Sebahattin YAŞAR
Dünya bozulmuş diyenin, dünyası bozulmuştur
Bu bir bitmişlik halidir İnsanın iç dünyası nasılsa dış dünyayı da öyle görmektedir. Görülenlerin kişide bıraktığı izler, kişilerin onlara yüklediği anlamlarla alâkalıdır. Onun için görülenlerden ziyade görenler belirleyicidir.
“Artık yapacak bir işi kalmamış, işi bitmiş, hedefi tüketmiş, yaşananlar karşısında yılmış, ürkmüş insanlar; dünyanın işinin bittiğinden, çivisinin çıktığından ve yapacak bir şey kalmadığından bahsederler. Bu durum, kendi görevlerini ıskalama halidir. Gerçeklerden kaçıp tembelliğe sığınma halidir. Nitekim adım atacak mecali kalmayanlar, şikâyetten başka bir sığınak bulamazlar. Sürekli şikâyet, insanı iç kilitlenmeye maruz bırakır. Yani kişi yapabileceği işlerden de el çekmeye başlar.
Bu, tam bir acizlik, bitmişlik, kendini bitirmişlik halidir. Ümitsizliğin başka bir ifade biçimidir. Yani yapılabilecek hiçbir şeyin olmayacağına inanmak, kendinden ve bütün insanlardan artık hayır gelmeyeceğini düşünmek, Cenâb-ı Hakkın iradesine sınır koymak anlamına gelmektedir. Kendindeki acziyeti, Cenâb-ı Hak’ta da düşünmek halidir.
Oysa ki, ümitli insan, Yaratıcının gücüne, kuvvetine, kudretine inanır. Ve her şeyin O’nun elinde ve tasarrufunda olduğuna iman eder. Her şeyi O’ndan bekler. Çünkü O’nun için her şey, ‘ol’ demesi kadar, ‘kolaydır’.
İmanlı insan, Yaratıcının fiillerine, kendi canibinden değil, Cenâb-ı Hak canibinden bakar ve binler hikmetler arar, bulur.
Bu bir haddi aşma halidir
İyi ki Allah, kişinin taşıyacağı yükü ona bırakmamış. Yoksa alimallah insanlar taşıyamayacakları yüklerin altına girerler ve hayatı kendilerine zehir ederlerdi. Kader inancı zayıf bir takım insanların yaptıkları gibi.
Bir İngiliz atasözü konuyu açıklar nitelikte; ‘İnsan ne kadar çok yükün altına girmek istese de, Yaratıcı ona taşıyabileceğinden fazlasını yüklemez.’
Nitekim Allah, insanlar çalışma hırslarına kapılıp canlarına zarar vermesinler diye, bir örtü olarak geceyi yaratmış. Ta ki gece bazı canlılar için istirahat, dinlenme zamanı olsun.
Yaşanabilir ve taşınabilir bir dünyanın ‘vasat’ çizgileri, yine dinin emir ve yasakları içerisinde yer almış bulunmaktadır. Bu çizgileri ihlâl eden ister istemez hayatın ağır yüzüyle karşılaşacaktır.
“Dünyanın çivisi çıkmış”, “Artık bir şey yapsak da faydasız”, “Hiçbir şeyin anlamı kalmamış...” gibi cümleler, birer ihlâl sonucu, haddi aşma ifadeleridir.
Bu cümleleri taşıyan ve yaşayan bir insan, ‘Mademki her şey anlamını yitirmiş’, o zaman, ‘vur patların çal oynasın’ kabilinden ‘her şey mübah’ anlamına gelen bir felsefe içerisinde ciddî, tehlikeli sinyaller veriyor demektir.
Nitekim kendisine, çevresindeki varlıklara, hayatına temas eden etkenlere anlam yükleyemeyen insan, bir anlamsızlık içerisine düşmüş demektir. Böyle bir halet-i ruhiyeden de her şey beklenir.
İnsanın hayata tutunmasını sağlayan güçlü iplerden birisi, ‘bir değer taşıyorum’, ‘bir anlam ifade ediyorum’, ‘bir boşluğu dolduruyorum’, ‘beni de sevenler, benim de sevdiklerim var’ gibi kendisindeki anlamı okuyabilmektir. Bu anlam okunamadığı takdirde, hayat da anlamını yitirecektir. Çünkü insan içinde kendisinin bulunduğu bir hayatı anlamlı bulur.
Evet, insan önemlidir. İnsan, Cenâb-ı Hakkın muhteşem yapıda ve mükemmel incelikte, kudretten kendisine yüksek cihazat ve kaderden mühim programlar yüklenmiş, antika bir san'at eseridir.
Eserin kalitesi, San'atkârından anlaşılır.
Kendisine düşeni yapmayan,
başkalarının işine karışıyor
İnsanın yapabileceği şeylerin neler olduğunu bilmesi önemlidir. Görmede, işitmede, algılamada ve daha pek çok alanda bir ‘sınırlılık’ içerisinde olduğunu bilmeyen insan, kendisi için konulan hadleri aşma ve taşma ile karşılaşacaktır. Bu nokta artık hayatın çekilmesi güç hallerinin yaşandığı ve şartların iyice ağırlaştığı bir noktadır.
Yaratıcı insanı programlarken, onun pek çok ihtiyaçlarını da ve bu ihtiyaçları hangi yollardan gidereceğini de gözetmiş ve onun için, insanlık tarihi boyunca dinler ve peygamberler göndermiştir. İnsan hayatının nasıl mutlu ve ebedî kazançlı olacağı, peygamber hayatlarıyla gösterilmiştir.
Ayrıca Allah, insanın ne ile ne kadar ilgilenmesi gerektiğini de, ‘en önemli ve en büyük vazifenin, kalp dairesinde’, ‘en az ve bazen vazifelerin bulunduğu dairenin ise, âfâkî daire denilen, insanın etki ve yetki alanının ötesindeki daireler’ olduğunu belirtmiştir.
İşte insan, uzak dairelerdeki eli yetişmeyen işlerle iştigal ettiğinde, elde edilmeyen sonuçlar sonucu, şevki kırılıyor ve ümitsiz hale geliyor.
İman insana, yaşananların
hikmetini okutuyor
Dünyanın bozulduğu ifadesi, bir negatife, bozulmaya yoğunlaşma halidir. Bir bakış açısı bozulmasıdır. Bu durumdaki insanlar, gerçekten bir bozulma hali yansıtırlar. Böyle insanlar, kendi gibi ihmaller ve ihlâller içerisindeki insanlara, dert ortağı olup, dünyanın kalan günlerini sayarlar. Kötü haberleri takip motoru gibi takip ederler ve paylaşırlar. Bütün konuşma sermayeleri budur.
İnsan, çivisi çıkmış dünyadan bahsederken, kendi çıkmış çivisini göremiyor.
Oysa iman, dünyayı ve yaşananları sahipsizlikten, başıboşluktan kurtarıyor. İman insana, yaşananların hikmetini okutuyor.
Ama insan ne üzerine yoğunlaşırsa onda maharet kesbediyor. Çünkü negatifliği artan insan, negatifleşiyor; pozitifliği artan insan pozitifleşiyor. İnsanlara iyisin iyisin desen iyileşiyor, fenasın fenasın desen fenalaşıyor. O zaman insanların ne durumda olduklarını onların kendileri değil, muhatap oldukları insanlar belirliyor.
Yeni Asya
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.