniz bile kalem (yazıcı) vardır. İşte kanun varsa; İrade, kanunun haberidir. Eğer kanunlar, bir zaman – mekân’a konumlandırılacaksa aşikârdır ki hem İrade gereklidir, hem de o İrade, zaman ve mekân’dan münezzeh olmalıdır, zamana ve mekâna bağıl olmamalıdır.
İnsan ancak geçmiş kayıtlardan topladığı verileri arge çalışmalarına yansıtarak gelecekte başarıyla var olabilecek bir araba üretebilir. Eğer zamanın gelecek sayfalarına, yani o arabanın gelecekte karşılaşacağı tüm durumlara nazarı olsa çok daha mükemmel bir araba yapabilirdi. Hatta arge’ye gereksinim duymayabilirdi.
Sinek kanadı ise zaten mükemmel’dir. Arge’ye ihtiyacı yoktur. Kâinat, mükemmel’dir. Arge’ye ihtiyacı yoktur. Çünkü ezeliyeti ile tüm zamanları tutan, zamandan münezzeh bir irade; tabiata, âlemlere öyle bir kanun vaz ediyor ki her şey en mükemmel formda geliyor ve devam ediyor.
Ortama ve zamanın koşullarına uyma zaten o kanunun içindedir. Hayır, bilgi tabiatperestlerin iddia ettiği gibi, yoktan var olmuyor! Bilgi, sadece güncelleniyor. Âleme önceden vaz edilmiş kanunların o zaman ve mekâna uygun hükümleri işliyor, gerisi safsata!
“…her bir zerre, eğer memur-u İlâhî olmazsa ve Onun izni ve tasarrufu ile hareket etmezse ve ilim ve kudretiyle tahavvül etmezse, o vakit her bir zerrenin nihayetsiz bir ilmi, hadsiz bir kudreti, her şeyi görür bir gözü, her şeye bakar bir yüzü, her şeye geçer bir sözü bulunmak lâzım gelir. (Sözler, 30.Söz)
İşte nasıl şuursuz, iradesiz ve geleceğe nazarı olmayan kör tabiat, trilyonlarca maddi formların, cüzlerinin, zerrelerinin hem şimdiki zaman sayfasında, hem de gelecek zamanın sayfalarında vücudunu ve işleyişini daim kılan milyonlar kanunları iç içe bu âleme vazedecek, konumlandıracak?
Her şey en mükemmel formda geliyor. Geleceğin sayfalarına nüfuz eden, ism-i Latif sahibinin kudsi nazarı bir anda onun geleceğindeki formları takdir etmiş ve kanuna dercetmiştir. İşte o kanunlar, Kitab-ı Mubin’den alınma (istinsah) ile bu âleme vaz edilmekte, ikame edilmektedir ki zerreler ve tüm kevniyat onlara tabi oluyorlar.
Hâlbuki iradesiz ve camid bir zerre, bir tabiat nerede? Zaman ve Mekândan münezzeh külli bir İrade’ye bakan Kitab-ı Mubin’in mühim ve ince meselelerini okumak nerede?
“Çünkü zerre gibi bir câmid, arı gibi küçük bir hayvan, kitab-ı Mübînin mühim ve ince meseleleri olan nizam ve mizanı bilmez. Câmid bir zerre, arı gibi küçük bir hayvan nerede? Semâvat tabakalarını bir defter sayfası gibi açıp, kapayıp toplayan Zât-ı Zülcelâlin elindeki kitab-ı Mübînin mühim, ince meselelerini okumak nerede? (Lem'alar, On Yedinci Lem'a)
Kanun, mahiyeti madde olan tabiata bağlanamaz. Çünkü maddeden önce kanun olmalıdır. Tabiat ta madde olduğuna göre, tabiattan önce kanun olmalıdır! İşte materyalistlerin, tabiat kanunu dediği kanunlar, zamana ve mekâna bağıl olmayan Kitab-ı Mubin’den bu âleme yazılmakla, kodlanmakla bu âlemde maddeden önce var olan kanunlardır. Zaten, kanun kendi uzay-zamanında kendini var edemez. Çünkü zamanın sıfır olduğu noktada, zamana bağıl (mukayyed) olmayandan başka hiçbir şey olamaz. Ancak bilmediğimiz başka bir âlemden bu âleme kodlanmakla hem kanun hem madde hem de zaman var olabilir.
