Kanuni
Ekrem Abi'nin 'Kanuni'ye dair'ine dair
Ekrem Abi, geçmiş senelerin imbiğinden,
Daha gençken çok çekmiş sazının tellerinden,
Bir şair olmuş çıkmış Tokat’ın dağlarından,
Zevk almış Anadolu’nun yokuşlarından…
Diyar diyar dolaşmış, yolu düşmüş Hatay’a,
Düğün dernek kurmuş, dostlar da kalkmış halaya,
Oraya otağını kurmuş, bazen uğrar sılâya,
Kader bu, kimse kaçamaz güzel hallerinden…
Düşmüş sonra yolu petrol diyarı Batman’a
Orada girmiş Nur Bediüzzaman râhına,
Kur’an manâları açılmış da bir bir ona,
Sazı bırakmış, kâm almış nur satırlarından.
Siirt’te müdür olmuş, Şehr-i Ruha’da başkan,
Artık Peygamberler Şehri oldu ona mekân,
Orada buluyor huzuru, orda var canan,
Vazgeçemezdi artık “Sabır Kahramanı”ndan.
Hayatı renkli, marifeti bol ağabeyimiz,
Onu meraka düşürmüş bizim hallerimiz,
Sual etmiş; nereden geliyor bu mâhlasımız?
Çok güzeldi, bal akıyordu satırlarından.
Özümüzü öğrenmiş, hallerden bahsetmiş,
Lâyık olmadığımız iltifatlar serdetmiş,
“Aydan ak olsun yüzün” ile işaret etmiş,
Arkasından da bahsetmiş “Allah’ın nimeti”nden.
Ustam doğru söylemiş, yok şöhrette gözümüz,
Makam-mevki, mal-mülk de istemiyor özümüz,
Makam-mansıb bilmez bizim kırık sazımız,
Vazgeçtik dünyanın pek de fani hallerinden.
Yoktur bizim “Kanûn”umuz, telli bir sazımız,
Ulaşmaz o kadar uzaklara avazımız,
Vardır bizim tek bir tükenmeyen kalemimiz,
Anlamayız usta şairlerin hallerinden.
Kanûn-i Evvel’de kış gösterir ak yüzünü,
Kanûn-i Ahir’de kimse göstermez yüzünü,
Kimse duymaz o fakirlerin ah û zârını,
“Kanûnî” anlamaz “Kanun”ların dillerinden.
Seri-dizilerden yok bizim malumatımız,
Kel başımız için yoktur şimşir tarağımız,
Vardır bizim başka işlerimiz, kârımız,
Çoktan geçmişiz dünyanın zevk û safâsından.
Cezerî, araştırdı, buldu “Kanun” köyünü,
Nârin minaresini, güzel manzarasını,
Faş etti “Kanûnî” mâhlasının menbaını,
O zaten anlıyordu köyümüzün hallerinden.
Söyleyelim de herkes duysun, merak olmasın,
“Kanûnî” mahlası nedendir, gizli kalmasın,
Bir daha da dostlar zahmet edip de sormasın,
Geri kalmasınlar işlerinden, hallerinden.
Ceddimiz kurmuşlardır düz ovada bir karye,
Derd-i maişet onları sürüklemiş güneye,
Düz ovada başlamışlar toprağı ekmeye,
“Kanun” demişler köylerine kendilerinden.
Demişler: “İlâhî kanun”, gerisi nemize,
Huzur istiyoruz köyümüze, hanemize,
Anarşiyi kat’a çekemeyiz sinemize,
Uzak kalmışlar dünyanın nahoş hallerinden.
Derken, burada gözümüzü açtık dünyaya,
Evimiz kerpiçtendi, benzemezdi saraya,
O zaman devletin eli çok uzaktı buraya,
Kazandıkları alın teri ile topraktan.
“Kanûnî” mahlasıyla çıktık da er meydanına,
“Molla Kasım”lar der: “Şiir ne lâzım ki sana?”,
Düşürmek istediler de galiba kapana,
Güldük de geçtik, o dostların bu hallerinden.
Ne şâiriz, ne âşık, ne ozan, ne de baksı,
Bu acizin yok hiç silahı, hatta asası,
Sulh-sükûn ister her an, döğüş-kavga tasası,
Gözü yoktur kimesnenin yerinden, tahtından.
Ustalık ve şairliği lâyık olanlar alsın,
Kubbe-i asumanda bir hoş sadâmız kalsın,
Dostların hiçbir zaman kalbleri kırılmasın,
Doyduk biz şu dünyanın gamından, mihnetinden.
Selâm olsun eşe, dostlara, muhibbana,
Birazcık lafımız olsun dedik anlayana,
İsteyen yağını, etini atsın kazana,
Biz razıyız, ekmek ile köpüklü ayrandan…
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.