Metin KARABAŞOĞLU
Dünya hayatını güzelleştiren
Gün olur, dünya bütün ağırlığıyla çöker üzerimize. Ân gelir, hayat olabildiğine zor gelir. Dünya bir yüktür; çekilesi değil, diye düşünür insan. Varoluşa dair temel sorulardan maişet derdine; dünyanın fani yüzünün ruhumuza vurduğu fena darbelerinden yeri geldiğinde tilkileşebilen, yılanlaşabilen, çiyanlaşabilen, sırtlanlaşabilen, kurtlaşabilen, maymunlaşabilen insan suretlerine... nice yüküyle dünyayı elinin tersiyle itesi gelir insanın.
Ne zaman dünya ruhumu boğsa, ne zaman dünyadan kaçıp gitmek ve şu dünya hayatından istifa etmek emeli içimde uyansa, yine aynı dünyada bizim yaşadığımız imtihanların çok daha şiddetlilerini yaşamış insanların hatırası gelir hayalime. Peygamberler gelir. Peygamberler peygamberi Muhammed Mustafa aleyhissalâtu vesselamın bütün insanlığın yaşadığı acıların toplamını kendi hayatında tecrübe etmiş olmasına rağmen yüzünden hiç eksilmeyen sekinet hali gelir; en zor zamanlarda dahi, kalbini rahmet-i Rahmân’a emanet etmişliğin getirdiği o huzur hali... Gün gelir, Musa aleyhisselamın yaşadığı bir hadiseden yaralı ruhuma deva sunan bir merhem sadır olur; gün gelir, Yunus aleyhisselamın balığın karnında ettiği duadan... Firavun sarayında Musa, balığın karnında Yunus, ateşler içinde İbrahim, kuyuda veya zindanda Yusuf, evlat hasretiyle gözlerinin feri sönmüş olduğu halde kalbindeki ümit asla sönmemiş halde Yakub, hastalıktan bitap düşmüş halde Eyyüb, “Yenildim Allahım, bana yardım et!” diye yalvarırken Nuh...
Bütün ağırlığıyla üzerime çöken dünyanın özgül ağırlığı, onların hatırasıyla azalır birden. Yük aynı yük, dert aynı dert, yara aynı yara olarak varolsa bile, çekilesi, taşınası, kaldırılası gelir artık bana. ‘Gıredeten hâsiîn’i yahut ‘hımârun yahmilü esfârâ’yı üzerinde barındıran dünya, üzerinde bu kudsî nebilerin yaşadığı dünyanın da ta kendisi değil midir? O kudsî nebîlerin elinde bu dünya kömür iken elmasa, karanlık iken aydınlığa, ateş iken nura inkılab etmiş; ölü iken dipdiri esmâ tecellilerini seyrangâhına dönüşmüş değil midir?
Sonra, sahabilerin hatırası, alimlerin ve velîlerin hatırası, ‘şöyle garip bencileyin’ yaşamış olmakla birlikte güzel bir koku, bir iz, bir yadigâr bırakarak bu dünyadan göçüp gitmiş güzel insanların hatırası sökün eder aklıma. Bu dünya, içinde Hz. Ebu Bekir’in yaşadığı dünyadır, Ömer ibnü’l-Hattâb’ın insanın ‘esfel-i sâfilîn’den ‘alâ-yı illiyyîn’e çıkabilme kapasitesini harikulâde bir surette ortaya koyduğu dünyadır, kervanın öncüleri göçüp gitmiş, kervan oraya buraya dağılmışken bunca dağınık parçayı bir araya getirme yolunda destansı bir uğraş vermiş Hz. Ali’nin toprağını çiğnediği dünyadır.
Bu dünya, bir hakikat için hayatını fedaya hazır olduğunu gösteren İmam-ı Âzam gibi, İmam Malik gibi, Ahmed b. Hanbel gibi isimlerin yaşadığı dünyadır hem de. Kırk yıl boyu sahip olduğu bir yanlış itikadı elinin tersiyle itip Ehl-i Sünnet’in istikamet çizgisini çizebilen İmam Eş’arî gibi isimler de bu dünyada yaşamıştır. Bu dünyada İmam Gazalî’nin, İmam-ı Rabbanî’nin, Şah-ı Geylânî’nin, Bahaüddin Nakşibend’in, Hâfız-ı Şirazî’nin, Sadi’nin, Mevlânâ’nın, Yunus’un, Attar’ın da geride bıraktığı bir iz, bir eser, bir koku, bir yadigâr vardır.
Ve bu dünya, bir helâket ve felâket asrında dahi Kur’ân’a aklını ve yüreğini açmış bir insana rahmet-i Rahmân’ın ne gibi güzellikler nasip edebileceğini hayatıyla ve eseriyle göstermiş Bediüzzaman misali insanların hatırasını taşıyan dünyadır.
Ne zaman dünyanın yükü üstüme çökse, ne zaman bir dünyalının bir fiili veya sözü ile kalbimde bir yara izi belirse, peygamberlerin, sahabilerin, alimlerin, velilerin, bu dünyada hakikatli bir hoş sada bırakmış güzel insanların hatırasına sığınır ruhum. Yaralı kalbim, bu dünyadan onların da geçmiş olduğu, bu hayatı onların da yaşadığı; ve onların bu dünya hayatından bir ‘trajedi’ değil, hikmet ve marifet, cemal ve hüsün devşirdiği gerçeğiyle şifa bulur aklım.
Bu dünya ki, acının her türlüsünü onun içinde tatmış kudsî nebî “Elhamdülillahi alâ külli hal, sivel küfri ve’d-dalâl” sözünü bu dünyada söylemiştir.
Bu dünya ki, beni bu sözü dahil kudsî nebînin sözleriyle ve hayatıyla buluşturan üstadım, yol göstericim, efendim, “Madem hayat esma-i hüsnanın nukuşunu gösterir, hayatın başına gelen herşey hasendir” sözünü bu dünyada bu dünya hayatı için yazmıştır “Kader”e dair risalesinin en son paragrafında.
Dünya güzeldir. Hayat güzeldir.
İçinde Peygamberin yaşadığı, içinde peygamberlerin, alimlerin, velîlerin yaşadığı bir dünya nasıl olur da güzelleşmez ki?
Hayat güzeldir. Dünya güzeldir. Üstadımın “Zeylü’l-Habbe”de dediği gibi, “Dünya hayatını güzelleştiren esbabdan biri, dünya ayinesinde temessül ile parlayan hidayet nurları ve büyük insanların sevgili ve sevimli timsalleridir.”
Hepsine selâm olsun!
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.