Tabiat kanundur, kudret olamaz. Şeriat-ı fıtriyedir. Şari olamaz.
Nakıştır, nakkaş olamaz. Fıtrattır, fatır olamaz. (Lemalar, 23. Lema)
“kudret-i İlâhiyenin kavânîn-i icraatına tebeddül ve tagayyür eden bir defteri olabilen ve pek yanlış ve hata olarak “tabiat” namı verilen birmecmua-i kavânîn-i âdât-ı İlâhiye ve bir fihriste-i san’at-ı Rabbâniye…”. (Lem'alar, 23.Lem'a
Ehl-i gaflet ve dalalet ve felsefenin ahmaklığına bak ki, kudret-i Fatıranın o Levh-i Mahfuzunu ve hikmet ve irade-i Rabbaniyenin o basirane kitabının eşyadaki cilvesini, aksini, misalini hissetmişler; haşa, “tabiat” namıyla tesmiye etmişler, körletmişler. (30. Söz, 2.Maksad)
Materyalist bilim, bazen de zerre veya kör tabiatta böyle bir nazar veya irade olamayacağını derk edip, tüm o kanunlar network’unu tesadüflere veriyor ve diyor ki “Her şey tesadüfen olmuştur! Tüm işleyişleri, tesadüfler yönetiyor!”.
Cansız maddelerde zerrelerin (atomların, parçacıkların) bir araya gelmesi, anlamlı birliktelikler (terkipler) oluşturması böyle… Zerreler, kendi katmanlarındaki kanunlara uygun hareket etti, bir araya geldi ve madde göründü!
Peki, nasıl hayattar oluyorlar?
Zerrelerin, anlamlı birlikteliklerle maddeyi ve şu tabiatı meydana getirmesini tesadüflere bağlayan materyalist zihniyet, burada çöküyor…
Nasıl cansız bir şeker içindeki atomlar, siz yedikten 30 dakika sonra hayattar olabiliyorlar? Nasıl, bitkinin kökleriyle çamurun içinden süzüp aldığı, cansız azot, potasyum ve havadan aldığı oksijen vs. kısa bir süre sonra hayattar olabiliyor? Nasıl bu maddeler, camid ve hayatsız iken; bir anda onlarda hayattar faaliyetler görülebiliyor?
Zerreler, görünmeyen sırlı bir şeylere, kanunlara tabi olmakla vücud (varlık) mertebesine ulaştılar ve şu kâinat tüm nizam ve sanatıyla göründü. Aynı zerreler, bir sonraki katmanda neye tabi olacaklardır da kendilerinde hayattar işleyişler görülecektir?
Hepsinden önemlisi Hayat nedir?
Gelecek yazımızda, paylaşmak ümidiyle…
* Not: Önceki “Tahavvülat-ı Zerrat” konulu yazımızda bahsi geçen tahavvül (dönüşüm), Levh-i mahf u ispat sürecindeki tahavvülat’tır (dönüşümdür). Bu dönüşüm, zerrelerin âlem-i gayb’tan âlem-i şehadete geçmeleri anında; mana formundan madde formuna geçişi anındaki dönüşümdür, tahavvül’dür.
“….mevcudat alem-i gaybdan alem-i şehadete ve ilimden kudrete geçmelerinde bir ihtizazdır, bir harekattır. “(30. Söz, 2.Maksad)
Bu yazımızdaki dönüşüm (tahavvül) ise zerrelerin madde formuna geçtikten sonra kanunlara tabi hareketleri sonucu birleşmeleri (terkipleri) ve teşkilleriyle söz konusu olan dönüşümleri, tahavvülleridir.
Sonuç olarak iki boyutta tahavvül vardır. Biri, madde öncesi; diğeri madde sonrası…
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.