Metin KARABAŞOĞLU

Metin KARABAŞOĞLU

Dualarımıza dikkat!

Makbul dualara dair bir hadisinde, Resûlullah aleyhissalâtu vesselam, yüzümüzü Kur’ân’da zikri geçen dualara çevirir. Kur’ân’da peygamberlere ve salih isimlere atıfla geçen bu dualar içinde, özellikle de ‘nun’ sırrıyla ‘Rabbenâ’ hitabı taşıyan, yani ‘ben’ diye değil ‘biz’ diye Rabbimize yöneldiğimiz dualar, Muhbir-i Sâdık aleyhissalâtu vesselamın bildirdiği üzere, kabule en yakın dualar arasındadır.

Bu Kur’ânî dualar ile dua etmeyi, en başta, Resûlullah aleyhissalâtu vesselam öğretmiştir bize. Onun namazda ettiği dualardan biri, Bakara sûresinde geçen “Rabbenâ âtinâ” duasıdır meselâ: “Rabbimiz! Bize dünyada hasene ver, ahirette de hasene ver ve bizi ateşin azabından koru!”

Mü’minlerin her namazın son rekatinde, son oturuşta muhakkak yaptığı bir câmi duadır bu. Kısacık; ama istenecek herşeyi, sakınılacak herşeyi özetleyen bir küllî dua: “Rabbimiz, bize dünyada hasene ver, ahirette de hasene ver ve bizi ateşin azabından koru!”

Bu küllî dua, ahirette geçerliliği olmayan birşeyin dünya hayatı içinde de anlamı olmadığını öğretir insana. ‘Hasene’ denilen şey, hem bu dünyada hem ahirette karşılığı olan birşey olduğuna göre, bu dünyada makbul meta gibi görülmekle birlikte ahirette geçersiz olan hiçbir şey ‘hasene’ değildir. Hasene odur ki, iki dünyada da geçerliliği olsun, iki dünyada da karşılığı bulunsun.

Tek başına bu kısacık Kur’ânî duanın dünya-ahiret dengesi ve bu dünyanın ‘ahiretin mezraası’ olarak yaşanması açısından verdiği dersi yıllar önce ‘dünyevîleşmeci’ bir ‘hutbe’nin hüznünü içimde taşıdığım bir hengâmda öğretmişti Rabbim bana. Kur’ân Okumaları’nin birinci kitabına “Hangisi hasene?” başlığıyla yazmış olduğumuz yazı, bu hüznün ve arayışın meyvesiydi.

Gelin görün ki, bu duanın içinde geçtiği sûrenin önceki ve sonraki âyetleriyle irtibatından bunca senedir aklımı ve kalbimi mahrum ettiğimi görmüş olmanın hüznünü, ve ancak şimdilerde de olsa bu irtibatı farketmiş olmanın tesellisini yaşıyorum şu günlerde. Bu Kur’ânî duanın yeni farkettiğim bu veçhesi ise, bir ‘umre hatırası’ olarak, umulur ki aklımızdan hiç silinmesin.

Tavâf esnasında bu duanın okunduğunu evvelce öğrenmişliğime mukabil, tavafın her şavtının en sonunda bu duanın yapılıyor olduğunu Rabbim yaşatarak öğretti bize. İlerleyen günler içinde, tavaf esnasında bu duanın yapılıyor oluşunun ardındaki bir sırrı daha keşfetmeyi mümkün kıldı. Sonra, bu duanın öğretildiği âyetin bir öncesindeki âyetin de farkına varmamı...

Manidardır, her namazın sonunda okuduğumuz ve tavafın her şavtının sonunda tekrar edilen bu dua, Bakara sûresinde, hac ve umreye dair âyetlerin içinde geçiyor. Sûrenin 196-203. âyetleri doğrudan hac ve umreyle ilgili ve âlemlerin Rabbi 201. âyetle mü’minlere bu duayı öğretiyor. Âlemlerin Rabbi, ‘insanlardan bazıları’nın böyle dua ettiğini bildirdiği ilgili âyetten sonraki âyette ise, “İşte bunlara, kazandıklarından nasipleri vardır. Hiç şüphesiz Allah’ın hesabı seridir” buyurarak, bu duanın O’nun katında makbuliyetini bildiriyor.

Ama öncesi de var. Hac ve umreye dair bu âyetlerin ortasında yer alan bu duanın hemen öncesindeki âyetten öğrendiğimize göre, “İnsanlardan bazıları ‘Rabbimiz! Bize dünyada ver!’ derler. Fakat onların ahirette hiçbir payları yoktur.”

Bu durum da gösteriyor ki, yalnızca Allah’a ‘dua’ ediyor olmamız yetmiyor; Allah’tan ne yönde ve ne için dua ettiğimize de bakmamız gerekiyor.

Yine bu durum gösteriyor ki, insan hac gibi küllî bir ubudiyete, umre gibi bir ubudiyet talimine, tavaf gibi bir büyük ubudiyet sırrına dahil olma çabası içerisinde dahi işin içinde dünyalık derdini, dünya hesabını dahil edebilir. Allah’ı ve ahireti hatırlaması gereken bir zemini dünyalık talebinin zeminine dönüştürebilir. Bir büyük ahiret tarlasından sırf dünyalık devşirme çabasına girişebilir.

Açıkçası, hac ve umreyle ilgili âyetlerin tam ortasında insanlardan bazıları “Rabbimiz! Bize dünyada ver!” diye dua ettiklerini, ama onların ahiretten bir nasibi olmayacağını bildirmekle, âlemlerin Rabbi ubudiyeti dahi ‘dünya için, dünyalık umarak, dünya talebiyle’ isteme gibi bir arızaya karşı bizi uyarıyor. Hac gibi küllî bir ibadet için yola koyulurken dahi dünyalık talebiyle niyetlerin ifsad olunabildiğine dikkat çekerek, niyetlerimizi iki dünyada da makbul ‘hasene’lere çeviriyor.

Sözün kısası, “Dualarınıza dikkat edin; gerçekleşebilirler” diyen bir bilge adamın dikkat çektiği üzere, dualarımıza dikkat etmemiz gerek. Allah dualara cevap veriyor; hele ki hac gibi büyük bir ubudiyet zemininde edilen duaları geri çevirmiyor. Ama bakmak gerekiyor: Oralara kadar gelip de, Beyt’inin karşısında ne istiyoruz Rabbimizden?

İsteyene, istediği verilecek.

İstediğimiz sırf dünyalık ise, korkalım ki, bize dünyada verilecek; ama ahirette nasibimiz olmayacak...

İstediğimiz iki dünyada da geçer akçe olacak ‘hasene’ler ise ve sakındığımız ‘ateşin azabı’ ise eğer; aldığımız yol ve ettiğimiz dua bir anlam ifade edecek...

Velhasıl, hepimizin bunca yıllık hayat tecrübemiz içinde bizzat gördüğümüz bir gerçek var karşımızda: Neyin duasını ettiyse ona erişir insan. Makam isteyene makam, servet isteyene servet, şöhret isteyene şöhret, araba isteyene araba, ev isteyene ev, dünya isteyene dünya, ilim isteyene ilim, hikmet isteyene hikmet, takva isteyene takva... İnsanoğlu her neyi istemişse, hayat yolu o yöne sevkedilir; her neyi ıztırar lisanıyla talep etmişse, ona o verilir. Dolayısıyla, ‘dua etmek’ kadar önemli olan, edilen duanın yönü ve içeriğidir.

O halde, ey Rabbimiz! Bize dünyada da hasene var, ahirette de hasene ver. Bizi ateşin azabından koru!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum